19 Kasım 2024 Salı

Rumi'den Gül Desteleri

 


Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin hakikat denizinden çıkarttığı incileri paylaştığım bu sayfa sürekli yenilenecek arada tekrar dönüp bakmayı unutmayın... Rumi'nin Mesnevi, Divan-ı Kebir, Fihi Ma Fih, Rubailer, Mektubat eserlerinde yazdığı 'gül destelerinden' bir kısmını paylaşıyorum.. Umarım bu sözler hayat yolculuğunuzda size ışık olur..



1.Sen aklını başına al da, velilerin öğütlerini canla başla dinle! Dinle de üzüntüden, korkudan kurtul. Manevi rahata kavuş, eminliğe eriş! Velilerin sözleri, ab-ı hayatla dolu, saf, dupduru bir ırmak gibidir. Fırsat elde iken ondan kana kana iç de gönlünde manevi çiçekler, güller açılsın.

 

2.    Katı taş ve mermer bile olsan, bir gönül sahibine erişirsen cevher olursun. Temizlerin muhabbetini tâ... canının içine dik. Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme.

 

3.    Eski ve tecrübeli bir akıl, sana yeni bir taht bağışlar.

 

4.    Bilgili biri, temsil yoluyla: ‘’Hindistan’da bir ağaç var, meyvesini yiyen ne yaşlanır ne de ölür’’ der. Padişahlardan biri bunu duyar, doğru sanıp bu ağacı bulmak ve meyvesinden yemek ister. Bunun için yakın adamlarından bilgili birisini Hindistan’a gönderir. Adamcağız yıllarca Hindistan’da o ağacı arar. Bulmak için şehir şehir gezer, ne ada bırakır, ne dağ, ne ova. Kime sorduysa: ‘’Bu adam deli mi ne!’’ diye gülüp alay eder. Bazıları da şunu söyleyip istihza ederler: ‘’Ey akıllı kişi, senin gibi birisinin bu arayışında bir hikmet elbette vardır..’’ Bazıları işi daha da ileriye götürüp: ‘’Ey büyük zat, falan diyardaki ormanda yemyeşil bir ağaç var, pek büyük, pek dehşetli, her dalı koskocaman’’ derler. Padişahın adamı kimden bir şey duysa aslını araştırmak için çabalar durur. Nice yıllar yollarda gezer, padişah da ona harcırah gönderir. Bu şekilde bir hayli dolaştıktan sonra ümitleri tükenir, aramaktan usanır. Padişahın yanına dönmek için ağlaya ağlaya yola koyulur. Döndüğü memlekette büyük bir alim, yüce bir şeyh varmış. Padişahın adamı ümitsiz bir halde: ‘’Önce onun tekkesine gideyim, istediğim olmadı, bâri duasını alayım’’ der. Gözleri yaş dolu halde şeyhin huzuruna varır. Şeyh: ‘’Ümidin yoksa bile söyle, neye kavuşmak istiyorsun?’’ der. Adam ‘’Padişah beni bir ağaç aramak üzere Hindistan’a gönderdi. Meyvesi âb-ı hayat. Yıllardır aradım, bir nişanesini bile bulamadım, ama niceler benimle alay etti, eğlendi.’’ dedi. Şeyh gülümseyerek dedi ki: ‘’Ey saf adam, bu ağaç, ilim sahibindeki ilimdir. Pek büyük, pek yüce bir ağaçtır o. Meyvesi âb-ı hayattır, ölümsüzlüktür. Sen görünüşe aldanmış, manayı yitirmişsin. Ona gâh ağaç derler, gâh güneş. O bire sayısız adlar gerek. Bir adam senin babandır, ama başka birisinin de oğludur, bir başkasının kardeşi, öbürünün dayısı. Bir tek adam olduğu halde onlarca adı var. Bir vasfını bilen öbürünü bilmeyebilir. Kim “bu ad doğru ad” diye isme yapışır onu ararsa ümitsizliğe düşer, perişan olur. İsmi geç, sıfata bak ki bu sıfat seni zâta götürsün..

 

5.    Kişinin değeri nedir? Aradığı şeydir!

 

6.    Çaresizlik Allah’tan gelen en güzel işarettir. Duanın vaktinin geldiğini gösterir.. Süzülüyorsa gözlerinden yaşlar, hüzünlüyse güzel yüzün, Rabbin seni özlemiş, sesini duymak istemiş demektir..

7.    Uyuyan biri sıçrayıp uyandı mı vesveseler dadısı ona işveler yapar. Hadi der ‘’Canım yavrum uyu!’’.. Kimsenin seni uyandırmasına razı değiliz biz. Senin, kendi kendini uykudan çekip koparman lâzım... su sesini duyan susuz gibi hani. Ben, susuzların kulağına gelen bir su sesiyim. Yağmur gibi göklerden yağarım ben. Âşık, sıçra, şu ıstıraptan kurtul. Hem susuzluk, hem su sesini duymak, hem de uyku... Bu nasıl olur?

 

8.    Eğri hisler, eğriden başka bir şey göremez… Onun önüne ister eğri getir, ister doğru. Hocam! Şaşı göz, bil ki tek göremez.

 

9.    Eğri bakan kişinin gözü daima eğri ve aykırı görür.

 

10. Güneşin nuru, pislik üstüne düşmekle pislenmez ya, yine aynı nurdur..

 

11-Bir fareceğiz, bir devenin yularını eline aldı, kurula, kurula yola düştü. Deve , tabiatındaki mülâyimlik yüzünden onunla beraber yürümeye koyuldu. Fare “ Ben, ne de pehlivan, ne de yiğit ermişim” diye gurura düştü. Düşüncesinin ışığı deveye aksetti. Deve “ Hele hoşindi. Ben sana gösteririm!” dedi. Gide, gide bir büyük ırmak kenarına geldiler. Öyle büyük, öyle derindi ki ulu bir fil bile o ırmakta zebun olurdu. Fare orada duru, kaskatı kesildi. Deve “Ey dağda, ovada bana arkadaş olan, bu duraklama ne, niye şaşırdın? Irmağa ercesine ayak bas, gir suya! Sen kılavuzsun, benim öncümsün. Yol ortasında durup susma” dedi. Fare dedi ki: “Bu su, pek büyük, pek derin bir su. Arkadaş, ben boğulmaktan korkuyorum.” Deve “Hele bir göreyim, ne kadarmış bu su ?” deyip hemen ayağını attı. Dedi ki: “ A kör sıçan, su diz boyuymuş. Neden şaşırdın?”.. Fare, “ Sana karınca ama bize ejderha! Dizden dize fark var. Ey hünerli deve, sana diz boyu ama benim tepemden yüz arşın geçer.” dedi. Deve dedi ki: “Öyleyse bir daha küstahlık etme de cismin, canın yanıp yakılmasın. Sen, kendin gibi farelerle boy ölçüş. Deveyle sıçanın sözü yoktur.” Fare, “Tövbe ettim, Tanrı hakkı için beni bu helâk edici sudan geçir.” dedi. Deve acıdı, “ Haydi hörgücüme sıçra, otur. Bu geçiş, benim işim. Seni de, senin gibi yüzlercesini de geçiririm” dedi. Madem ki peygamber değilsin, yola düş de günün birin de kuyudan kurtulup yüce bir makama erişesin. Sultan değilsen yürü, raiyet ol. Kaptan değilsen gemiyi öyle alabildiğine yürütme.. Ticarette kâmil değilsen yalnız başına dükkân açma; yoğrulup kemale gelinceye dek birisinin hükmü altına gir.! “Susun, dinleyin” emrini işit, sükût et. Madem ki Tanrı dili olamadın, kulak kesil.

 

13. İnsan, ana karnındayken kan yer, varlığı kanladır, bedenin nesçi kanla vücut bulur. Kandan kesilince gıdası süt olur, sütten kesilince lokma yemeye başlar. Lokmadan kesildi mi de gizli matlûba talip olur.. Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki: ‘’Dışarda pek düzgün, pek güzel bir âlem var… Boyuna, enine geniş bir yeryüzü… orada nice nimetler var, nice sonsuz yiyecek şeyler. Dağlar ,denizler, ovalar, bostanlar, bağlar, çayırlar… Pek yüksek, ziyadar bir gökyüzü… güneş, ay ışığı, yüzlerce süha yıldızı. Yıldızdan, poyrazdan, doğudan, batıdan esen yeller… bağlar bahçeler gelin gibi süslenmekte, bezenmekte. O âlemdeki şaşılacak şeyler anlatılamaz ki… sen, neden bu kapkaranlık yerde mihnetler içindesin? Bu daracık yerde kan yemektesin; sıkıntılar içindesin. Çocuk, kendi haline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz çevirir. ‘’Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil’’ der. İşte kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar uzak! Buna benzer bir şey görmediği için münkirlerin idraki de bunu kavrayamaz. İşte cihandaki insanlar da buna benzer. Abdâl, onlara öbür âlemden bahsetti mi, “Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur… bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir âlem var” dedi mi.. Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez. Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir. Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, gözü kapar adama bir şey anlattırmaz. Nitekim o ana karnındaki çocuk da kana tamah ettiğinden, o yurtlarda kan, onun gıdası olduğundan tamah ona bu âleme ait sözü duyurmaz. Bedendeki kanı, gönlüne sevdirir. Sende bu âlemin güzelliğine tamah etmektesin de bu tamah, o ebedî âlemin güzelliğine perde oluyor. Gururla dopdolu olan bu hayatın zevki seni doğruluk hayatından uzaklaştırmakta. İyi bil ki tamah seni kör eder… şüphe yok. Senden yakini örter. Tamah yüzünden hak, sana bâtıl görünür…tamah yüzünden sende yüzlerce körlükler artar durur. Doğrular gibi tamahtan çekinde ayağını o eşiğin üstüne bas. O kapıdan girdin mi kurtulursun. Gamdan da dışarıya ayak atmış olursun neşeden de. Can gözün aydınlanır Hakk’ı görür; küfür karanlığından kurtulur, din nuru kesilirsin… Erlerin öğüdünü canla, başla dinle de korkudan kurtulup emniyete eriş.

 

 

14. Bazı insanlar vardır ki, gamlıdırlar, bu gamın nereden geldiğini bilmezler. Bazı insanlar da vardır ki, neşelidirler, onlar da bu neşenin Hakk'tan geldiğini bilmezler... Ne kadar solda, sağda bulunanlar, eğri, doğru yolda yürüyenler vardır ki, soldan, sağdan, eğriden, doğrudan haberleri bile yoktur. Ne kadar; "ben ve biz" diyenler vardır ki, onların da "ben ve biz"den haberleri yoktur.

 

15. Gayb aleminin atlısı geçti, gitti. Onun geçtiği yerden bir toz bulutu yükseldi, atlı yerinden gitti, fakat kopardığı toz hala orada yerli yerinde duruyor. Ey Hakk'ı ve hakikati arayan kişi, sen sağa, sola bakma, dosdoğru bak da gör ki o toz koparanın tozu burada, kendisi ise ölümsüzlük, sonsuzluk alemindedir.

 

16. Dediler ki: "Her tarafta, altı yönde de hep Hakk'ın nuru parlamaktadır." Halk; "Hani o nur nerede?" diye feryada başladı. Gerçeği göremeyen kişi, sağa, sola her yöne baktı, bir nur göremedi. Bunun üzerine, ona, dediler ki;"Bir an için olsun sağsız, solsuz olarak bak! O vakit, o nuru görürsün." Her zerre, aç bir insan gibi Hakk'ın sofrasına oturmuş, yiyip içmededir. Bütün varlıklar, hiç durmadan, o sofrada yeseler, içseler yine de yiyecekler eksilmez. O sofra ebedî olarak açıktır, kaldırılmaz, olduğu gibi yerinde durur. Hal böyle iken, bu ezel sofrası başında, insanlar her ne kadar aç gözlülüklerinden bırbırleri ile çekişirler, kavga ederlerse de, yaratıldıkları günden bugüne kadar yedikleri gibi, hala da yemektedirler, yine de yiyeceklerdir. Sofra kaldırılmamıştır. Olduğu gibi durmaktadır.

 

17. İçi kötü olanın ayıbını deri örter. İçi iyi olanın aybını gayb âlemi örter.

 

18. Düşünceyi, kuruntuyu bırak; onlara gönlünde yer verme! Çünkü sen, çıplak bir kişi gibisin; düşünce de zemheri soğuğu gibidir; zemheriden kendini koru!  Mihnetten, sıkıntıdan, ıztıraptan kurtulma düşüncesine kapılmışsın! Bunlardan kurtulmak için sarıldığın düşünce, mihnetin, ıstırabın kaynağıdır! Sanat pazarında düşünce yoktur; orası, düşüncenin dışarısındadır; bunu böyle bil! O havaya kapılan, onun maskarası olan eserleri seyret, endişeden kurtul da, içinde huzuru bul!  Binlerce kuş, yokluk aleminden uçup gelir; şu binlerce ok da, bir tek yaydan fırlar gider!  Nutfeden, erlik tohumundan güçlü kuvvetli bir er yaratan Allah, uyuyana, uykusunda uçup gidecek bir yol açar! "Şu hayale kapılanlar yola düşsünler, acele etsinler!" diye her an yoklukta bir şekil gösterir! Mademki bana; "Sus!" dedi, emre uymam gerek! îşte ben de susuyorum!    

 

20. Felek, bizim kendi re'yini beğenmiş olan tabiatımızın kölesi değildir. Bu cebeple gönlümüzün dileğini dinlememektedir. Şu varlık alemine gelip, bize vokluk sermayesi olmuştur. Onun sayesinde yokluğa ulaşacağız. Perdelerin arkasında gizlenmiş, bizi terbiye eden bir dadımız var. Aslında biz, dünyaya gelmiş değiliz. Bu dünyada yaşar gibi görünen, dolaşan, gezen bizim gölgelerimizdir.

 

21. Bu seher vakti esen rüzgar, Hakk aşıklarının gönüllerindeki sırlara aşinadır. Bu uğurlu zamanda sen de uyuma. Bu zaman yalvarma, yakarma zamanıdır, uyuma zamanı değildir! İki cihanın halkına, ilahî bir lütuf olarak ezelden ebede kadar kapanmayan dilek kapısı, seher vaktinde açıktır. Fırsatı kaçırma, yatıp uyuma!

 

 

22. Can, hikmete, bilgilere; ten ise bağa, bahçeye, üzüme meyleder. Ruh, yücelmeye, yükselmeye can atar; beden, kazanca, yiyeceğe, içeceğe! Bedene, o yücelikten bir nasib yoktur. Beden, can denizinin karşısında, bir damla gibidir!

 

23. Dar görüşlü, daima halden hale giren, renkten renge boyanan ve temkini bulunmayan, kişiye fare dedim, çünkü yeri, yurdu topraktır. Farenin de geçim yeri topraktan ibarettir. Yolları, izleri bilmez değil, bilir ama yer altındakileri bilir. O , her yanda toprağı delmiş, delik deşik etmiştir. Fare gibi nefis, ancak lokma ufalar. Tanrı, fareye de miktarınca akıl vermiştir. Çünkü yüce Tanrı, hiç kimseye, ihtiyacından fazla bir şey vermez.. Eğer âlemin yeryüzüne ihtiyacı olmasaydı Âlemlerin Rabbi, yeri yaratmazdı. Bu titreyip duran yeryüzü, dağlara muhtaç olmasaydı Tanrı, o heybetli dağları halk etmezdi. Göklere de ihtiyaç olmasaydı yedi kat göğü yoktan meydana getirmezdi. Güneş, ay ve şu yıldızlar, ancak ihtiyaç yüzünden zuhura geldi. Şu halde varlıkların kemendi,( yani yoklukları çekip varlık âlemine getiren) ihtiyaçtır. Tanrı’nın ihsanı, ihtiyaç miktarınca zâhir olur. Yürü, çabuk ihtiyacını arttırır da Tanrı’nın kereminden cömertlik denizi coşsun.

 

24. Söz yuva gibidir, mâna kuş gibi. Cisim ırmak gibidir, ruh akıp giden su gibi. Irmak akıp gitmektedir, fakat sen ona duruyor dersin.. o koşup gelmektedir, sen onu bir yere kımıldamıyor sanırsın. Eğer su, yerden yere gitmiyorsa, eğer su akıp durmuyorsa üstündeki yeniden, yeniye görünen çerçöp nedir ki? Senin çerçöpün de fikrî suretlerindir. Aklına her an yeniden yeniye el dokunmamış düşünceler gelmektedir. Düşünce ırmağın yüzü de güzel ve sevimsiz çerçöpten halî değil. Bu kadar suyun üstünde görünen kabuklar, gayp bağı meyvelerinin kabuklarıdır. Bu kabukların içini suda ara. Çünkü su ırmağa bağdan kaynamakta, bağdan gelmektedir. Âb-ı hayatın akışını görmüyorsan ırmağın üstündeki dalların, yaprakların,çerçöpün akışına bak. Su, yeğin akarsa üstündeki kabuklar ve çerçöp de daha çabuk sürüklenip gider. Bu feyiz şiddetle zuhur etti mi gayri âriflerin gönüllerine gam gelmez, o gönüllerde elem eğleşmez olur. Nitekim ırmak da, dopdolu olur, pek hızlı akarsa üstünde çerçöp eğlenmez!

 

25. Ben, sedefe benzerim; beni kırdıkları zaman gülerim! Rahata kavuşunca, üstünlüğe ulaşınca gülmek, ham kişilerin işidir!

 

26. Sır gözü ile, gönül gözü ile mümine de bak, kafîre de; bunların herbirinde, kendi inançlarına göre; 'Ya Rabbi!' sesinden, 'Ya Hayy!' feryadından başka bir şey yoktur!"


28. Sende bulunan hoşluk, güzellik seni bırakıp gidince, sakın gam yeme, kederlenme! İyi bil ki, seni bırakıp giden şey, bir başka şekle bürünerek yine sana gelir! Bir çocuk, sütten hoşlanmaz mıydı? Sütten kesilince, o zevki, şerbetten, baldan alır! Bu zevk, bu hoşluk, yaratıcının kullarına birer lütfu ve ihsanı olup çeşitli şekillere bürünerek kendisini gösterir ve bu balçık alemde, kaptan kaba boşalır, bütün canlılara sunulur! Cömertliği, lütfu, ansızın yağmur halinde gelir, yağar; yerden çayırlar çimenler, çeşitli renkte ve kokuda çiçekler, güller, çeşitli şekilde ve tatta meyveler yetişir! O zevk; O'nun lütfu olarak bazan su yolu ile, bazan ekmek, et, kebap yolu ile, bazan güzel renkli, hoş kokulu, lezzetli, güzel meyvelerle kendini gösterir! Bazan cins atlardan, süslü eğerlerden gelir; bazan tatlı dilli, güzel yüzlü dostlardan gelir! Çeşitli yollardan gelen bu zevkler, hep kendini gizleyen büyük, îşsiz yaratıcının kullarına ihsanıdır! Bütün bu perdelerin ardından, bir gün ansızın çıkagelir! Bir tecelli, seni senden alır, bütün putlar kırılır! O zaman, ne bu kalır, ne de o!

 

29. Uykuda iken can bedenden çıkıp gider, hayal alemine dalar! Beden, olduğu yerde kalır; sen, artık başka şekle bakma! Sen dersin ki: "Ben rüyada kendimi gördüm! Sanki bir selvi imişim; yüzüm bir lalelik, bedenim ise gül, yasemen!.." Fakat uyanınca, o selvi hayali geçer gider ve can, beden evine döner gelir! îşte bu hallerde, bilenlere, anlayanlar ibretler vardır! Bu hususta söylenecek çok şeyler var! Var ama; fitne çıkacağından korkuyorum, söyleyemiyorum! Göklerdeki, yerlerdeki eserlerde görülen değişmeyi, halden hale girmeyi görmüyor musun? Sen de ibadetle, insanî vazife ile kendini yenile! Bugünün dünkü gününden daha iyi olsun.

 

30. Can, yücelere kanatlar açar; ten, tırnaklarıyla yere sarılır.

 

31. Ey gönül! Gönülden haberi olan kişinin yanında otur. Taze çiçekleri olan ağacın altına git. Bu attarlar çarşısında işsizler gibi her yana gitme. Dükkânında şeker olan kişinin dükkânında otur.

 

32. İster ağır, ister acele olsun arayan bulur. Sen sürekli olarak her iki elini isteğe uzat; zira yolda istek, iyi rehberdir. Topal, çolak, uykulu hâlde ve edepsizce de olsa ona doğru sürün ve onu iste. Bazen konuşarak, bazen susarak ve bazen her yönde sultanın kokusunu koklayadur..

 

33. Aynı şekilde dünyadaki her şehvet/yersiz istek; ister mal, ister makam ve ister ekmek, bunlardan her biri seni sarhoş ediyor; sen onu elde edemeyince de seni mahmur ediyor. Bu üzüntü mahmurluğu, o elde edemediğinle sarhoş olduğunun delilidir. Bundan ancak zaruret ölçüsünce al ki sana galip ve emredici olmasın.

 

34. Can, beden kavgasından kurtulursa, beden ayağı olmaksızın gönül kanadıyla uçmaya başlar.

 

35. Beden azığı, canın azıksız kalmasına sebep olur. İlkini azaltmak, ikincisini çoğaltmak gerekir.

 

36. Beden aç olmadıkça harekete geçmez. Tok bedeni ıslah etmeye kalkışmak, soğuk demiri dövmektir âdetâ.

 

37. Ekmeğe karşı yum ağzını, şeker gibi oruç geldi çattı. Yiyip içmenin hünerini gördün, bir de orucun hünerini seyret. Şeytan'ın bütün tedbirleri, bütün düzenleri, hileleri, bütün okları, oruç kalkanına çarpar da kırılır gider..

 

38. Kimin gönlü illetlerden arınmışsa onun duası, ululuk sahibi Allah”a kadar varır, makbul olur.

 

39. Dertsiz dua soğuktur, bir işe yaramaz. Dertli dua ve niyaz, gönülden, aşktan gelir.

 

40. Dua ederken O’na kırık bir gönülle el kaldır. Çünkü Allah'ın merhamet ve ihsanı, gönlü kırık kişiye doğru uçar.

 

41. Bu iş, o tatlı sözlü fakat kötü huylu adamın yol üstüne diken dikmesine benzer. Her an o dikenler çoğalmakta, halkın ayağı dikenler yüzünden kanamaktaydı. Halkın elbisesi dikenlerden yırtılmakta, yoksulların ayakları paramparça olmaktaydı. Vali, ona "mutlaka bunları sök" dedikçe "evet, bir gün sökerim’ diyordu. Vali, bir gün "ey vadinde durmayan, beri gel, emrettiğimiz işi sürüncemede bırakma" dedi. Adam dedi ki: "babacığım, bir hayli gün var; bu gün olmazsa yarın!" vali, "hayır acele davran, işi savsaklama. Sen yarın bu işi görürüm diyorsun ama şunu bil ki gün geçtikçe, O dikenler daha ziyade yeşeriyor, dikeni sökecek de ihtiyarlayıp aciz bir hale geliyor. Diken kuvvetlenmekte, büyümekte; diken sökecek olan ihtiyarlamakta, kuvvetten düşmekte. Diken her gün, her an yeşerip tazelenmekte. Diken daha ziyade gençleşiyor, sen daha fazla ihtiyarlıyorsun. Çabuk ol, zamanını geçirme!" dedi. Her kötü huyunu bir diken bil; dikenler kaç keredir senin ayağını zedelemekte.

 

42. Hintliler halka göstermek üzere bir fil getirip karanlık bir ahıra koydular. Hayvanı görmek için o kapkaranlık yere bir hayli adam toplandı. Fakat ahır o kadar karanlıktı ki gözle görmenin imkânı yoktu. O, göz gözü görmeyecek kadar karanlık yerde, file ellerini sürmeye başladılar. Birisi eline hortumunu geçirdi; ‘’Fil bir oluğa benziyor’’ dedi. Başka birinin eline kulağı geçti; !!Fil bir yelpazeye benziyor.’’ dedi. Bir başkasının eline ayağı geçmişti, dedi ki: ‘’Fil bir direğe benziyor’’. Bir başkası da sırtını ellemişti; ‘’Fil bir taht gibidir.’’ dedi. Herkes, neresi eline geldiyse, nasıl sandıysa fili ona göre anlatmaya koyuldu. Onların sözleri, görüşleri yüzünden birbirine aykırı oldu. Birisi dâl dedi, öbürü elif. Fakat herkesin elinde bir mum olsaydı sözlerindeki ayrılık olmazdı. Duygu gözü(başgözü), ancak ele avuca benzer; avuç bütün fili birden kavrayamaz ki! Denizi gören göz(kalp gözü) başka, köpüğü gören göz(fiziksel göz) başka… Köpüğü bırak da denizin gözüyle bak sen! Köpükler, gece gündüz denizden meydana gelir, onları deniz harekete geçirir. Fakat ne şaşılacak şey ki sen köpüğü görüyorsun da denizi görmüyorsun!.. Biz, gemilere benziyoruz. Apaydın denizin içindeyiz de gözlerimiz görmüyor, birbirimize çarpıp duruyoruz. Ey ten gemisine binmiş, uykuya dalmış adam! Denizi gördün ama, asıl denize bak! Denizin de bir denizi var; onu sürüp durur. Rûhun da bir rûhu var, onu istediği tarafa çeker çevirir.

 

 

43. Hak yolda uğraş, çabala, son nefese kadar bir an bile boş durma! Olabilir ki son nefeste bir dem inayete erişirsin. O inayet de seni sırdaş eder.

 

44. Hor musun, zayıf mı? Buna bakma da ey kadri yüce kişi, himmetine, gayretine bak! Dudak kuruluğu suyu haber verir. Bu eziyet, bu susuzluk, muhakkak suya ulaşacağına delâlet eder. Bu aramak yok mu, kutlu bir iştir. Hak yolundaki bu istek, engelleri kaldırır. Bu istek, dileklerinin anahtarıdır. Bu istek, senin ordundur, bayraklarının yardımcısıdır.

 

45. Konuşmak, konuşturulmak tanımaktır. Kişi sözünden tanınır. Bir adamı tanımak istersen onu konuştur. Konuşmaya başladı mı, onu sözünden tanır, bilirsin. Birisi yankesici olsa, birisi de ona, adamı sözünden tanırlar dese, anlaşılmaması için söz söylemez; konuşmaktan çekinir.  Şu hikâyedeki gibi: Bir çocuk, çölde annesine, ‘’Kapkara gecede bana, dev gibi koca bir karartı görünüyor, pek korkuyorum!’’ der. Annesi ‘’Korkma’’ der, ‘‘Onu gördün mü yüreklice saldır üstüne; anlaşılır ki bir hayaldir o. Çocuk; ‘’Anneciğim’’’ der, ‘’O kara şeye de annesi bu çeşit bir tavsiyede bulunduysa ne yaparım ben? Ona da annesi, konuşma da seni anlamasınlar dediyse ben onu nasıl anlar, bilirim?’’ Annesi cevap verir: ‘’Onun karşısında sus, kendini ona ver, sabret, bekle. Olur ya, belki onun ağzından bir söz çıkar; çıkmasa bile senin ağzından, istemeden bir söz çıkar yahut da hatırına bir düşünce, bir söz gelir; o düşünceden, o sözden, onun halini anlarsın. Çünkü ondan etkilendin ya; aklına gelen söz, içinde beliren o düşünce, onun ve onun hallerinin sana yansımasıdır.’’

 

46. Gönülden gönüle pencere vardır..

 

47. Ateşin şerrini defetmek istiyorsan, ateşin gönlüne ‘rahmet’ suyunu aç.

 

48. Allah dilerse şu azıcık sözü faydalı bir hale getirir; onu gönüllerinizde saklar, unutturmaz; pek büyük faydalar verir size; fakat dilemezse yüz bin söz söylenmiş say; hiçbiri de gönülde durmaz, akılda kalmaz; hepsi geçer, unutulur gider…“Göklerin orduları Allah’ındır (48 Fetih 4; 7).” Bu sözler de Tanrı ordularıdır; Tanrı’nın izniyle kaleleri açar, zapt eder. Bu kadar bin atlı, gidin filan kaleye, kendinizi gösterin fakat kaleyi almayın diye buyurursa öyle yaparlar. Ama bir tek atlıya, git, o kaleyi al buyruğunu verirse o tek atlı, kalenin kapısını açar, kaleyi zapt eder. Bir sivrisineği Nemrut’a musallat eder, onunla Nemrut’u öldürür.

49. Ey Musa! Zamanın Firavun'una karşı yumuşak söz söylemek gerek; yumuşak söz. Kaynayan yağa su dökersen ocağı da harap edersin, tencereyi de. Yumuşak söyle; doğrudan başka bir söz söyleme. 

 

50. Sözü tuzağa yem yapma; çünkü sözdendir bu tutkunluk da. Söz, kimi vakit kilittir kimi vakit anahtar; Onunla bazen aydınız bazen de karanlığa giriftar.. Söz oka benzer, dil de Harezmî yayına, çıktı mı er geç ulaşır hedefe; vay bu uzaklığa! Oka benzeyen bu sözü doğruca çek kulağına, nasıl olur da yaydan fırlar, çekmezsen kulağına? İnsanın bedeni yaydır; soluğu, sözü ok gibi; Yay bir işe yaramaz, okla okluk gitti mi..

 

51. Gizlemek, bizzat o şeyin meydana çıkmasına sebep olur; Susmak, dilsiz kesilmek, bize rağmen dilin ta kendisi olur..

 

52. Sus; çünkü dost, cevap verir soru sormadan; Ona bak, onu seyret, vazgeç konuşmaktan..

 

53. Kasırga, pek çok ağaçları kökünden söker, yıkar. Fakat yeşermiş bir ota ihsanlarda bulunur. O sert rüzgâr, körpecik otun zayıflığına acır. Ey gönül, artık sen de güçten, kuvvetten dem vurma. Balta, ağaç dallarının çokluğundan, sıklığından hiç korkar mı? Hepsini paramparça eder, kesip biçer. Fakat kendini zayıf bir ota vurmaz; keskin ağzını, keskinlik ve sertlik gösterenlerden başkasına değdirmez.

 

54. Ey beden gemisinde uykuya dalan kişi! Beden gemisini hareket ettiren suyu, yâni rûhun seni hareket ettirdiğini anladın; bir de suyun suyunu, yâni rûhu da hareket ettiren ilâhî irâdeyi anlamaya çalış! Suyun bir suyu vardır ki, onu sürüp götürüyor; dağlardan derelere, ırmaklara dolduruyor; onları çekip çeviriyor, denizlere doğru koşturup duruyor. Rûhun da bir rûhu vardır ki, onu hareket ettirir!

 

55. Ne mutlu o kişiye ki nefsi ile savaşır, bedenine zahmetler verir de onu terbiye etmeye uğraşır, adalet gösterir. Ahiretin zahmetinden kurtulmak için bu dünyada kendine zahmet vermeyi, eziyet çektirmeyi kulluk, ibadet yerine koyar.

 

56. (Allah der ki)"Ben birini ağlatırsam rahmetim coşar, ağlayıp taşan kişi de rahmete erer. Rahmetim ağlamalara bağlıdır. Kul ağladı mı, rahmet denizi dalgalanmaya başlar. Dal, ağlayan buluttan yeşerir. Mum ağladıkça aydınlık artar" (Mesnevi, Cilt 2). "Bulut ağlamadıkça yeşillik güler mi, bebek ağlamadıkça süt pınarları coşar mı? Ağlayınız ki Allah'ın rahmet pınarları coşsun. Nebi neden 'Çok ağlayın' dedi anlayınız artık" (Mesnevi, Cilt 5).

 

57. Cenâb-ı Hakk doğruları doğru yola, doğruluğa çeker, ulaştırır! Bâtıl olanlar, eğri kişiler de bâtılları, eğri kişileri, eğrilikleri çeker götürürler.

 

58. Kapalı kapı nasıl açılır? Anahtara düşman kesilmişsin...

 

59. Güzeller güzeli Allah'ın aşkından başka ne varsa, şeker gibi tatlı ve zevk verici de olsa, onların hepsi hakikatte can çekişmekten başka bir şey değildir.

 

60. Tanrı yüz binlerce kimya yarattı ama insan, sabır gibi bir kimya görmedi.

 

61. Gönüldeşinden ayrı düşen, yüz türlü nağmesi olsa bile dilsizdir...

 

62. Dağıtmaktan dolayı elinde mal kalmazsa Allah’ın inayeti, seni hiç ayaklar altında çiğnetir mi? Bir adam ekin ekince ambarı boşalır ama bu işin iyiliği, tarlada belli olur. Fakat tohumu ambara kor, biriktirirsen zaman geçtikçe bitler, fareler, o tohumu yiyip bitirirler. Mal bağışlamanın gönülde yüz türlü nişanesi olur... İyi işin yüzlerce alameti görünür! Malını dağıtıp bağışlayan kişinin gönlüne o mal yerine yüzlerce dirilik gelir! Allah'ın tarlasına temiz tohumlar ekilsin de sonra mahsul vermesin… İmkân yok!

 

63. Kendini küçük görmeyi bırak. Sen yürüyen evrensin.

 

64. Her ne görürsen cenabı hakkı zikir için coşmakta , vecde gelmekte , dile gelmektedir . Bundaki derin manayı anlayabilmek için insana insan da gönül ister , kulak ister . Evet gönül lazım kulak lazım ki bundaki derin manayı anlayabilsin. Allahı zikreden yanlız güle konan bülbül değildir. Her bir diken bile Allahı zikir için birer dildir.

 

65. Çiftçinin tarlası, kunduracının meşini ancak bir perdedir. Rızkımızın aslı ise, her nefeste Allah'tan gelmektedir.

 

66. Ay’a düşman olanın karanlıklara düşmesi mukadderdir.

 

67. (Ey Allahım) Varlığımızı mutlak yokluk âlemine bağladın, murada erişmemizi muratsızlık şartına ısmarladın. Bunu da tapına ancak arslan gelsin, arslandan doğan arslan yavrusu ulaşsın da ayağı titreyip sürçen kimsecikler yanına bile yaklaşmasınlar diye yaptın.

 

68. Deniz, hilebazdır, sana bir köpük gösterir; cehennemdir, sana bir hararet izhar eder..

 

69. Birisi ile sohbet etmek canı onun rengine boyar. Yani insan konuştuğu, arkadaş edindiği kişinin huyunu benimser. Yıldızlar, gökyüzü ile konuşup görüştükleri için güzelleştiler; nurlu, güzel bir yüze sahip oldular.

 

70. Aldanmış kişinin, ayının vefasına güvenmesiAdam uyudu, ayı sinek kovalamaktaydı. Sinek, kovulunca kalktı, fakat inadına gene kalktığı yere gelip kondu. Ayı, o gencin yüzünden kaç kere sineği kovdu. Fakat sinek gene derhal kalktığı yere gelip konmaktaydı. Ayı, sineğe kızıp, gitti dağdan kocaman bir taş yakalayıp getirdi. Sineğin gene uyuyan adamın suratına konmuş olduğunu görünce, o koca değirmen taşını alıp, sineği ezmek için adamın suratına fırlattı. Taş, uyuyan adamın suratını paramparça etti. Bu mesele de bütün âleme yayıldı; Aptalın sevgisi şüphesiz ayının sevgidir. Kini sevgidir, sevgisi kin. Ahdi gevşek, zayıf ve bozuk.. sözü büyük, vefası artık. Ant içse bile inanma. Eğri sözlü adam andını da bozar. Madem ki yeminsiz sözü yalan. Hilesine yeminine de inanma. Onun nefsi beydir, aklı esir.. farz et ki yüz binlerce defa Mushaf’a yemin etmiş olsun! Mademki yeminsiz ahdi bozuyor, yemin etse onu da bozar. Çünkü nefsi, ağır yeminle bağlanan nefis, bundan daha ziyade daralır, perişan olur. Bu, bir esirin hüküm sahibini bağlanmasına benzer. Hüküm sahibi o bağı koparır,o bağdan kurtulur. Kızgınlıkla o bağı, kölesinin kafasına fırlatıp atar. Nefis de o yemini, kendisine esir olan adamın suratına vurur. Kiminle ahdettiğini bilen tenini iplik haline kor, o ahdin etrafında dolanır, o ahdi örer durur.

 

71. Gönül aynası sâf olmalı ki orada çirkin suratı güzel surattan ayırt edebilsin ”Dünya nîmetlerle dolu olsa, fareyle yılan yine toprak yerler. Tahtanın içindeki kurt tahta için; ‘’Kimin böyle güzel helvası var’’ derdi. Merkep müşteri olup bir şey alacak olsa, elbette ham kavunu alırdı. Sözün özü, insana aradığı şeye bakılarak değer verilir.

 

72. Gönüllerin duyduğu o gizli koku, mahşerde açığa çıkar, duyulur. İnsanın varlığı bir ormana benzer. O deme agâhsan çekin bu varlıktan çekin! Vücudumuzda binlerce kurt, binlerce domuz.. temiz, pis, güzel, çirkin binlerce sıfat var. Herhangi huy galipse hüküm, onundur. Maden de altın bakırdan fazlaysa o maden altın sayılır. Vücudunda hangi huy galipse o huyun suretine göre haşredilmen gerekir. İnsan da bir an olur, kurtluk zuhur eder, bir an olur, ay gibi Yusuf yüzlü bir güzel haline gelir. İyiliklerle kinler gizli bir yolda gönüllerden gönüllere gidip durmaktadır. Hattâ insandan, öküzle eşek bile bilgi sahibi olur, akıllanır,hüner elde eder. Serkeş at, rahvan bir hale gelir, alışır. Ayı oynar, keçi de selâm verir. Köpeğe insanın huyu geçer, nihayet çoban olur, av, avlar yahut sürüyü korur. Eshabı Kehf’in köpeğine onlardan öyle bir huy sirayet etti ki sonunda Tanrı’yı aramaya koyuldu. Kalpte her an bir çeşit şey baş gösterir.. insan bazen şeytanlaşır, bazen melekleşir.. bazen tuzak kesilir, bazen yırtıcı hayvan!

 

73. İnsanların çoğu insan yiyicidir. Onların selam vermelerine pek emin olma! Hepsinin de gönlü Şeytan evidir. İnsan şeytanının lâfına pek kulak asma! Şeytan’ın ağzından çıkan “Lâhavle”ye kanan kişi, savaşta o eşek gibi tepesi üstüne düşer. Dünyada Şeytan’ın şeytanlığına uyan; dost yüzlü düşmanın hürmetine, hilesine kanarsa, o eşek gibi arıklıktan ve sersemlikten İslâm yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir. Kötü dostun işvelerine kulak verme; yeryüzünde tuzak gör,emniyetle yürüme. Yüz binlerce “Lâ havle” okuyan Şeytan’a bak; ey Âdem, iblisi gör,bak nasıl yılanda gizlenmiş! Dostun postunu yüzmek için kasap gibi sana “Ey can, ey sevgili” diye hitap eder. Bu suretle postunu yüzmek ister. Düşmanların afyonunu tadan kişinin vay haline! Ağlatıp inleterek kanını dökmek için kasap gibi ayağın baş kor,sana hitaplarda

 

75. Kardeş , çocuk, senin cisim çocuğundur. İyice bil ki muradına erişmen de ağlamana bağlı. O libası elde etmek istersen cesedindeki göz çocuğunu ağlat!

 

76. Gönlüne geçim kaygısını az koy,sen kapıda oldukça rızkın azalmaz. Bu beden , ruha bir otağdır. Yahut da Nuh’un gemisine benzer. Türk sağ oldukça mutlaka kendisine bir otağ bulur, hele Hak kapısının azizi olursa.

 

77. Ey başkalarına ağlayan göz, gel,bir müddetçik otur da kendine ağla! Dal, ağlayan buluttan yeşerir, tazeleşir. Çünkü mum, ağlamakla daha aydın bir hale gelir. Nerde ağlıyorlarsa orda otur, çünkü sen,ağlamaya daha lâyıksın! Çünkü gönülde taklit nakşı var;yürü bendini göz yaşıyla yık! Taklit, her iyiliğin afetidir. Sağlam bir dağ bile hakikatte samandan ibarettir.

 

78. Her insanın sureti, bir kâseye benzer. Göz de suretinin mânasına ait bir duygu âletidir. Herkesin yüzünden bir şey yemekte, her buluştuğundan bir şey almaktasın. Yıldız, yıldızla kırân etti mi mutlaka her ikisine uygun bir şey doğar. Erkekle kadının buluşmasından çocuk doğduğu gibi, taşla demirin birleşmesinden de kıvılcım meydana gelir. Toprağın, yağmurla kırânı, meyveleri, yeşillikleri, çiçekleri bitirir. İnsan, yeşilliğe baksa gönlü hoşlanır, gamı gider, neşelenir. Canımız neşelenirse bizden iyilikler, ihsanlar doğar. Güzelce, dilediğimiz gibi gezdik, eğlendik mi karnımız acıkır, iştahımız artar.

 

79. Allah bir kişinin üşümesini dilerse soğuk yüz kürktende geçer..

 

80. Varlık alemi çarelerle doludur da Allah, senin için bir pencere açmadıkça yine çare yoktur!

 

81. Bir rahata kavuşurum ümidiyle nereye kaçarsan kaç orada önüne bir bela çıkar. Dünyanın afetsiz, felaketsiz hiçbir köşesi yoktur. Hakk’ı gönülde bularak ve O’na sığınarak, O’nun manevi huzurunda yaşamaktan başka kurtuluş ve rahat mümkün değildir. Kurtulmaya hiçbir çare olmayan bu dünya zindanının ayakbastı parası alınmayan, hapishane dayağı atılmayan bir bucağı yoktur. Vallahi fare deliğine girsen yine bir kedi pençeliye çatarsın.

 

83. Koku satanların tablalarına bak.Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar. Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler. Fakat mercimek,şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar. Tablalar kırıldı,canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar. Tanrı, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi. Peygamberler,gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi. Alemde sahte akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamiyle geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk. Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi. Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşını göz bilebilir. İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.

 

 

84. Çünkü bir akıl, başka bir akılla birleşti mi; kötü işe, kötü söze mani olur. Fakat nefis, başka bir nefisle dost olursa cüzi akıl muattal olur, bir işe yaramaz. Yalnızlıktan ümitsizliğe düşünce güneş gibi bir sevgilinin gölgesi altına gir. Yürü, tez bir Tanrı dostu ara. Böyle yaptın mı, Tanrı, senin dostun olur. Halvette oturup gözünü yuman da bunu yine dosttan öğrenmiştir.

 

85. Temizler, kimlerindir? Temizlerin. Şu meydandadır: Güzel, güzeli sever, güzeli ister. Şunu bil ki güzel, güzeli cezbeder. “ Temizler,temizler içindir” âyetini oku! Âlem de her şey, bir şey cezbeder. Sıcak sıcağı çeker , soğuk soğuğu. Aslı olmayan, aslı olmayanları çekmektedir, bakilerde bakilerden sarhoş olmakta. Cehennem ehli olanlar, cehennem ehli olanları cezbeder. Nura mensup olanlar, ancak nura mensup olanları ister. Gözünü yumdun mu canın kopuyormuş gibi bir eleme, bir ıstıraba düşersin. Gözün, gündüzün nurundan ayrılmaya sabrı yoktur.

 

86. Bu kapının afeti, heva ve şehvettir. Yoksa burada daima şerbetler içilir durur. Bu ağzı kapa da o âlemi gör. O âleme gözbağı, boğaz ve ağızdır. Ey ağız, sen esasen cehennemin bir alevisin! Ey cihan, sen zaten bir berzaha benzersin! Baki nur, aşağılık dünyanın ardındadır. Saf süt, kan nehirlerinin ardındadır. Oraya ihtiyarsız bir attın mı… sütün karışır, kan haline gelir. Ağyardan halvet etmek gerek, yardan değil. Kürk, kışın işe yarar, baharın değil.

 

87. Akıl başka bir akılla birleşti mi nur artar, yol meydana çıkar. Fakat nefis, bir başka nefisle sevinir, gülerse karanlık çoğalır, yol gizlenir. Ey avcı, dost senin gözündür. Onu çerçöpten arı tut. Sakın dil süpürgesiyle ona toz kondurma. Göze tozu toprağı hediye götürme.

 

88. Eğer körsen köre teklif yoktur. Değilsen yürü, var; sabır kurtuluşun anahtarıdır. Sabır ilâcı, gözlerin perdesini de yakar, göğüsleri gönülleri de yarıp açar. Gönül aynası saf ve pak bir hale gelince sudan, topraktan hariç suretler görürsün. Nakşı da müşahede edersin, nakkaşı da. Şans ve mutluluk yaygısını da, onu döşeyeni de.

 

89. Hayatın amacı, kendine varmaktır. Oysa herkese yaklaşır, her yere varır, bir tek kendinden uzak kalır insan; her yeri, her şeyi keşfeder ama kendinde kıpırtısız duran okyanuslardan haberi bile olmaz!


90. Ey benim canım, şu toprak perdesinin ötesinde, gizli bir zevk, gizli bir mutlu yaşayış var. Herşeyi gizleyen bu  örtünün ardında, yüzlerce güzel Yusuflar var. Bu ten bu görünen beden ortadan gidince, asıl varlığın olan ruhun kalır. Ey sonsuz olan ruh, ey fani olan ten! Bu halin nasıl olduğunu anlamak ister isen, her gece kendine bak. Uykuya dalınca tenin ölmüş gibidir. Ruhunsa, cennet bahçelerinde kanat çırpmaktadır..

 

91. Manaların aşk burakı, aklımı da, gönlümü de aldı, götürdü. ‘’Nereye götürdü?’’ diye sen bana sor. Aklımı da, gönlümü de senin bilmediğin o tarafa, ötelere götürdü. Ben öyle bir revaka, öyle bir kemer altına ulaştım ki, orada ne ay gördüm, ne de gök. Öyle bir dünyaya eriştim ki, orada dünya da, dünyalıktan çıkar, dünyalığını kaybeder. Bir an için olsun, müsaade et, aman ver de aklım başıma gelsin, gelsin de canın ne olduğunu anlatayım. Onun güzelliklerinden bahsedeyim, sözlerimi yabana atma. Kulak ver bana, senin de canın var canı anlamaya çalış. Sevgilinin bize lütufları var, keremleri var, ihsanları var, armağanları var. Bunlar acayıp, görülmemiş lütuflar, ihsanlardır. Bunlar, eşi benzeri olmayan keremlerdir. Duygu yolundan apaçık ışıklar gelmede, gönüller aydınlanmaktadır. Süheyl yıldızına benzeyen can, rukn-i yemanî tarafından görününce ay da görünmez olur, güneş de, yedi göğün kutbu da. Canın nuru, onların hepsini alt eder. Bir an için altın kırıntısına benzeyen dini al, dilinin altına koy da senin kendi gönlünde, kendi içinde nasıl çok kıymetli bir maden bulunduğunu gör, anla.. Sende bulunan beş duygu ışığını, gönül nuru ile aydınlat. Duyguları beş vakit namaz gibi bil. Senin gönlün ise yedi ayetten ibaret olan Fatiha Suresi'ne benzer. Her sabah göklerden bir ses gelir, gönlünden dünya sevgisini atabilirsen o sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur, yol alır gidersin.

 

92. Yok... Eğer gözüne kötü hayaller görünürse ateşten eriyen mum gibi erir gider. Yılanların, akreplerin içinde bile olsan Tanrı, seni güzel hayallerle avutursa, Yılanlar, akrepler sana munis olur. Çünkü , hayalin, aşağılık şeyleri altın yapan bir kimyadır. Sabır, güzel hayallerle tatlılaşır. Çünkü her şeyden evvel içinde bulunduğun sıkıntıdan kurtulma hayaline düşersin. O kurtuluş ümidi, içteki imandan gelir. İman zayıflığından da ümitsizliğe, iç sıkıntısına uğrarsın.. Sabır, iman yüzünden baş tacı olur. Bundan dolayıdır ki sabrı olmayanın imanı da yoktur.

 

93. Yolda gulyabaniler vardır, sesleri bildik sesine, seni mahvetmeye çeken tanıdık sesine benzer. “Ey kervan halkı, buraya gelin; işte yol, iz buracıkta!” diye bağırırlar. Gulyabani kervan halkını yok etmek, onları da yok olanlara katmak için birer, birer adlarıyla çağırır. Çağrılan kişi, oraya varınca bir de bakar ki karşısında kurt, aslan. Ömrü zayi olmuş, yol uzun, gün de geçiyor! Ey iyi huylu kişi, gulyabani sesi nasıldır? “Mal isterim, mevki isterim, şeref isterim!” işte böyle. İçinden bu sesleri menet de sırlar keşfedilsin. Tanrı’yı an da gulyabanilerin seslerini mahvet. Nergis gibi olan gözünü bu gerges kuşuna(dünyaya) karşı kapa.

 

94. İnatçı Firavun, varlığa yüz tuttu çünkü, onun yerini görmüyordu. Hulâsa kaderi değiştirmek istiyor, kazayı savuşturmak arzusunda bulunuyordu. Kaza da o hileciye bıyık altından kıs, kıs gülmekteydi. O,Tanrı’nın hükmünü, Tanrı’nın takdirini bozmak için yüz binlerce çocuk öldürttü. Bu suretle Musa Peygamber’in zuhuruna mâni olmak istiyordu, boyuna binlerce zulüm aldı, binlerce kana girdi. O kadar kan döktü ama Musa, yine doğdu ve onu kahretmek için hazırlandı, eğer zevali olmayan Tanrı’nın sanat yurdunu görseydi eli, ayağı kurur, hile yapamazdı. Musa, onun evinde rahatça yaşadığı halde o, dışarıda beyhude yere çocukları öldürüp durmaktaydı. Tenini besleyip yetiştiren; nefsine hizmet eden, sonra da başkalarının kendisine haset ettiğini,düşmanlıkta bulunduğunu sanan kişi gibi. Bu, benim düşmanım, şu bana haset ediyor, der durur, halbuki kendisine haset eden, kendisine düşman olan o tendir,kendi nefsidir. O, adam Firavun’a benzer, bedeni de Musa’ya. Böyle olduğu halde dışarıda “Nerede düşman?” diye koşmaktadır. Nefsi ten evinde nazla, naimle beslenmektedir, kendisi başkalarına kin güdüp elini ısırmakta.


96. Gözlere görünmeyen, gizlenip duran, o sevgiliden eğer can kokusu alırsan, ondan bir iz, bir eser bulursan, coşar, taşar, yüzlerce cihana sığamaz olursun. Can güneşini görebilirsen, ordusuz bir padişah kesilirsin de hem gayb mülkünü elde edersin, hem de gizli sırları bilene kavuşursun. Duyup istediğin ve sevdasına kapıldığın hazineyi yeryüzünde göremediysen, onu gök yüzünde bulursun. O mübarek gönül aynasında, şüpheden temizlenmiş o berrak aynada, daha bu Dünya’da iken cennette ki güzellikleri bir bir bulursun, görürsün. Eğer gönül vesveselerinin elinden bir an için kurtulursan, çözülmesi pek zor olan tılsımın anahtarını elde eder, o tılsımı bozarsın. Can padişahının aşkı ile, putları kır, dök de onları yapanı, onları nakşedeni apaçık gör!

 

97. Şu tenimiz ruhumuzun bir köşküdür. Orası bir tepe, bir yıkık yer değildir. Ruhumuz bizim biricik dostumuz, yarimizdir. O bize hiçbir zaman yabancı olmaz. Gönül yolu, korkunç bir çölden geçer. Yürekli bir er, Rüstem gibi yiğit olmayan bir kişi oraya nasıl varabilir? Oraya varacak kişi, bir pehlivan gibi hasmını yere vuran, çeşitli gıdalarla bedenini besleyen, kuvvetli, güçlü kişi değildir. Oraya varacak kişi, nefsini yenen, kendi benliğini alt eden, Dünya aşığı değil, Allah aşığı olan kişidir. Böyle bir kişinin bedeni mezara girince, mezarın toprağı ile örtülünce, o bedenden tohum nasıl baş verir yücelirse, tıpkı onun gibi Hak tarafından kabul ediliş ağacı yükselir, boy atar. Nurlu bir gönül ehlinden başka, o nura aşık olan kimdir? Aşk mumu, pervanenin gönlünden başka neyi yakar?

 

 

98. Doğru yol vardır...fakat pusuda gizlidir. Bulmak için durmadan, dinlenmeden delicesine aramak gerek; böyle arayan bulur!

 

99. Kardeş, sözden el çek ki bizzat Tanrı, sende Ledün ilmini meydana çıkarsın.

 

100. Git gözlerini kapa ki bütün gönlün göz olsun. O zaman gönül gözüyle sana başka bir cihan, başka bir dünya görünecektir.

 

101.Gözlerini kapa, Aşık ol ve kal orada.

 

102. Herkesin günahını kapatamayacağına göre!... Kendi göz kapağını kapat!

 

103. Tanrı sırları meydana çıkarır... Madem sonunda yeşerip ortaya çıkacak, kötü tohum ekme..

 

104.Nur ve kemali arttıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.

  

106.İlim ve hikmet helâl lokmadan doğar; aşk ve rikkat helâl lokmadan meydana gelir.

 

107. Bir lokmadan hasede uğrar, tuzağa düşersen; bir lokmadan bilgisizlik ve gaflet meydana gelirse, sen o lokmayı haram bil! Hiç buğday ektin de arpa verdiğini gördün mü? Hiç attan eşek sıpası olduğunu gördün mü? Lokma tohumdur mahsulü fikirlerdir. ; lokma denizdir, incileri fikirlerdir.

 

108.Hizmete meyletmek ve o cihana gitmek azmi, ağıza alınan lokmanın helâl olmasından doğar.

 

109.Etrafına baktığında her yer karanlıksa, bir kere daha bak; belki de ışık sensin.

 

110. Ten kafese benzer. Girenlerin, çıkanların, insanla dostluk edenlerin aldatmasıyla can bedende dikendir. Bu, “Ben senin sırdaşın olayım” der. Öbürü “Hayır, senin akranın, emsalin benim”der. Bu der ki: “Varlık âleminde güzellik fazilet, iyilik ve cömertlik bakımından senin gibi hiçbir kimse yok.” Öbürü der ki: “İki cihan da senindir. Bütün canlarımız senin canına tâbidir.” O da, halkı, kendisinin sarhoşu görünce kibirlenir, elden, avuçtan çıkmağa başlar. Şeytan onun gibi binlerce kişiyi ırmağa atmıştır! Dünyanın lûtfetmesi ve yaltaklanması, hoş bir lokmadır, ama az ye. Çünkü ateşten bir lokmadır! Ateş gizlidir, zevki meydanda. Dumanı sonunda meydana çıkar. Sen “Ben o medihleri yutar mıyım? O, tamahından methediyor. Ben, onu anlarım” deme! Seni metheden, halk içinde aleyhinde bulunursa onun tesiriyle gönlün, günlerce yanar.Onun; mahiyetten senden umduğunu elde edemeyip ziyan ettiğinden dolayı aleyhinde bulunduğu halde, o sözler, gönlüne dokunur, onun tesiri altında kalırsın. Medihten de bir ululuk gelir, dene de bak! Medihin de günlerce tesiri altında kalırsın. O medih canın ululanmasına, aldanmasına sebebolur. Fakat bu tesir, zâhiren görünmez, çünkü methedilmek tatlıdır. Kınanmak acı olduğundan derhal kötü görünür. Kınanmak, kaynatılmış ilâç ve hap gibidir; içer, yahut yutarsa uzun bir müddet ızdırap ve elem içinde kalırsın. Tatlı yersen onun zevki bir andır, tesiri öbürü kadar sürmez.. Zâhiren uzun sürdüğü için de tesiri, gizlidir. Herşeyi, zıddıyla anla! Medhin tesiri, şekerin tesirine benzer; gizli tesir eder ve bir müddet sonra vücütta deşilmesi icabeden bir çıban çıkar. Nefis çok öğülmesi yüzünden Firavunlaştı. Alçak gönüllü, hor, hakîr ol; ululuk taslama! Elinden geldikçe kul ol, sultan olma! Top gibi zahmet çekici ol, çevgân olma!

 

111.Birisi geldi sevgilinin kapısını çaldı. Sevgilisi “kimsin ?” diye sordu. Kişi “benim” deyince “git” dedi. Şimdi zamanı değil burada ham kişinin yeri yok. Ham kişiyi ayrılık ateşinden başka ne pişirebilir ? İkiyüzlülükten kim kurtarabilir? O yoksul gitti tam bir yıl yollara düştü. Sevgilinin ayrılığı ile kıvılcımlar saçarak cayır cayır yandı. O yanmış yakılmış kişi pişti olgunlaştı. Geri geldi yine sevgilinin kapısına dayandı. Korku ve edeple kapının tokmağına dokundu. Sevgilisi “kapıdaki kim?” diye bağırdı. Adam “A gönüller alan kapıdaki sensin” dedi. Sevgilisi “Madem ki bensin gel içeri gir zira ev dar, iki kişi sığmıyor”

 


112.“Rızkınız gökyüzündedir”(Zariyat 22) ayetini duymadın mı? Neden bu kötü yere saplanıp kaldın?

 

113. Eğriyi kendinde arayan, doğruyu kalbinde bulur. Aşkına emekle yürüyen, dermanı derdinde görür.

 

114. Bir kötülük yaptıktan sonra pişmanlık hissetmek. Allah'ın inayet ve muhabbetine mazhar olmanın delilidir.

 

115. Bir günah işlediğinde hemen tövbe et. İnsan suya düştüğü için değil, sudan çıkmadığı için boğulur.

 

116.Ey Allahım, cana sözsüz konuşulan makamı göster. Ta ki can başından ayak yapıp gaybın enginliğine doğru yola koyulsun. Orası o kadar geniş bir alan ki bu varlık ve hayal ondan neşv ü nema buluyor. Hayaller gaybdan dardır, bundan dolayı hayaller, üzüntüye sebep olur. Varlık da hayalden dardır, bundan dolayı varlıkda aylar hilal gibi incelir.His ve suret dünyası daracık bir zindan gibi, daha da dardır. Sayı ve terkib darlık nedenidir, bizi terkibe doğru çeken de hislerdir. Hissin ötesi tevhid âlemidir, Bir'i istiyorsan o tarafa doğru git.

 

117.Ey Yüce Allah! Çareyi, kendisine çaresizliği nasip ettiğin kişi bulur ancak..

 

118.Kötü işli adam, kötülükte sabit oldu da iyilik edenlerin eriştikleri şansı, mutluluğu gördü mü? Şeytan olur, hasedinden hayrı menetmeye kalkışır, Şeytan gibi hani. Harmanı yanan da herkesin harmanının yanmasını ister.

 

119.Hünerli, bilgili kişi iyidir ama İblis’ten ibret al, ona da az tap. Onun da bilgisi vardı ama din aşkı yoktu, bu yüzden Âdem’in yalnız topraktan yaratılan suretini gördü. Ey emin kişi, bilgide ne kadar ileri gidersen git onunla gaybı gören gözlerin açılmaz ki.

 

120.Bu âlem, bir rüyadır, zanna kapılma sen. Sen gündüzün de uykudasın. Bu uyku değil deme.Gölgenin parlaklığıdır bu, asıl ise ancak ay ışığından ibarettir.Ey yiğit, bil ki uykun da uyanıklığın da uyuyan adamın rüya içinde rüya görmesine benzer.Bu adam, kendisini uyuyorum sanır ama bilmez ki ikinci uykudadır, iki kat uyku içindedir.

 

121.Güzel bir hayale, bir düşünceye dalsın. Çünkü iyi ve olumlu düşünce, insanı geliştirir. Hayvan, otla semirir, insan da yücelikle, şerefle gelişir. İnsanoğlunun beslenip gelişmesi hayaldendir. Eğer onun hayalleri, güzel olursa! hayal sahibi de güzel ve huzurlu bir hayat yaşar Yok... Eğer hayalleri nâhoş ise ateşten eriyen mum gibi erir gider. Eğer Hudâ seni yılanların, akreplerin içindeyken bile güzel hayallerle ayakta tutarsa Yılanlar, akrepler sana munis olur. Çünkü senin o hayalin, bakırı altın yapan bir simyâdır.

 

122.Allah'dan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah'ın lütfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.

 

123.Yara ışığın senin içine sızdığı yerdir..

 

124.Sakın acında kaybolma. Bil ki çektiğin acı bir gün dermanın olacak.Her zorluğun sonunda doğan bir ışık vardır. Eğer ellerin kan revan içinde kaldıysa, güle ulaşmana çok az kalmış demekti

 

125.Düşman sözü dinleyenin hali budur. Hasetçinin dostu olanın uğradığı cezayı gör! Hâmân'ı dinleyen Firavun'un, Şeytan'ı dinleyen Nemrûd'un hali budur. Düşman her ne kadar dostça söylerse de, her ne kadar taneden, yemden bahsederse de sen onu tuzak bil! Sana şeker verirse sen bunu zehir bil, bir lûtufta bulunursa onu kahır bil! Kaza gelince kabuktan başka bir şey göremez, düşmanları dostlardan ayıramazsın.

 

126.Dünyaya âşık olan kişi, üstüne güneş vurmuş bir duvara âşık olur. Bu parlaklığın, bu ışığın duvardan olmayıp güneşten olduğunu anlamak için hiç zihnini yormamış ve gönlünü tamamıyla duvara vermiş olan kişiye benzer; güneşin ışığı, güneşe kavuşunca ebediyen mahrum kalır.

 

127.Beden, gönlün gölgesinin, gölgesinin gölgesidir. Beden nereden gönül mertebesine erişecek? Adam uyur, ruhu  güneş gibi gökyüzünde parlar. Bedense yorgan altındadır. Can, boşluklarda astar gibi gizlidir, bedense yorganın altında döner durur..

 

 

128.Bir an istirahat ederek güçlenip kuvvetlenmeleri daha doğrudur.Eğer gece olmasaydı bütün halk, hırstan, isteklerinin üstüne titremeden kendilerini yakar, helâk ederlerdi.Herkes bir şey elde etmek, bir kâr kazanmak hevesiyle kendini ateşlere atmış, yanıp yakılmıştır. Bir müddet hırslarından kurtulsunlar diye gece, Allah rahmeti gibi zuhur etti.

 

129.Bir adamın oturduğu yerin civarında oturursan sonunda elbette o adamın yüzünü görürsün. Bir kuyudan her gün toprak çeker,çıkarırsan onunla tertemiz suya erişirsin elbet. Sen inanmazsan da bunu herkes bilir. Ne ekersen bir gün gelir, onu biçersin. Taşı, demire vur da kıvılcım çıkmasın... Böyle şey olmaz, olsa bile nadirdir. Bir adamın bahtı yaver olmaz, bir adamın nasibinde kurtuluş bulunmazsa o adam, ancak nadir olan şeylere bakar! "Filân kişi ekin ekti de mahsul devşirmedi, feşman adam sedef buldu da içinde inci yoktu.Baûroğlu Bel'amla melûn İblis bu kadar ibadet ettiler, ne dinleri fayda verdi, ne ibadetleri" der de. O kötü zanlı kişinin hatırına yüz binlerce Peygamber, yüz binlerce hak yoluna gidenler gelmez bile!

 

130.Gönlüne bir yumuşaklık, bir merhamet geldi mi fırsat bil de duâya koyul.

 

131. Azizim, uyku, Allah velilerinin malı, mülküdür... Dünyadaki Eshabı Kehf gibi! Uyumadıkları halde rüya görürler, görünürde bir kapı yoktur, yokluğa giderler!

 

132. Bir fili suvarmak için bir ırmak kenarına götürdüler. Suretini suda görünce ürktü. Kendisini dehşete düşürenin bir başka fil olduğunu sanıyor, bizzat kendinden korktuğunu bilmiyordu. Zalimlik, kindarlık, kıskançlık, açgözlülük, merhametsizlik, kibir gibi bütün kusurlar sende bulunduğunda bunlar seni rahatsız etmez, fakat onları başkasında görürsen dehşete kapılır ve rahatsız olursun. İnsan uyuz olduğu veya vücudunda çıban çıktığı zaman kendisi bundan iğrenmez. Yaralı elini yemeğe sokar ve hiç tiksinmeden parmaklarını yalar. Ama başkasının elinde bir sivilce ve küçük bir yara görse, onun eliyle yediği kaptan ne yer ne de o yemekten hoşlanır. Ahlâki kusurlar da aynen böyledir. Onlar insanın kendisinde olduğu zaman, bunlardan rahatsız olmaz. Bunları bir başkasında görür görmez, içi daralır, nefret eder.

 

133.Ve sen? Kendi içine giden o uzun yolculuğa ne zaman başlayacaksın?

 

 

134.Kötülüğe pişman oluyor, 'Allah' demeye başlıyorsun ya; işte o zaman seni belâdan kurtarmak için kendisine çeken O.

 

135. Arslan değilim ki düşmanla savaşayım. Ben Arslan dan daha çetin bir düşman olan kendimle, kendi nefsimle savaşayım bu bana yeter.

 

136.Senin şu uykudan, şu yiyip içmeden başka bir gıdan daha var. "Rabbime konuk olurum, o beni doyurur, suvarır" (Şuara 79) denmiştir ya. Bu dünyada o gıdayı unutmuşsun da şu gidaya dalıp gitmişsin; gece gündüz bedeni beslemedesin. Sonucu şu beden, atındır senin, bu dünya da o atın ahırı. Atın gidası, ata binene gıda olamaz; onun da kendisine göre gizli bir uykusu, gizli bir gıdası, gizli bir beslenmesi var. Fakat sana hayvanlık üst olmuş da atın başucunda, atların ahırında kalakalmışsın; ölümsüzlük dünyasının padişahlarının, beylerinin safında yerin yok. Gönlün orda amma beden üst olmuş da o yüzden gönlün de bedenin buyruğuna uymuş, ona tutsak olup kalmış.

 

1

138. Meselâ ben kuşum, duduyum, yahut bülbül. Bana, bir başka türlü öt derlerse ötemem. Çünkü dilim, budur benim, başka türlü söz söyleyemem ben. Bu, şunun aksinedir amma. Birisi kuşların ötüşünü taklit eder, onlar gibi öter, fakat kuş değildir, kuşların düşmanıdır, avcısıdır o. Öter, şakır; maksadı, kuşların kendisini kuş sanmalarını sağlamaktır. Ona, başka türlü seslen deseler seslenebilir; çünkü bu ötüş, onun ötüşü değildir, eğretidir onda; başka türlü ses de çıkarabilir o. Çünkü o, insanların kumaşlarını çalmak, her evden bir başka kumaş göstermek için öğrenmiştir bunu.

 

139.Göz, evvelce göz değildi... O, rahimde bir et parçasından ibaretti. Yağ parçası görmeye sebep olmaz oğlum... Öyle olsaydı hiç kimse rüyada görülen şeyleri göremezdi. Mesela Şeytan ve peri de görür... Fakat ikisinin gözünde de yağ parçasına benzer bir şey yoktur. Nur’un yağla ne münasebeti var? Fakat yaratıcı ve sevgi ihsan edici Allah bu münasebeti bağlamıştır işte! İnsan topraktan yaratılmıştır, fakat toprağa benzemez ki... Cinlerin ateşle bir münasebeti yoktur; fakat onlar da ateşten yaratılmışlardır. Yel’e göz vermemiş olsaydı Âd kavmini nasıl fark ederdi? Mümini, nasıl olur da düşmandan ayırt ederdi.. Şarabı, nasıl olur da testiden fark ederdi? Nemrut’un yaktığı ateşte göz olmasaydı Halil’e nasıl olur da kendisini zahmetlere sokup saygı gösterirdi. Bu yeryüzünün can gözü yoktu da Karun’u neden öyle sömürüp yuttu? Hannane direğinin gönül gözü olmasaydı o tek kişinin, o eşsiz erin ayrılığını görür müydü?

 

140.   (İnsanın Yaratılış Devirleri) Hani önceden yoktu, onu varlığa getirdi. Varlık tavlasından cansızlar arasına getirdi; cansızlar tavlasından bitkiler tavlasına, bitkilikten hayvanlığa, hayvanlıktan insanlığa, insanlıktan da melekliğe getirdi; bunun da sonu yoktur zâti. Bütün bunları da, onun bu çeşit pek çok, birbirinden yüce tavlalarıolduğunu ikrar etmen için gösterdi. "Elbette geçeceksiniz bir halden bir hale; artık ne oluyor onlara ki inanmıyorlar?" (İnşikak 19) Bunu, ilerdeki katları ikrar etmen için gösterdim, inkâr edip var olan budur ancak demen için değil. Bir usta, sanatını, hünerini, halkı kendisine inandırmak, göstermediği başka hünerlerine de ikrar ettirmek, inandırmak için gösterir. Hani padişah da, kendisinden daha başka şeyler de istesinler, umsunlar, bu umutlarla keseler örsünler, diksinler diye bağışlarda, ihsanlarda bulunur. İşte bu, bu kadardır, padişah artık başka birşey vermez; verip vereceği budur ancak desinler diye değil. Hattâ padişah, birisinin böyle diyeceğini, bu düşünceye kapılacağını bilse ona asla ihsanda bulunmaz.

 

141.Zâhid ona derler ki işin sonunu görür, dünya ehliyse işin başını görür. Fakat Allah'a tam yaklaşmış arifler, ne sonu görürler, ne önceyi. Onlar, öne bakarlar da her işin sonunu bilirler. Hani bilen biri buğday eker; bilir ki buğday bitecektir, buğday biçecektir o. Sonu, önceden görmüştür. Arpa, pirinç, başka şeyler eken de böyle. Madem ki önü gördü, sona bakmaz artık; bütün sonlar, önceden malûmdur ona; fakat bu kişiler sayıca azdır.

 

142.İnsana yolu gösteren derttir, hem de her işte. İnsan, hangi işe koyulura koyulsun, o işin derdi, o işin hevesi, aşkı, gönlünde doğmazsa adam, o işe girişemez; o iş, dertsiz kolay gelmez ona. İster dünya olsun, ister âhiret... İster alış-veriş olsun, ister padişahlık... İster bilgi olsun, ister yıldız; isterse başkası; hepsi de böyledir. Meryem de doğum ağrısı başlamadan baht ağacının yanına gitmedi. "Doğum ağrısı, onu hurma ağacının dibine sevk etti." (Meryem 23) Onu, ağaca götüren o dertti de kuru ağaç meyve verdi. Beden Meryem'e benzer. Her birimizin bir Îsâ'sı var. Bizde dert meydana gelirse Îsâ'mız doğar; fakat dert olmazsa Îsâ, geldiği o gizli yoldan gider, gene aslına kavuşur; ancak biz mahrum kalırız; faydalanamayız ondan.


144.Başkasında bir ayıp görüyorsan o ayıp sendedir de onda görüyorsun. Dünya aynaya benzer. Kendini onda görüyorsun sen. O ayıbı kendinden gidermeye bak. Çünkü ondan incindiğin zaman, kendinden inciniyorsun demektir. Zulüm, kin, haset, hırs, insafsızlık, kibir gibi bütün kötü huylar, sende oldu mu incinmezsin. Fakat bunları bir başkasında gördün mü ürkersin, incinirsin. Bil ki kendinden ürkmedesin, kendinden incinmedesin. İnsan, kendi kelliğinden, kendindeki çıbandan iğrenmez, yaralı elini yemeğe sokar, parmağını yalar, gönlüne hiç de tiksinti gelmez. Fakat bir başkasında küçücük bir çıban yahut azıcık bir yara görse onun yediği yemekten tiksinir, o yemek, içine sinmez. İşte kötü huylar da kelliliklere, çıbanlara benzer. İnsan, bunlar kendisinde oldu mu incinmez fakat bir başkasında bu huyların pek azını bile görse ondan incinir, tiksinir. Sen ondan ürküyor, kaçıyorsun ya, o da senden ürker, incinirse mazur gör. Senin incinişin de onun için bir özürdür çünkü sen onu görünce inciniyorsun ya, o da aynı şeyi görüyor da senden inciniyor.

 

145.Kusur bulmak için bakma birine, bulmak için bakarsan bulursun. Kusur örtmeyi marifet edin kendine. İşte o zaman kusursuz olursun.

 

146.Ne kusursuz insan ara; ne de insanda kusur. Birincisini zaten bulamazsın. İkincisinde ise bulduğun her kusur, öğrendiğin her ayıp sahibini değil seni çirkinleştirir. Her ikisi de seni mutsuz eder.

 

147.Ne mutlu o cana ki kendi ayıbını görür... Madem ki başında on yara var; merhemi kendi başına sürmen gerek. Onun ilacı, kendini ayıplamaktır... Sende o ayıp yoksa bile emin olma; olabilir ya o ayıbı sen de işleyebilirsin... Yıllar yılı İblis de iyi bir adla ömür sürdü; derken rezil oluverdi... Güzelim, sakalın bitmediyse başka sakalsızı kınama.. Arslan kuyuda kendisini görünce öfkeyle kendi aksiyle düşmanı ayırt edemedi. Aksini kendi düşmanı sandı; hasılı kendisine kılıç çekti. Filan insanlarda gördüğün nice zulümler var ki onlara yansıyan, huyundur senin.... Gözünün önüne gök renkli bir şise koymuşsun da o yüzden alem gök görünüyor sana. Kör değilsen bu gök görüşü kendinden bil; kendine kötü de, kimseye eksik, artık bir şey söyleme.

 

148.Başkasında ayıp gören hakikatten bir koku alamaz.

 

149.Allah, bir kimsenin gerçek yüzünü göstermek isterse ona, temiz kişileri kötüleme, ayıplama meylini verir. Allah, bir kimsenin ayıbını örtmek isterse o kimse ayıplı kimselerin ayıbı hakkında ses çıkaramaz olur. Allah, yardım etmek dilerse bize yalvarmak ve dua etmek meylini verir. Onun için ağlayan göz ne mübarektir. Onun aşkıyla yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir. Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur.

 

150.Evet, bu adam inanmıştır, fakat inanç nedir, onu bilmez. Çocuk da ekmeğe inanmıştır amma inandığı nedir, onu bilmez ya, tıpkı onun gibi işte. Bitkiler de böyledir. Ağaç, susuzluktan sararır solar, kurur; fakat susuzluk nedir, bilmez. İnsanın varlığı bir bayrağa benzer. Önce bayrağı dikerler; sonra akıl, anlayış, kızış, öfke, yumuşaklık, lûtfediş, korku, umut gibi sayısını ancak Allah'ın bildiği sonsuz huylardan meydana gelmiş orduları, her yandan, o bayrağın altına gönderirler. Uzaktan bakan, yalnız bayrağı görür; fakat yakından bakan, bayrağın altındaki topluluğu da görür. Yâni gaflette olan, ancak şu bedeni görür, bilense bakınca onda ne inciler-mücevherler var, ne anlamlar var, anlayıverir.

 

151.Böylece bir insan vardır; ona denizler bile yetmez; bir insan da vardır, birkaç katre yeter ona; fazlası ziyan verir. Bu, yalnız anlam, bilgiler, hikmet âleminde böyle değildir. Mallarda-mülklerde, altınlarda, madenlerde hep böyledir. Hepsi de sınırsızdır, sonsuzdur; fakat adamına göre sunulur. Çünkü insan, fazlasına dayanamaz; deli divâne olur. Görmez misin Mecnun'u, Ferhat'ı, onlardan başka âşıkları? Aşkları yüzünden dağlara ovalara düştüler. Çünkü onlara, dayanamayacakları kadar istek sunuldu. Görmez misin Firavun'u? Ona fazla mal-mülk sunuldu, Tanrılık dâvasına girişti. "Hiçbir şey yoktur ki onun hazineleri katımızda olmasın." (Hicr 21) Denilmiştir ki iyiden kötüden hiçbir şey yoktur ki katımızda, hazinemizde sonsuz defineleri bulunmasın; fakat herkese, dayanacağı kadar göndeririz, çünkü uygun olanı da budur.

 

152.Allah'a and olsun bir kimse kap-karanlık gecede elbette gündüze kavuşacağım, ona doğru gitmedeyim deyip de bu kuruntuyla otursa, uyumasa, ne biçim gittiğini bilmese de mademki gündüzü bekliyor, gündüze yaklaşıp durmadadır. Yahut da birisi, kap-karanlık, bulutlu bir gecede bir kervanın peşine düşse de gitse, nereye ulaştı, nereyi aşıyor, ne kadar yol aldı; bunları bilmez amma sabah olunca nereye vardığını görür, ne kadar yol aldığını anlar. Hattâ birisi, Allah için gözlerini yumup açsa bu bile zayi olmaz. "Kim zerre ağırlığında hayır yapsa karşılığını görür." (Zilzal 7) Ancak şu var ki: İçi karanlıktır, özü perdelidir de ne kadar ilerledi, göremez bunu; fakat sonunda görür. "Dünya, ahiretin tarlasıdır." Kim ne ekerse burada, onu biçer orda.

 

153.Ben bu çalışıp çabalama dünyasında iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim. "Herkes önce kendi kusurunu görseydi halini islah etmekten gaflet eder miydi? Ne mutlu o kişiye ki kendi ayıbını görür. Kim birinin ayıbını görürse, o ayıbı satın alır, o ayıbı kendinde bulur.

 

154.İnsanda gizli bir öz var ya: Ona karşılık bu kötü huy, nefsin şu kötülüğü, şu fenalıklar o öze perde olmuştur. İnci, mücevher ne kadar değerli, ne kadar büyük ne kadar yüce olursa, perdesi o kadar büyük olur. Demek ki kötülük, kötü huylar o öze, o inciye bir perde oluyor. Bu perde de çok çalışmayla kalkıyor. Definenin üstünde yılan var ama yılanın çirkinliğine bakma; definedeki değerli şeyleri gör.

 

155.Karga, ardınca uçan canı nihayet mezarlığa götürür! Kendine gel de kargaya benzeyen nefsin ardından koşma...çünkü o, seni mezarlığa götürür, bağa, bahçeye değil!... Eğer gideceksen gönül Anka'sının ardından git...Kaf dağına, gönül Mescid-i Aksâ'sına var!

 

156.Dünya sevgisi, dünya geçimine savaşma yüzünden sana o ebedî azabı ehemmiyetsiz gösterir. Ölümü bile ehemmiyetsiz bir hale getirirse bunda şaşılacak ne var ki? O, sihriyle bunun gibi yüzlerce iş yapar!.. İşte senin içinde böyle bir sihirbaz gizlidir. Vesveselerde daimî bir sihir kudreti vardır!

 

157.Tavşan, aslanı zindana soktu. Aslan için ne ayıp şey; bir tavşancıktan geri kaldı!... Ey kişi! Sen, bu dünya kuyusunun dibinde mahpus kalan bir aslansın. Tavşan gibi olan nefsin, seni nasıl kahretti? Senin tavşan nefsin sahrada yiyip içmekte, zevk ve sefa etmekte. Sen ise şu dedikodu, bahis ve münakaşa kuyusunun dibindesin!

 

158.Damarım oynadığı sürece kaçacağım ama adamın kendisinden kaçması kolay olur mu? Başkasından kaçan, ondan kurtulunca sükuna erer, karar kılar. Halbuki benim düşmanım da benim, benden kaçan da ben. Şu halde işim kıyamete kadar boyuna kaçmaktır. Adama kendi gölgesi düşman olursa ne Hint'te emin olur, ne Huten'de..

 

159.Kimin kalbinde kapı açılırsa gönül göğünde yüzlerce güneş görür. Yıldızların içinde ay nasıl görünürse başkaları arasında Allah da öyle görünür. Fakat iki parmağını iki gözünün üstüne koy; bir şey görebilir misin? İnsaf et! Sen görmesen de dünya yok değildir. Kusur, ancak şom, nefs parmağında. Kendine gel! Gözünden parmağını kaldır da ne istiyorsan gör.

 

160.İnsanoğlu birbirlerinin uzuvlarıdır. Çünkü hepsi aynı cevherden yaratılmışlardır. Eğer uzuvlardan biri hastalanırsa, diğer uzuvlarda huzur ve rahat kalmaz.

 

161.Topluluk rahmettir. Mustafa(as) toplulukla çalıştı. Çünkü ruhların topluluğunun çok büyük eserleri vardır. İnsan tek ve yalnızken bu eser hasıl olmaz.

 

162.Diken eken ancak yeşermiş taze diken elde edebilir. Dünyada diken eken kişi, sakın ektiğin dikeni gül bahçesinde arama! O, eline gül bile alsa diken olur. Bir dost varsa dost, yılan kesilir.

 

163. Hak yolunda hasetten daha zor, daha tehlikeli bir geçit yoktur. Gönlüne hasedi sokmayan kişi ne mutlu kişidir.

 

164.Dünyanın lütfetmesi ve yaltaklanması, hoş bir lokmadır, ama az ye. Çünkü ateşten bir lokmadır! Ateş gizlidir, zevki meydanda. Dumanı sonunda meydana çıkar.

 

165.Temiz şeyler temizlere aittir; pis şeyler de pislere.... kendine gel! Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar. Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o bütünün parçasıdır, dinin de düşmanı.

 

166.Cevherleri gizli olan can ekinleri içinde kevser suyuyla dolu rahmet bulutları var. Susuz kal, susa da "Onları Rab'leri suvarır" (İnsan 21) lûtuf hitabı gelsin.

 

167.Allah'ın rahmetini şöyle bil: O rahmet vehme bile sığmaz, yalnız eseri görünür! Bir şeyin hem olumsuzlaması caizdir, hem ispat edilmesi. Çünkü zahiri görünüş aykırıdır. Nispet de iki türlü olabilir.Allah'ın ''O taşları attığın zaman yok mu? Onları sen atmadın ki... Allah attı."(Enfal 17) demesinde hem olumsuzlama vardır, hem ispat: ve ikisi de yerindedir. Onları sen attın, çünkü taşlar senin elindeydi, fakat sen atmadın, çünkü o atış gücünü Allah ortaya çıkardı. İnsanoğlunun kuvvetinin bir haddi hududu vardır. Bir avuç toz  toprak nasıl olur da bir orduyu bozar, kırıp geçirir? Avuç senin avucundur ama atış bizden. Bu iki nispetin olumsuzlaması da yerindedir, ispatı da.

168. Bu  beden testisi ab-ı hayatla dopdolu, bu beden testisi ise ölüm zehiri ile. Bedenin içindekine bakarsan padişahsın, bedenin kabına bakarsan yolu yitirdin. Surette, şekilde ileri olanlar mânâda geri bulunanlardır..


169.Ey oğul; bağı çöz, özgür ol! Ne zamana kadar altın ve gümüşün esiri olacaksın? Denizi bir testiye döksen ne alır? Ancak bir günlük kısmetini. Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkar olduğundan inci ile doldu. Hırs kulağa bir şey duyurmaz, kin gözü kapatır, adama bir şey anlatmaz. İste ama, ölçülü iste; bir otun, bir dağı çekmeye kudreti yoktur. Hakk’ın rahmetinden uzak olan, sultan bile olsa gözü açtır. Hırs yüzünden âkıbeti görmemek, kendi gönlüne, kendi aklına gülmektir. Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, gözü kapar; insana bir şey anlatmaz. Ey oğul! Hırslı olanlar mahrum kalırlar. Hırslı insanlar gibi hızlı hızlı koşma; yavaş yürü! Hırs kördür; halkın ayıbını inceden inceye görür, bucak bucak dolaşır söyler. Senin hırsın, bu dünyada ateşe benzer. Her alevi, yüzlerce ağız açmıştır. Hırs ve hasetten ibaret olan şu bağı çöz. Ebu Leheb’in karısının boynundaki hurma ipini düşün. Şeytan, nasıl kendisini taşlanmış bir hale getirmişse hırs da onun gibi seni kör etmiş, her şeyden  mahrum bırakmıştır. Kanaâtten hiç kimse ölmedi; hırsla da hiç kimse padişah olmadı. Hırs, insanı kör eder, ahmak yapar, bilgisiz bir hale sokar; ölümü de kolaylaştırır. Tamahkâr, tamahı yüzünden zenginin ayıbını görmez. Tamahlar bütün gönülleri kaplar. Gözün, aklın ve kulağın saf olmasını istiyorsan  tamah perdelerini yırt! Çünkü sûfiyi yoldan çıkaran tamahtır. Yoldan çıkarır da sûfinin hali mahvolur ve o, ziyan içinde kalakalır. Yemeğe, zevk ve semâa tamah ediş, hakikate akıl erdirmesine mani olur. Ayna bir şeye tamah etseydi, bizim gibi münafık olur, her şeyi olduğu gibi göstermezdi. Terazinin mala tamahı olsaydı, tarttığını nasıl doğru tartardı? Kimde tamah varsa, dili tutuk bir hale gelir. Nasıl olur da tamahla göz ve gönül aydınlanır, buna imkân var mı hiç? Tamahkâr adamın gözünün önünde makam ve altın hayâli, gözdeki kıl gibidir. Tamah, huyu fitne olan bir hırsızdır; hayâl gibi her an bir sûrete bürünür. Onun hilesini Allah’tan başkası bilemez. Allah’a sığın da o alçaktan kurtul! Fakat tamah bağladın mı Hak nurlarına dalarsın.

 

170.İnsan dış görünüşle insan olsaydı Mustafa(as) ile Ebu Cehil müsavi olurdu. Ruhu, nur denizine gark olmuş kimseye, çirkin sûretin ne zararı olabilir? Addan ve harften geçmek istersen, hemen kendini kendinden tamamıyla arıt! Kabuklardan kurtulmayan iç, ne illetten kurtulur, ne doktordan fayda görür. Testinin şekliyle ne vakte dek oyalanıp duracaksın? Testinin nakşından geç, ırmağa, suya yürü! Şekli sûreti gördün, ama mânadan gâfilsin. Akıllıysan sedefteki inciyi bul! Âlemdeki bu sedefe benzeyen kalıpların hepsi, can denizinden diridir. Fakat her sedefte inci bulunmaz. Gözünü aç da her birinin gönlüne, içine bak! Onda ne var, bunda ne var? Onu anla! Çünkü o değerli inci nâdir bulunur. İnsanların ihtilâfı isimlerden meydana gelir; mânaya ulaşan ise esenliğe kavuşur. Bu sûret kadehlerinden pek sarhoş olma ki, put yapıcı ve puta tapıcı olmayasın. Ey zâhirperest! Git, mâna elde etmeye çalış. Çünkü mâna, sûret tenine kanattır. Bil ki zâhirî sûret yok olur gider, fakat mâna âlemi ebedîdir, kalır.

 

171.Sen bir işe el atar, o işe iyice sarılırsın... o işteki ayıp ve noksan o anda sana örtülüdür. Allah, senden o işin ayıbını örttüğünden canla başla o işe girişebilirsin. Hararetle sahip olduğun fikrin de ayıbı senden gizlidir. Sana o fikirdeki ayıp ve kusur belli olsaydı ondan kaçardın... canın bu fikirle aramda keşke mağriple maşrık arası kadar uzaklık olsaydı der! Nihayet ondan usanır, pişman olursun ya... bu hal, evvel olsaydı hiç ona koşar mıydın? Şu halde ona girişelim, kaza ve kadere uygun olarak o işi görelim, diye önce ondaki ayıbı, kusuru bizden gizlemiştir. Kaza ve kader hükmünü izhar edince göz açılır; pişmanlık gelir, çatar! Bu pişmanlık da ayrı bir kaza ve kaderdir... bu pişmanlığı bırak da Allah'a tap! Pişman olmayı kendine adet edinirsen boyuna pişman olur durur, nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olursun! Ömrünün yarısı perişanlıkta geçer, öbür yarısı da pişmanlıkta heder olur gider. Bu fikri, bu pişmanlığı terk et de daha iyi bir hal, daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara!

 

172.Sen iyilerden misin, kötülerden misin? Bu ikisinden hangisisin? Yani ezelde kötü mü yazıldık? İyi mi yazıldık, bilmiyorsun. Bunu anlayıncaya kadar, görünceye kadar çalış çabala. Ticaret malını bir gemiye yüklerken, bu işi Allah’a tevekkül ederek yaparsın. Sen, bu ikisinden hangisi olacağını, yani yolculukta boğulup gidecek misin? Yoksa kurtulacak gideceğin yere varacak mısın? Bilemezsin. “Kimim? Neyim? Ne olacağım? Bunları bilmedikçe gemiye binmem, deniz yolculuğuna çıkmam” dersin; “Bu yolda kurtulacak, sağ, esen kalacak mıyım? Yoksa batıp boğulacak mıyım? İki halden hangisindenim? Bunu bana açıkca bildir. Ben bu yola şüphe ile girdim. Başkaları gibi, kuru bir ümide kapılıp yola çıkamam.” diyecek olursan; böyle kuruntularla, hiçbir iş yapamazsın, ticaret edemezsin. Çünkü bu iki husus, gayb alemindendir. İkisi de gizlidir. Korkan, nazik, şişe canlı olan tâcir, ne kâr edebilir, ne de ziyan.

173.Kim benlikten kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir. Nakışsız bir ayna haline gelir, değer kazanır. Çünkü bütün nakışları aksettirir.

 

174.Beri gel, beri, daha da beri, niceye bir şu yol vurulacak? Değil mi ki sen, bensin, ben de senim, niceye şu senlik-benlik? Hepimiz de bir tek olgun kişiyiz; fakat neden böyle şaşıyız ki? Neden böyle zengin, yoksulları hor görür ki? Biz hepimiz aynı mayadanız; aklımız da bir, başımız da; fakat şu beli bükülmüş göğün altında iki görür olup kalmışız. Bu beş duygudan, altı yönden pılını-pırtını çek birlik bucağına; niceye dek usul boylu birlik ağacının yalnız sözünü edip duracaksın? Haydi şu benlikten geç, tüm insanlara karış kaynaş. Kendinde kaldıkça bir habbesin, bir zerresin, ancak; tüm insanlıkla birleştin kaynaştın mı ummansın, madensin.

 

175.Sen sıkı sıkıya, "Ben"e ve "Biz"e yapışmışsın. Yokluğa ve birliğe ulaşamamışsın, karşılaştığın bütün bu bozuk düzen işler, bütün bu perişanlıklar, bu yıkıntılar hep bu ikilikten meydana gelmededir. Bakırı kimyada eritir gibi, varlığını, sana o varlığı verenin varlığında erit. Eğer gündüz gibi aydınlanmak, parlamak istiyorsan, geceye benzeyen, gece gibi karanlık olan varlığını, benliğini yak. Gönlünde ilahi aşk ateşini uyandıran ve çevresini aydınlatmayı öğrenen kişiyi artık güneş bile yakamaz.

 

176.Zehirden ve şekerden vazgeçmedikçe nasıl vahdet ve birlikten koku alabilirsin? Sen, sıkı sıkıya ben’e, biz’e yapışmışsın. Bütün bu bozuk düzenler, bütün bu perişanlıklar, ikilikten meydana çıkıyor. İki deme, iki bilme, iki çağırma. Kulu, efendisinde yok olmuş bil! Bâkî renk, ancak Allah’ın rengidir. Ondan başka renkler, bil ki çan gibi iğreti ve takmadır. Birlikteki bu tek renklilik, insana usanç ve sıkıntı veren tek renklilik değildir. Belki o tek renk, deniz gibidir; ona dalanlar da balık gibi neşe içinde yaşamaktadırlar. Karada gerçi binlerce renk bulunur ama, balıkların kurulukla savaşı vardır. Misal olarak söylenen balık kimdir, deniz nedir ki yüce ve ulu padişah ona benzesin! Varlık alemindeki yüz binlerce denizler ve balıklar, o ikram ve ihsan huzurunda secde ederler. Zehirden de, şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nasıl kokular alabilirsin? Hocam, şaşı göz, bil ki tek göremez. Bu ikilik, şaşı gözün görüşüdür. Yoksa evvel, âhirdir, âhir de evvel. O duygularla birlik âlemini bil, eğer birlik âlemini diliyorsan o tarafa yürü!

 

177.Ben bir müddet taklit ile kendimi bildim, kendimi beğendim. Ben o vakitler kendimde idim ama, asıl kendi varlığımı sezememiş, anlayamamıştım. Çünkü, o zaman ben kendimi göremedim, kendimi tanıyamamışım. Sadece adımı işitmiştim. Fakat ne zaman ki, kendimden çıktım, benliğimi terkettim; işte asıl o zaman kendimi gördüm, kendimi buldum.

 

178.Sürekli ‘ben’ diyerek Hakk’ı incitme ki kimse düşmanın olmasın.

 

179.Ey vefalı kişi, gel, gel, daha yakına gel! Beni, benliği, bizi, bizliği bırak! Çabuk, vakit geçirmeden gel! Gel daha yakın gel! Biz'den, ben'den vazgeç, gel, gel. Sen'lik ve biz'lik yok oluncaya kadar gel. Ne "sen" kalasın, ne de "biz" kalalım! Kibri ve kendini beğenmeyi bırak da, yere göğe sığmayan o büyükler büyüğüne gönlünde yer ver. Cenab-ı Hakk, ezel aleminde "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" (A’raf 172) diye buyurdu. Sen de ona; "Evet, Rabbimiz sensin!" diye cevap verdin. Evet sözünün şükrü nedir? Yani o emri nasıl yerine getireceksin? Bu dünyada, şikayet etmeden, Hakk'tan gelen belalara, ıstıraplara sabretmektir. Ses çıkarmamaktır. Bela'nın bir sırrı da; ben fakir, yokluk dergahının kapısını çalıyorum demektir. Sen, kendinden kurtul, benliğinden temizlen, toprak ol, ayak altına seril de toprağından otlar bitsin. Ot gibi benliği üstünden atar, kurursan hoş bir şekilde aşk ateşinde yanarsın. Senin yanışınla meydana gelen kül, toprak, kimya gibi dertlere deva olur. İlletlerle, nefsanî arzularla dolu olan hayvanî ruhunu ona ver de sonsuz olan, hoş olan insanî ruhu elde et.

 

180.Eğer Hak yoluna koyulursan, sana yol açarlar. Benliğinden geçer yok olursan, seni gerçek varlığa ulaştırırlar. Nefsini alt eder, tevazu gösterirsen dünyalara sığmazsın. O zaman seni, sana, sensiz gösterirler.

 

181.Ruh(Kuş-İsra 13), seni en yüksek göklere çıkarırken sen en aşağılıklara, su ve çamura doğru gittin. Akıl bağlanmıştır da hevâ ve heves, dileğini işliyor; hâlbuki akıl işlemeliydi dilediğini. Nefis, bu çeşit mahlûklardandır da onun için yok edilmeye lâyıktır. Onun için ulu Allah “Öldürün nefislerinizi”(Bakara 54) demiştir. Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var? Hevâ ve hevesini terk etme ateşini vur şu dikene; iyi işli dosta uzat elini, sarıl ona! Hevâ ve hevesine uyarsan aklın dimağın bozulur. Hevâ ve heves lezzetlerinin hepsi hiledir, riyâdır. Ey ömrünü yele veren, sarhoş musun sen? Niceye dek bu hevâ ve hevese tapacaksın sen? Eğer şehvet ve hevâ sevdasında koşacaksan, sana haber vereyim ki eli boş kalacaksın!

 

182.Tut ki bütün doğuyu, batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Mâdem ki bu saltanat, sonunda sende kalmayacak, sen onu bir şimşek farzet; çaktı, söndü. Gönül, ebedi olmayan mülkü, bir rüya bil! Cellat gibi boğazına yapışan debdebeyi, şan ve şöhreti ne yapacaksın ki?

 

183.Zamanede sana üç yoldaş vardır; biri vefakardır, ikisi gaddar. Biri dostlarındır, öbürü malın mülkün, üçüncüyse iyi işlerdir ve bu vefalıdır. Mal, seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkamaz. Dost gelir, gelir ama mezar başına kadar. Ölüm gününde dost, sana hal diliyle der ki; "Sana buraya kadar yoldaşım, bundan öteye gidemem. Mezarının başında bir zamancağız dururum." Fakat yaptığın işler vefakardır; onlara sarıl ki onlar; mezarın içine kadar seninle gelirler.

 

184.Fikrin donmuşsa, düşünemiyorsan yürü, zikret. Zikir, fikri titretir, harekete getirir. Zikri bu donmuş fikre güneş yap.

 

185.Kendine gel, yepyeni bir söz söyle de dünya yenilensin! Sözün öylesine bir söz olmalı ki, dünyanın da sınırını aşmalı. Sınır nedir, ölçü nedir, bilmemeli!

 

186.Gözler perdeleri delip hakikat nurunu görmeye başladı mı bu nur, onun nurudur artık. Bu nura sahip olan dışa bakar, içi görür. Zerrede ebedi varlık güneşini görür. Katrede bütün denizi görür.

 

187.Kardeş, elini duadan ayırma. Kabul edilmiş, edilmemiş, bununla ne işin var senin? Ekmek bile bu gözyaşına mani olursa elini ekmekten yummak gerek. Kendine çekidüzen ver, çevikleş, yan yakıl da ekmeğini gözyaşlarınla pişir!

 

188.Dert, Allah'ı gizlice çağırmana sebep olduğundan bütün dünya malından yeğdir. Dertsiz dua soğuktur, bir şeye yaramaz. Dertli dua ve niyaz, gönülden aşktan gelir.

 

189.İşlediğin günah yüzünden korkuyorsun, kurtulmaya çareler arıyorsun. Bir daha işlememeye karar veriyorsun, işte o anda bu duygularla için karıştığı, kendinden utandığın, kendini ayıpladığın, vicdanın sızladığı zaman düşünmüyor musun? Bu duyguları sana veren, bu pişmanlığa seni düşüren, senin içindedir. Sana çok yakındır. O'nu sen ne diye kendinde, kendi içinde göremiyor, hissedemiyorsun?

 

190.Zahmet, meşakkat madeniysen sabırla define olursun.

 

191.Tilkinin biri bir ormana daldı; orda bir ağacın dalına asılmış, ağacın gövdesine yaslanmış bir davul gördü. Yel vurup ağacın dalı sallandıkça davul da sallanıyor, davulun kuvvetli sesi, tilkinin kulağına geliyordu. Tilki davulun büyüklüğünü gördü, çıkardığı yüksek sesi duydu. Eti, derisi de cüssesinin, sesinin miktarıncadır deyip tamaha düştü. Bütün gün gece uğraştı; başka hiçbir işe koyulmadı. Davulun çevresinde dikenler vardı, düşmanlar vardı; birçok düzenlere, hilelere başvurdu, sonunda oraya vardı; davulu yırttı; içinde yelden başka birşey bulamadı. Hani dünyaya âşık olanlar gibi; onlar da gece bastı da ölüm çağı gelip çattı mı feryada başlarlar: Ama marifet ilmiyle gözleri açık olanlar, Tanrı tapısının sürmesini gözlerine çekenler, tilkinin daldığı bu ormanda, davul sesine aldırmazlar; ölümsüz avı avlamaya bakarlar; onu ararlar. Kulağında "Söyle"(Nur 30) vahyinin sesi olan kişi, davul sesine kulak mı asar hiç?

 

192. Her belânın ve cezanın bir sebebi, bir aslı vardır. Belâyı çekip getiren bu sebep, bu asildir. Gerçi başa gelen belâ, aslına benzemez, ama ondandır. Bil ki çektiğin zahmet, yaptığın bir suçun sonucudur. Sana inen bu tokat, bir şehvetin/arzunun sebebidir.

 

193.Sana gelip çatan şu can sıkıntılarının, şu karanlıkların, şu hoşa gitmeyen şeylerin, birisini incitmen, kırman, bir suç işlemen yüzünden meydana geldiğini bilesin diye karşılığı gelip-çatar. Ne ettin, ne yaptın, etraflıca hatırında değildir amma karşılığından çok kötü bir iş yaptığını anla; onun kötü olduğunu ya bilgisizliğinden, ya gafletinden, yahut da suçları kolayca sana yaptıran bir eş-dost yüzünden suç saymıyorsun, bilmiyorsun onu; fakat karşılığına bak da ne kadar ileri gittiğini, ne kadar sıkıldığını anla. Kesin olarak can sıkıntısı, suç karşılığıdır; gönül ferahlığı ise ibâdet ve itaat karşılığı.

 

194.Ulu Tanrı, iyiliğin-kötülüğün karşılığını kıyamette vermeyi vâdetmiştir amma peşin olarak da onun örneği, dünya yurdunda soluktan-soluğa, bakıştan-bakışa belirip durmadadır. Bir insanın gönlüne bir neş'e, bir sevinç gelse bu neş'e, bu sevinç, birisini neşelendirmesine, sevindirmesine karşılıktır. Sıkılır, gamlanırsa da birisini sıkmıştır, birisini gamlandır mıştır. Bunlar, öbür dünyanın armağanlarıdır; ceza gününü gösterir; şu azıcık şeyler o çok şeyi anlatır; hani buğday dolu bir ambardan bir avuç buğday gösterirler ya, tıpkı onun gibi.

 

195.Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık gönlünü tırmalamaya başlar. O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki? der. Şerrinden ağlayan mazlum yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı. Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgarı ateşini üfler. Hulâsa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması hâline gelir, o mânalar, duyulur, görülür bir hâle gelip meydana çıkar. Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; köktür, kök; dal budak verir. Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil. Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken çıkmasın. İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten meydana gelir. Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.

 

196.Bir kötülük edince,bir günah işleyince ondan kork; çünkü kötülük ekilen bir tohumdur. Allah onu yeşertir,meydana çıkarır. Birkaç zaman,belki yaptığına pişman olur,utanırsın diye,o günahı gizler.

 

197.Zahmetin sebebi kötülük etmektir. Kötülüğü yaptığın işlerde gör; talihimden deme. İyilik ettiğin müddetçe görürsün ki iyi yaşamaktasın, gönlün rahat. Fakat bir kötülükte bulundun, bir fenalık ettin mi o yaşayış, o zevk gizleniverir. Kötülükte bulundun mu kork, emin olma; çünkü yaptığın kötülük bir tohumdur, Allah, onu ortaya çıkarır! Dünya dağdır, bizim yaptıklarımız ses. Seslerin aksi yine bizim semtimize gelir. Kendinize gelin! Kötü bir iş yaptığınızda Hakk’ın gayreti, pusudan çıkmaya görsün; baş aşağı yerin dibine gidersiniz. Kim fena bir iş yaparsa ona da her an lânet gider durur. İyiler giderler, güzel işleri kalır; alçaklardan geriye kalanlar ise zulüm ve lânetlerdir.

 

198.Ne vakit bir eğrilik ettin, ne zaman bir kötülükte bulundun da, onun ardından derhal lâyığını görmedin? Ne zaman gökyüzüne bir nefes, bir duâ gönderdin de arkasından onun gibi bir iyilik görmedin? Eğer dikkat edip, uyanık olsan, yaptığın işlerin karşılığını her an görürsün! Murâkabe ile dikkat eder de Allah’ın ipine sarılırsan; adâletin tahakkukunu görmen için kıyâmetin gelmesine gerek kalmaz. Remiz ve işaretten anlayan kişiye açık söz söylemeye ihtiyaç kalmaz.

 

199.Lânet, Şeytana bir gözbağı oldu, bu yüzden hileyi düşmanı olan Âdem’e ziyan sandı. Lânet dediğin de işte insanı böyle ters görüşlü yapar. Hasetçi, kendini görür, beğenir, kindar bir hale gelir. Nihayet kötülüğün, sonunda dönüp kötülükte bulunana geleceğini, ona ziyan vereceğini anlamaz. Kendisini mat edecek şeylerin hepsini aksine görür. Hâlbuki mat olan kendisidir, kendisi ziyan eder! Çünkü kendisi bir hiçten ibaret olduğunu görse, yarasının öldürücü ve şiddetli olduğunu bilse, böyle görüş, böyle biliş, adamın gönlünü dertlendirir. Dert de onu hicaptan çıkarırdı.

 

200.Düşünceleri, gökyüzünün yıldızları say. Fakat bunlar, başka bir gökyüzünde dönmedeler. Kutluluk düşündün mü şükret, ihsanda bulun. Kötülük düşündün mü sadaka ver, bağışlanma dile, çark vur!

 

201.Su kabı, ey akıllı adam, sakanın elindedir. Öyle olmasa kendi kendine nasıl dolar, boşalır? Sen de her an dolmada, boşalmadasın. Bil ki, O'nun sanat elindesin. Gözündeki bağ, kalktı mi sanatin, 'Sanatkârın' elinde halden hale girmekte olduğunu anlarsın. Gözün varsa kendi gözünle bir bak. Hiçbir şeyden haberi olmayan bir ahmağın gözüyle bakma. Kulağın varsa kendi kulağınla dinle, duy. Neden sersemlerin kulağına kapılıyorsun? Taklide uymaksızın bakmayı âdet edin, kendi aklını koru, onu düşün sen.

 

202.Bir kimse bir kimse hakkında iyi söylerse o hayır ve o iyilik, kendisinedir, gerçekte kendisini övüyor demektir. Bu, şuna benzer: Birisi, evinin çevresine güller, fesleğenler eker; evinin bahçesini güllük gülistanlık yapar. Ne vakit bakarsa gül görür, fesleğen görür, boyuna cennettedir. İnsan, insanların hayrını söylemeyi huy edinirse birisinin hakkında hayırlı sözler söylemeye koyulur; o da onun sevgilisi olur; onu andı mı sevgilisini anmış olur. Sevgiliyi anış güldür, gül bahçesidir, güzel kokudur, esenliktir. Fakat birisinin kötülüğünü söylerse onun nefretini kazanır; o adam da onu andı mı hayali gözünün önüne geldi mi yılan, akrep görmüşe yahut diken, çöplük görmüşe döner. Mademki gece gündüz, güller, gül bahçeleri, İrem bağları görebilirsin, elindedir bu; peki, ne diye dikenliklerde, yılanların bulunduğu yerlerde gezer dolaşırsın? Herkesi sev de boyuna güllükte gülistanlıkta yaşa. Herkesi düşman bilirsen düşmanların hayalleri gelir gözünün önüne; gece gündüz dikenliklerde, yılanların bulunduğu yerlerde gezip dolaşırsın âdeta. Veliler, herkesi severler, iyi görürler ya; bunu başkaları için yapmazlar, kendileri için yaparlar ve kötü, tiksinilen bir hayal görmemek isterler. Mademki şu dünya da insanları hayallerini görmekten kaçınmaya imkân yok; nefret edilen bir kötülük, yollarını kesmesin diye anışlarının da hatırlayışlarının da hep sevimli, hep güzel olmasına çalışırlar. Demek ki insanlara ne yapıyorsan, insanları nasıl hayırla, şerle anıyorsan hepsi de dönüp sana geliyor. Hak Teâlâ bunun için; “Kim bir iyilik ederse kendi lehinedir; kim kötülük ederse kendi aleyhinedir” (Casiye 15) buyurur. Ve “Kim ki zerre miktarı hayır yaparsa karşılığını görür; kim de zerre miktarı şer yaparsa karşılığını görür” (Zilzal 7-8) buyurur.

 

203.Ey oğul! Eğer daima cennette olmak istersen, herkesle dost ol. Hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma! Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma! Merhem ve mum gibi ol, iğne gibi olma! Eğer hiç kimseden sana kötülük gelmesini istemiyorsan; kötü söyleyici, kötü öğretici, kötü düşünceli olma! Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun. İşte o sevinç cennetin ta kendisidir. Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun. İşte bu dert de cehennemin ta kendisidir. Dostlarını andığın vakit gönül bahçen çiçek açar, gül ve fesleğenlerle dolar. Düşmanları andığın vakit, gönül bahçen, dikenler ve yılanlarla dolar; canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir.

 

204.Kimi kullar vardır, kahrı yüzünden şükreder Allah'a; kimi kullar vardır,lütfu yüzünden şükrederler Allah'a.Bunların her biri de hayırlıdır; çünkü şükretmek panzehirdir; kahrı lütufa döndürür.

 

205.Ey boş yere kendini gamlara kaptıran, elde edemediği dünya malı için üzülüp duran gafil! Kur'ân'ı aç da; "Sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler" âyetini oku! "'

 

206.Dünya bir dağa benzer.Hayr olsun şer olsun, ne dersen onu duyarsın dağdan. Bir güzel söz söyledim, dağ çirkin cevap verdi sanırsan imkan yok buna.Bülbül dağa karşı şakısın da dağdan karga sesi gelsin yahut insan seslensin de dağ eşek anırışıyla yankılansın; mümkünü yok.Eşek anırışını duyuyorsan, iyice bil ki bu senin sesinin geri yansımasıdır.

 

207.İnsanın sözü, başkası içindir, kulağıysa kendisi için. Susmak bilgisizin bilgisizliğine bir örtüdür, bilgin için ise süs. İnsana en güç şey, susmaktır, fakat en faydalı şey, gene susmak. Dilini koru, çünkü o bir canavardır, yer seni.

 

208.Gönüldeki söz, gönlü özleştirir, geliştirir. Susmakla can, yüzlerce gelişmeye nâil olur. Söz dile geldi mi öz harcanır gider. Az harca da güzelim öz, elde kalsın. Az söyleyen adamda derin bir düşünce vardır. Kabuğa benzeyen söz arttı mı, iç yok olur. Güzelim, sonunda değil mi ki çenemiz bağlanacak, çenemizi az oynatmamız daha doğru.

 

209.Bu sır, senden parladı, bana vurdu; nasıl gizleyebilirim? Ay gibi, söylemeden nur saçmakta. Fakat ayın kursu, söze gelirse gece yol alanları hemencecik yola sokar. Yanlış yola gitmekten de emin olurlar, yoldan çıkmadan da. Ayın sesi, gulyabani sesinden üstün olur. Ay, söylemeksizin yol gösterirse, söyleyince ne yapmaz, dünyayı ışığa boğar! ‘’Ey rahmet kapısı, ey eşi, naziri olmayan Tanrı dergâhı, ebede kadar açık kal!” Her istek, her zerre bir penceredir, fakat kör gönül nasıl olur da “Orada bir kapı vardır” der. Gözcü, bir kapı açmadıkça gönle, orada kapı olmak ihtimali bile gelmez. Fakat bir kapı açıldı mı, şaşırır. Tamah ümidinin kuşu uçup gider. Akıllı bir kişi, bir viranede ansızın define buldu, onun için her viraneye koşuyor. Sen, yoklukta bir inci bulamadıysan gayri orada ne diye inci arıyorsun? Zan, yıllarca kendi ayağıyla koşsa burnunun direğinden ileriye geçemez (olduğu yerde sayar, durur). Burnuna gayptan bir koku gelmedikçe, söyle… burnunun ucundan başka bir şey görebilir misin?

 

210.Söz söylemede yücelik aramayın! Dinlemek, söylemekten yeğdir. İnsan, kulağıyla gelişir; duya duya canlanır. Hayvansa boğazıyla, yemekle-içmekle gelişir. Kulağın varsa kendi kulağınla dinle, duy! Ey dil, sen hem bitmez tükenmez bir hazinesin; hem dermanı olmayan bir dertsin! Bu dil çakmak taşıyla, çakmak demiri gibidir. Dilden çıkansa ateşe benzer. Bir söz bir âlemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder. Bil ki ağızdan bir kere çıkan söz, yaydan fırlayan ok gibidir. Oğul, o ok, gittiği yerden dönmez; seli baştan bağlamak gerek.

 

211.Kişi 'kim' olduğunu bilmek isterse 'kimleri' sevdiğine baksın.

 

213.Bir hırsız, bir yılan oynatıcısının yılanını çaldı. Aptallığından onu ganimet saymaktaydı. Yılancı, yılanın zehirlemesinden kurtuldu. Yılan da hırsızı ısırdı zehirleyerek öldürdü. Yılancı, o ölü adamı görüp tanıdı, "Onu benim yılanım öldürdü,canından etti. Hırsızı bulayım da yılanımı ondan alayım diye dua edip duruyordum, gönlüm yılanımı bulmayı istiyordu.Allah'a şükür olsun ki o dua kabul edilmedi. Ben duamın kabul edilmeyişini ziyan sandım ama bana faydaymış" dedi. Nice dualar vardır ki ziyanın, helâk olmanın ta kendisidir. Pak Allah, onları kereminden kabul etmez.

 

214.Denize bir yol bulmuş küpün önünde ırmaklar bile diz çöker..

 

215.Bir ejderha bir ayıyı yakalamıştı. Yiğidin biri, giderken ayının bağırmasını duydu. Âlemde düşkünlere yardımcı erler vardır. Onlar, mazlumlar feryat ettiler mi derhal yetişirler. Mazlumların seslerini her yerden işitirler, Hak rahmeti gibi o tarafa koşarlar. Âlemin sarsıntılarına, yıkıntılarına direk, destek olan.. gizli dertlerin tabibi bulunan o erler; Muhabbetin, adaletin, rahmetin ta kendisidirler. Onlar, Hak gibi illetsiz, rüşvetsiz kişilerdir. Onlardan birine "Can ve gönülden ettiğin bu yardım için, neden yardım ediyorsun?" denilse ancak" yardım isteyenin gamından, çaresizliğinden" der. Erin avı merhamettir. İlaç, âlemde dertten başka bir şey aramaz. Nerede bir dert varsa, deva oraya gider. Su, neresi alçaksa, oraya akar.

 

216.Sevgi ve merhamet insanın içinde bir nehirdir, bu nehir ne kadar güçlü akarsa içinde kötülük tutunamaz.

 

217.Cenâb-ı Hak, kemal sırrına ayna olmak üzere, bir gönül sahibini halîfe edindi. Ona hadsiz hesapsız safâlar ihsan etti. Sonra da ona zulmetten bir zıt yarattı. Siyah ve beyaz iki bayrak yaptı. Biri Âdem'di, biri yol kesen İblis. Bu iki asker arasında nice meşhur savaşlar oldu. İkinci devrede Hâbil idi. Onun temiz nurunun zıddı Kâbil'di. Böylece bu iki adalet ve cevr bayrağı, devir devir Nemrud'a kadar vâsıl oldu. O, İbrahim'in zıddı ve hasmı oldu. İki asker, birbirine düşman kesilip çarpıştılar. Savaşın uzamasından hoşlanmayınca iki hasmın arasını ateş ayırdı. O ikinin müşkülü halledilsin diye ateş, hem hakem, hem de hizmetkâr oldu. Devir devir, asır asır bu iki bölük, ta Firavunla Mûsâ'ya kadar, nice yıl aralarında savaştılar. Haddi geçip usanç artınca, Cenâb-ı Hak, hak kimindir belli olsun diye deniz suyunu hakem yaptı. Böylece Mustafa (as)'nın mübarek devrine kadar devam etti. O'na da Ebu Cehil, cefaya kalkıştı.

 

218.Olgun kişilerin kıblesi sabırdır, tahammüldür. Hiddete kapılıp, hiç kimseyi çiğneme ki, seni de kimse çiğnemesin!

 

219.Nefsinin "Bu kötü" dediğine kulak asma. Çünkü onun işi hep zıddınadır.Onun dediğinin zıddını yap.Ömrün, sana yüzlerce yıl mühlet verse nefis, her gün yeni bir bahane bulur, sana mani olur; soğuk vaatleri sıcak bir surette söyler. O öyle bir sihirbazdır ki insanı kıskıvrak bağlar.Nefsine uyanların önüne bir perde çekilir.

 

220.Adamın biri ağaç altında uyurken ağzına yılan girdi. Bunu uzaktan gören yiğit bir atlı koştu ve hemen uyuyan adamı uyandırıp kırbaçlamaya başladı ve ona yerden çürük elmaları yemesini emretti. Adam korkudan yedi. Sonra yiğit adamı kırbaçlayarak koşturuyordu. Zavallı adam çöllerde saatlerce koştu. Kan ter içinde kalmıştı. Nihayet yere diz çöktü ve başladı kusmaya. Yılan çıkıverdi. Adam yiğite minnetle baktı ve “A yiğidim bunu neden baştan demedin, sana düşman kesilmiştim şimdi minnettarım, canım kurtuldu.” dedi. Yiğit “Baştan desem ödün patlar yaşayamazdın. Kurtulman için kırbaç, çürük elma ve koşma gerekiyordu” dedi. İyi anla! Yılan giren adam sensin. Yiğit ise Hak'tır....Kırbaçlar dünyevi eza ve belalar. Çürük elma fakirliktir. İçinden çıkan yılan ise nefsin. Onu defetmeden kurtulamazsın.

 

221.Doğru bile, eğrilere eğri görünür. Bir şaşıya "Ay birdir" desen “İkidir, bir olmasında şüphe var" der. Birisi alay eder, güler ve "Evet, iki" derse bu sözü doğru olarak kabul eder. Kötü huyun lâyığı budur.Yalancılar yalanla konuşurlar. “Kötü şeyler, kötülere aittir” sözü ışık verip durmaktadır.

 

222.Tedbir ona derler ki seni davet ettiler mi bunlar, bunlar benim dostum, beni seviyorlar, beni istiyorlar demeyesin.Davetlerini, kuşlara çalınan ıslık bil. Avcı, pusuda gizlidir de kuş gibi öter durur.Önüne de seslenen, öten, çığıran budur zannını vermek için bir ölü kuş koymuş. Kuşlar... onu kendi cinsinden sanip toplanırlar. O da onların derilerini yüzer. Ancak Allah hangi kuşa ihtiyat ve tedbir duygusu vermişse o kuş o taneye, o tuzağa aldanıp gelmez.

 

223.Meyve, ağaçtan sonra vücuda gelir,fakat hakikatte evvel odur.

 

224.Gözleri açık, fakat gönlü uykuda nice insanlar var... zaten su ve toprak ehli olanın gözü ne görebilir ki? Fakat gönlü uyanık olanın baş gözü uyusa bile gönlünde yüzlerce göz açılır.Gönül ehli değilsen uyanık ol, uyuma. Bir gönül iste, mücadeleye giriş.

 

225.Kendinde göğe doğru çıkmaya bir meyil gördün mü hüma kuşu gibi kanadını hemen aç! Fakat kendinde yeryüzüne bir meyil gördün mü feryat et, ağlayıp inlemeyi hiç bırakma.Akıllılar önceden feryat ederler, bilgisizlerselişin sonunda başlanına vururlar!Sen dahaişin önünde sonunu sorda kıyamet günü pişman olma.

 

226.Şehvete kul olan, Tanrı indinde köleden, esir olmuş kullardan beterdir. Çünkü köle bir sözle sahibinin kulluğundan çıkar, hür olur. Şehvete kul olansa tatlı dirilir, acı ölür. Şehvet kulu, Tanrı’nın rahmeti, hususi bir lûtuf ve nimeti olmadıkça kulluktan kurtulamaz. Öyle bir kuyuya düşmüştür ki bu kuyu, onun kendi suçudur. Ona cebir değildir, cevir de değil! Kendisini kendisi, öyle bir kuyuya atmıştır ki ben o kuyunun dibine varacak ip bulamıyorum. Artık yeter... Eğer bu sözü uzatırsam ciğer ne oluyor? Mermer bile kan kesilir. 

 

228.Dünya pazarının sermayesi altındır. Öte alemin sermayesi ise; aşk ve daim nemli iki göz. Gönlüm bağdır, gözüm bulut. Bulut ağladı mı bağ yeşerir. Mum gibi yaş dök ki gönül evin aydınlansın. Gülene neden gülüyorsun diye sorulmaz, ama ağlayana neden ağladığı sorulur. Sende dualarında ağla ki, Rabbin sebebini sorsun.

 

229.Açlık, beden evinde yıkım var diye tabiattan bir istektir; kerpiç ver, balçık ver diye isteyiştir. Yemek de al işte diye bir cevaptır. Yememekse henüz ihtiyaç yok, duvarın bedeni daha kurumamış, üstüne sıva vurulamaz diye cevap veriştir. Hekim gelir, hastanın nabzını tutar, bu bir sorudur. Damarın atışı cevaptır. İdrara bakış soru sormaktır, söz söylemeksizin cevap duymaktır. Tohumu yere dikmek, bana filan meyve gerek diye soru sormaktır; ağacın bitmesi, dille söylemeksizin cevap veriştir. Harfsiz cevaba, harfsiz soru gerek. Tohum çürümüşse ağaç bitmez; bu da sorudur, cevaptır. Padişahın biri, birinin üç mektubunu okudu, cevap yazmadı. Adam, üç kez huzura hâlimi bildirdim; dileğimi kabul mü ettiniz, ret mi; lütfen bildirin diye bir mektup daha gönderdi. Padişah, bilmez misin ki cevap vermemek de cevaptır; ahmak kişiye karşı susmak, ona cevap vermektir diye mektup yazdı, yolladı. Ağacın bitmemesi, cevap vermemesidir ki bu da cevaptır. İnsanın her hareketi bir sorudur, gam olsun, neşe olsun, uğradığı hâl de cevaptır. Güzel bir cevap duyarsa şükretmesi gerekir; şükür de gene o çeşit soru sormasıdır; çünkü o soruya bu cevabı aldı. Kötü bir cevap duyarsa tez tövbe etmesi, artık o çeşit soru sormaması gerekir. “Onlara azabımız geldiği zaman yalvarıp yakarmaları gerekti; o vakit bile aldırış etmediler; gönülleri katılaştı.”(En’am 43) Yani, anlamadılar ki cevap, sorularına uygundur. “Şeytan, yaptıkları işleri bezedi, güzel gösterdi onlara.”(Nahl 63). Yani sorularının cevabını duydular da bu kötü cevap o soruya layık değil dediler. Bilmediler ki duman ateşten değil odundandır. Odun ne kadar kuru olursa dumanı o kadar az olur. Bir gül bahçesini bir bostancıya versen, sonra da o bahçeden pis bir koku gelse gül bahçesini kınama, bostancıyı kına.

 

230.Gönlümde, sana hiçbir düşmanlık yok. Çünkü bunu, ben senden bilmiyorum ki.

 

231.Dua çıktığı evi bilirsen kimin adını anarsan an, kimi översen öv!

 

232.Zavallı insan, kendisini hakkıyla tanıyamadı, bilemedi. Fazilet makamından geldi, lakin noksan âlemine düştü. İnsan kendini ucuza sattı. Atlas kumaştı, kendini bir hırkaya yamadı gitti. Yüz binlerce yılan ve dağ insanın hayranı iken, o niçin yılanın mal ve mülkün hayranı ve dostu oldu? İnsan bir dağa benzer. Böyle sağlam iken insan nasıl aldanır, fitneye düşer de yılan gibi mal ve mülke hayran olur? Ve’ttîn (Tin) sûresindeki “Biz insanı en güzel şekilde yarattık.” âyetini oku. Ey dost, en değerli inci candır. En güzel surette olan insan, hem arşın hem de düşüncenin üstündedir. Bu paha biçilmez şeyin değerini söyleyecek olursam ben de yanarım, duyan da yanar.

 

233.Ten alemi olan dünya,şehvetten kurtulan kişiden başka herkesi yanılta gelmiştir,yanılta gider.

 

234.Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetinin yerleşip kuvvetlenmesi de alışkanlıklar yüzündendir.Kötü huy, âdet haline geldiğinden dolayı sağlamlaşır, yerleşir. Seni ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın.Toprak yemeye alışırsan kim seni bundan menetmeye kalkışırsa onu düşman sayarsın.Puta tapanlar, bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düşman olmuşlardır.

 

235.Meyve, ağaçtan sonra vücuda gelir, fakat hakikatte evvel odur.

 

236.Altın definesini bilinmeyen viranelere gizlerler. Hiç defineyi bilinen yere koyarlar mı? İşte kurtulmanın, tekamülün zahmet ve meşakkatlerde gizlenmesi buna benzer.Derde düşünce iki büklüm olup " Yarabbi" diye yalvardığın taraf yok mu, bu sesi de o tarafta ara.Dert ve ölüm zamanı o tarafa yönelir, feryat ve figana düşersin. Dertten kurtulunca neden yabancıya dönüyor, hiç o tarafı aklına bile getirmiyorsun? Üzüntü, sıkıntı zamanında "Allah" demeye başlar, sıkıntın geçti mi "Nerede ona yol ?" dersin. Bu hal, şundan ileri geliyor; Allah'ı şeksiz, şüphesiz bilen, tanıyan, daima onu anlar, ondan hiç ayrılmaz. Fakat akıl ve şüphe örtülerinde kalan kişiye Allah tecellisi, gâh örtülür, gâh yenini, yakasını yırtıp görünür.

 

237. Bir bela gelince, bir derde, bir ızdıraba düşünce, başına gelen zahmetlere katlanınca, gah uyurken, gah uyanıkken o keder tozları sen farkına varmadan azar azar uçar gider. Allah yolunda şerlerin hepsi hayırdır. Onun hayır oluşu, güzelliği, sonunda meydana çıkar, görülür. Bu pek büyük tehlikelerden canını kurtarsa bile kurtardığı şey ancak idbar ve tehlike sermayesi kesilir. Çünkü can, canana ulaşmadıkça ebediyen kördür... ebediyen yaslıdır. Esasen senin inayetin olmazsa can, âdeta bir tutsaktır; seninle diri olmayan canı ölü farz et. Sen kullara darılır, kulları kınarsan , Ey Tanrı hakkındır, yaparsın. Aya, güneşe kusurlu, nursuz... Servinin boyuna iki büklüm; ölü Biz mademki masnu’uz, sâni değiliz... Şu halde ancak zebunuz, ancak kanaatkârız. Hepimiz “Nefsim, nefsim” deyip durmakta, hepimiz yalnız kendimizi düşünmekteyiz. Sen buna lûtufta bulunmazsan şeytanız. Sen bizim canımızı körlükten kurtardığından, gözümüzü açtığından dolayı Şeytan’dan kurtuldu.. Kim hayattaysa yol göstereni sensin. Yol göstericisi olmadıkça kör nedir ki, ne yapabilir ki? Senden gayrı hoş olsun, hoş olmasın... Her şey, insanı yakar, ateşin aynıdır. Kim ateşe dayanır, ateşe arka verirse hem Mecusidir, hem Zerdüşt! Tanrı’dan başka her şey bâtıldır, asılsızdır. Tanrı’nın ihsanı, yağmuru kesilmeyen bir buluttur.

 

238.Hayal, ruhun içinde de yok gibidir. Sen dünyayı bir hayal üzere geçip giderken gör.

 

239.Dünyadakilerin barışları da, savaşları da bir hayale dayanır; övünçleri de utançları da bir hayalden ötürüdür.

 

240. Bu dünya yoktur aradığını varda ara. Şeklin, suretin sıfırdır, istediğini anlamında ara.

Yazıklar olsun ki iki lokmacık yendi de bu yüzden fikir çoşkunluğu dondu, yatıştı. Bir buğday tanesi, Âdem Peygamberin güneşinin tutulmasına... arzın, güneş ile ay arasına girmesi , dolunayın kararmasına sebep oldu. İşte sana gönlün letafeti! Bir avuç balçıktan (bir iki lokma ekmekten) ay darmadağın bir hale gelmekte! Ekmek mânevi olursa yenmesinde fayda var. Fakat bildiğimiz ekmeğin faydası yok, kalbi daraltıyor. Mânevi ekmek, yeşil diken gibi... deve yiyince yüz türlü fayda, yüzlerce lezzet bulmakta. Fakat yeşilliği gitti de kurudu mu, onu çölde deve yiyince; damağını avurdunu yırtar, paralar. Yazıklar olsun; öyle yetişmiş gül kılıç kesildi. Ekmek de mânevi oldukça o yeşil dikendi. Fakat şimdi zâhiri ekmek olduğundan kupkuru bir hale geldi, sertleşti. Ey nazlı nazenin varlık (ey Husâmeddin), bundan önce onu yemeğe alışmıştın. O alışkanlıkla bu kuru ekmeği de alıp yemek istiyorsun ama gayri mâna, yerle karıştı; toprakla karışık, kaskatı, dili damağı yırtar bir hale geldi. Ey deve, şimdi otu yeme, ondan çekin! Söz, toprakla pek karışık bir hale geliyor, su bulandı... Kuyunun ağzını kapa ki Tanrı onu yine sâf, yine hoş bir hale getirsin. Onu bulandıran, durultur da.

 

243.Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil. Sabret, doğrusunu Tanrı daha iyi bilir.

 

244.Ey oğul! Eğer gözünü açarsan hilim suyunun da, hışım ateşinin de Hak’tan olduğunu görürsün. Hilim kılıcın canımızı parça parça etti; ilim suyun toprağımızı arıttı. Madem ki sen ilim şehrine kapısın, mademki sen hilim güneşine şûlesin; Ey kapı, kapı arayanlara açıl ki kabuklar içlensin. Hilim kılıcım, kızgınlığımın boynunu vurmuştur. Tanrı hışmıysa bence rahmettir. Ey hilim sahibi Allah; bize, duyanın insafa gelip kabul edeceği ince sözler hatırlat. Hilim kılıcı, demir kılıçtan daha keskin, hattâ yüzlerce ordudan daha galip, daha üstündür.

 

245.Çalışıp, çabalayıp tertemiz bir hale getirdiniz; Tanrı için ateşi söndürdünüz: Şulelenip duran şehvet ateşini takva yeşilliği, hidayet nuru haline soktunuz; Hırs ateşiniz hilim, bilgisizlik karanlığı ilim oldu; Hırs ateşini attınız; o ateş diken gibiydi, gül bahçesine döndü.. Mademki siz kendinizdeki bütün ateşleri bizim için söndürdünüz, bu suretle de zehir, bal haline geldi.

 

246.Orada hakikatte ne ben varım, ne benden başkası, sen de bensin zaten canım efendim! Bu rüyaya benzer. Uykuya daldın mı kendinden geçer, fakat yine kendinden kendine gelmiş olursun.Kendini duyar, dinler de senden başka gizli bir adam rüyada sana söz söylüyor sanırsın.A güzelim yoldaşım, sen alelâde tek bir adam değilsin ki. Sen bir âlemsin, sen bir derin denizsin.O senin muazzam varlığın yok mu. O belki dokuz yüz kattır. O, dibi, kıyısı bulunmayan bir denizdir, yüzlerce âlem, o denize dalar gark olup gider.Zaten burası ne uyanıklık yeri, ne uyku yeri. Buradan bahsetme, Allah, doğrusunu daha iyi bilir.

 

247.Ey AŞIK! Hani özlem çekiyorsun ya sevgiliye. Bil ki sevgilidendir özlemin özü. Odur asıl sana özlem duyan. Çünkü o tutuşturmayınca alevi, kimsede olmaz ateş. Ve AŞK ateşi önce sevilene, ondan sonra sevene düşer.

 

248.Biz çenge dönmüşüz, mızrabı vuran sensin; inleyiş bizden değil; sen inliyorsun. Biz ney gibiyiz, bizdeki ses sendendir; biz dağ gibiyiz, bizdeki sedâ sendendir. Kazanıp mat olmada satranç gibiyiz biz; ey sıfatları hoş zat, kazanıp mat olmamız da senden. Ey ruhumuzun ruhu, biz kim oluyoruz da, kendimize varlık biçip ortaya çıkalım. Biz bir alay hiçten ibaretiz. Bizim varlığımız da bir hiçtir. Sen ise bir Vücud-u Mutlaksın ki, her şeyin ortaya çıkacağı bir aynada fânileri gösteriyorsun. Bizler birer arslanlarız, fakat hakiki değil, sancak üzerine nakşedilmiş ve esen rüzgârla hareket eden arslanlar. Sancak üzerindeki bu arslanların hareketleri hissedilir de, bunları hareket ettiren rüzgâr görünmez. Bizlerin varlığı senin ihsanın, senin icâdındır. Yokluğa varlık lezzetini tattırıp, onu ezelde kendine âşık etmişsin.

 

249.Biz su üstündeki kâseyiz. Suyun üstündeki kâsenin gidişi, kâsenin dileğiyle değildir; suyun dileğiyledir.

 

250.Aynada görünen hayale gelince, o aynadan değil, bilakis o, aynanın önünde duranın hayalidir. Neyden dinlediğimiz nağme, o âlete değil, onu çalana aittir.. Dolayısıyla yaptığımız eylemler bizim değil, Allah’ındır. Sen aynada bulunan nakşı görürsün. Bu nakış aynanın değil, senin sûretindir. Yani senin hareketin ve sükûnun ancak Allah’ın emriyledir. Seni, sendeki İlâhî sırrı yaratmak suretiyle hareket ettiren O’dur.. Bizden sâdır olan her bir nefes ve hareket , “Eşhedü en lâ ilâhe illâllah”ın aynıdır..

 

251.Yusuf'u kuyuya attıkları zaman Allah'tan kulağına şu ses gelmişti:Ey yiğit, sen bir gün padişah olacaksın. O vakit sana kıyanların sözlerini, yüzlerine vurursun. Bunu söyleyen görünmüyordu ama gönül, söyleyenin eserini tanıyordu.O sesten cana bir kuvvet, bir rahat, bir huzur geliyordu.İbrahim'e ateş nasıl bir gül bahçesi olmuşsa o ses yüzünden kuyu da Yusuf'a gül bahçesi kesilmişti. Gayri ne cefa geldiyse o kuvvetle tahammül etti neşeyle çekti. Nitekim Elest sesinin zevki de her müminin gönlünde tâ mahşere kadar sürer gider.

 

252.Öfkeyi, şehveti, hırsı terk etmek erliktir. Bu peygamberlik damarıdır. Ustası, şaşı çırağına “İçeriye gir, raftaki şişeyi dışarıya getir” demiş; Şaşı çırak “O iki şişeden hangisini getireyim?” diye sormuş. Ustası cevap vermiş: “O, iki şişe değil, git şaşılığı bırak; biri iki görme’’. Çırak “Usta beni niye azarlıyorsun” deyince ustası “Öyleyse o iki şişenin birini kır” diye karşılık vermiş. Şişe bir taneydi, ama onun gözüne iki görünüyordu. Çırak birini kırınca diğeri de gözden kayboldu. İnsan da arzuları ve öfkesi sebebiyle böyle şaşı olur. Öfke ve şehvet insanı şaşı yapar, ruhu doğruluktan ayırır. Kin duygusu gelince hünerler görünmez olur, gönülden göze yüz perde iner.

 

253.Kin tutma! Zira kin yüzünden yol azıtanların kabirlerini kin tutanların yanına kazarlar. Kızgınlığın cehennem ateşinin tohumudur. Kendine gel de şu cehennemini söndür. Çünkü o bir tuzaktır. Kızgınlıkla gönüllere ateş saldın mı, cehennem ateşinin aslı oldun gitti, demektir. Ateşin burada nasıl insanları yakarsa, ondan meydana gelen eser de seni yakar.

 

254.Balık resmine ister deniz olmuş, ister toprak. Kara yüzlüye ha sabun, ha kara boya! Kâğıda gamlı bir adam resmi yaparsan o resmin ne gamla alışverişi vardır, ne neşeyle. Resim, görünüşte gamlıdır ama, kendisi gamla alâkasızdır. Görünüşte gülen bir resmin de neşeyle münasebeti yoktur. Gönülde bir haletten başka bir şey olmayan bu dünya gamı bu dünya neşesi; hakiki neşeye hakiki gama nispetle resimden ibarettir. Resmin gamlı bir surette görünüşü, o resim yüzünden mânanın doğrulması, hakiki gamı anlaman içindir. Bu hamamlardaki resimler camekânın dışından bakılırsa elbiseler gibidir; cansız, hareketsiz durup durmaktadırlar. Sen, ancak dışardan elbiseleri görürsün. Elbiseni çıkar, soyun da bir içeriye gir arkadaş! Çünkü elbiseyle içeriye yol yoktur. Ten elbiseden, elbise de tenden haberdar değildir.

 

255.Hevâ ve hevesine uyarsan aklın dimağın bozulur.

 

256.Hevâ ve heves lezzetlerinin hepsi hiledir, riyadır.

 

257.Hevâ ve heves, erkeklerin hayızıdır.

 

258.Ey ömrünü yele veren, sarhoş musun sen? Niceye dek bu hevâ ve hevese tapacaksın sen?. Eğer şehvet ve hevâ sevdasında koşacaksan, sana haber vereyim ki eli boş kalacaksın!.

 

259.Küp kırılır ama içindeki su dökülmez. Bu kırılmada yüzlerce sağlamlık vardır. Küpün bütün parçaları oynamakta, hallenmektedir. Fakat Akl-ı Cüz’î, bunu imkânsız görür. Bu halette ortada ne testi görünür, ne su. Bunu iyice gör, doğrusunu Tanrı daha iyi bilir. Mâna kapısını döversen açarlar. Fikir kanadını terket ki seni iri bir doğan haline getirsinler. Fikir kanadı, çamurlara bulanmıştır, ağırdır. Sen toprak yemeğe alışmışsın; onun için toprak, sana can gibi geliyor. Ekmek et... Bunlar topraktır, bunları daha az ye de toprak gibi yeryüzünde kalma. Acıkınca kızgın geçimsiz, aslı kötü bir köpek oluyorsun. Karnın doyunca murdarlaşıyor, ayak üstünde duran ve hiçbir şeyden haberi olmayan bir duvar kesiliyorsun. Şu halde sen bir zaman pis, murdar bir hale geliyor, bir zaman köpekleşiyorsun. Aslanların yolunda nasıl yürüyebilecek, nasıl koşup seğirteceksin? 

Akıl bağlanmıştır da hevâ ve heves dilediğini işliyor; hâlbuki akıl işlemeliydi dileğini. Akıllar ayrana düşmüş sineklere dönmüş, hâlbuki akılların akılları başlarında olmalıydı. Şehvet, insanı tuzağa düşürür, hataya sokar. İnsan, şehvetine uyunca kanadı dökülür, topal kalır; birçok gerçekler ve güzellikler ondan kaçar gider..

 

260.Ey yiğit, akıl, şehvetin zıddıdır… şehveti dokuyan akla akıl deme. Şehvete mağlûp olana vehim de… vehim, halis akıllar altınının kalpıdır.

 

261.Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir(arzu-istek). Şehvetinin yerleşip kuvvetlenmesi de itiyat(alışkanlık,huy) yüzündendir. Kötü huy, âdet edindiğinden dolayı sağlamlaşır, yerleşir. Seni ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın. Toprak yemeye alışırsan kim seni bundan menetmeye kalkışırsa onu düşman sayarsın. Puta tapanlar, bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düşman olmuşlardır. İblis, ululanmayı huy edinmişti de eşekliğinden Âdem’i kendisinden aşağı gördü. “Benden daha ulu başka birisi yok ki. Benim gibi bir kişi, ona secde eder mi?” dedi. Ululuk zehirdir. Ancak, ta ezelden panzehire sahip olan ruh(Kuş-İsra 13) müstesna. Dağ, yılanla dolu ise içerisinde panzehir yeri bulundukça korkma. Kafana ululuk yerleşmiş, onun için kim seni kırarsa onu ezelî düşman sayarsın. Birisi huyuna aykırı söz söylerse ona bir hayli kinlenirsin. Beni huyumdan çevirecek, şakirt haline sokacak, kendisine tâbi kılacak dersin. Böyle adamın kötü huyu serkeş olmasa, o huya aykırı şeylere niye ateşlenir, kızar; Yahut muhalife müdana eder, onun gönlünde bir yer kazanır? Çünkü kötü huyu adamakıllı kuvvetlenmiştir. Karınca gibi olan şehveti, itiyat yüzünden adeta ejderha kesilmiştir. Şehvet yılanını önceden öldür. Yoksa hemencecik ejderhalaşır. Fakat herkes, yılanını karınca görür. Sen kendini bir gönül sahibine sor! Bakır, altın olmadıkça bakırlığını; gönül padişah olmadıkça müflisliğini bilmez.

 

262.Hakk’ın varlığı karşısında, kendimizi yok saymamız gerekir. O’nun varlığı karşısında bizim varlığımız nedir? Yaslara bürünmüş, etrafını göremeyen bir kör. Eğer varlığımız kör olmasaydı, idrak sahibi olsaydı da O’nun gerçek varlık güneşinin hararetini tanıyabilseydi, O’nun gücünü, kuvvetini görebilseydi, o güce, kuvvete tahammül edemez, erir yok olurdu.

 

263.Övgüyü terk etmem lazımdır çünkü övgüde bulunuşum benim varlığımın delilidir. Varlık göstermek ise büyük bir hatadır. Hakk'ın varlığı karşısında kendimizi yok saymamız gerekir.

 

264.İnsana bütün korku içinden gelir fakat insanın aklı daima dışarıdadır.

 

265.Kim onun cinsiyse ona dost olur. İllet, şüphe yok ki illete dosttur.

 

266. Sesini değil, sözünü yükselt... Yağmurlardır büyüten yaprakları, gök gürültüleri değil..

 

267. Nefis ile Şeytan, ikisi de birdir... ama surette kendisini iki gösterir.İçinde, aklı alan, cana da düşman, dine de düşman olan böyle bir düşmanın var.Bir an kertenkele gibi saldırır... derken hemencecik bir deliğe kaçıverir.Gönlün de nice delikler var. Her delikten baş çıkarıp durmada! Şeytanın insanlardan gizlenmesine, bir deliğe girip saklanmasına " Hunus" derler. Onun gizlenmesi de kirpinin büzülüp gizlenmesine benzer. Kirpi büzülür de kafasını çıkarır, tekrar gizler ya... o da öyle işte.Allah, Şeytan'a “Hannâs” dedi. Şeytan, kirpinin kafasına benzer. Kirpi, kötü avcıdan ürker de büzülür, başını gizler. Fırsatını bulunca başını çıkarır... bu hileyle yılanı bile köle eder.

 

268.Hakk’ın bize edep ihsan etmesini isteyelim. Zira terbiyeden noksan olan O’nun lütfuna layık değildir. Bil ki felek edebinden dolayı nurlu, melekler de bu yüzden masum ve temizdir. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.

 

269.Ey Müslüman, edep nedir diye arar sorarsan bil ki edep; her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektir. Kimi, falan adamın huyu kötü, tabiatı fenâ diye şikâyet eder görürsen, bil ki bu şikâyetçinin huyu kötüdür; kötüdür ki o kötü huylunun kötülüğünü söylüyor! Çünkü iyi huylu, kötü huylulara, fenâ tabiatlılara tahammül eden ve onların kötülüğünü söylemeyen kişidir.

 

270. Ey kerem sâhipleri; bu dünya bir ağaca benzer. Biz de onun üstünde tam olgunlaşmamış meyveler gibiyiz. Ham meyveler ağacın dallarına daha sıkı yapışmışlardır. Oradan kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve, köşke lâyık değildir. Ancak meyve olgunlaşıp tatlılaşınca ve görenlerin hoşuna gidince, dalları gevşek tutarlar, hemen düşüverirler. O saadet ve ikbalden adamın ağzı tatlanınca, insana dünya mülkü soğuk gelir. Dünya dalına sıkı sıkı sarılmak ve bir şeyde bağnazlık göstermek hamlıktır.

 

271.Sen de din yoluna girmeyi, o yolda çalışmayı kurarsın ama şeytan, içinden seslenir: ''A saf, o yola gitme, eziyetlere düşer, yoksul olur, kalırsın. Dostlarından ayrı düşer, hor hakir bir hale gelir, pişman olursun!".. Sen de o melun Şeytan'ın sesinden korkar, gerçekten kaçar, yolundan saparsın." Hele yarın, hele öbür gün din yoluna girer, koşar, yürürüm... daha önümüzde vakit var" dersin.Sağdan, soldan ölümün gelip çattığını görürsün... komşuların ölür, evlerinden feryatlar yükselir.. Derken yine can korkusuyla din yoluna girmeye niyetlenir, bir an olsun kendini toparlarsın. Ben korkup ayağımı geri çekmem diye ilimden, hikmetten silahlar kuşanırsın.Bu sırada şeytan yine hileye sapar, seslenir: ‘’Bu kulluk kılıcından kork, geri dön!’’ Yine korkar, aydın yoldan kaçar, o ilim ve hüner silâhlarını atarsın. Yıllardır bir ses, bir bağırış yüzünden ona kulsun... hırkanı böyle bir karanlığa atmışsın.Şeytanların bağırışlarındaki heybet, insanları kıskıvrak bağlamış, boğazlarını sıkmıştır.O melun şeytanın sesinin heybeti bu olursa gayrı Allah'ın sesindeki heybet ne olur?

273.  (Yersiz ihsan), âsi bir kölenin, gûya adalet ediyorum, ihsanda bulunuyorum diye padişahın malını âsilere dağıtmasına benzer. Kur’an’da “onların bütün ihsanları hasretten ibarettir” diye gaflet ehlini korkutan bir âyet vardır. Şu âsinin adlü ihsanı, onu padişahtan daha ziyade uzaklaştırır, gözden düşürür ve ancak yüzünü kara eder. Mekke ulularının Peygamberle harp ederken kurban kesmeleri de , Tanrı tarafından kabul edilir ümidiyleydi. İşte bunun için mümin tevfika mazhar olamamak korkusundan daima namazda “İhdinas sıratal mustakim” der. O para veriş cömert kişiye lâyıktır. Can vermekse esasen âşıkın vergisidir. Hak uğruna ekmek verirsen sana ekmek verirler; Hak uğruna can verirsen sana da can bahşederler. Şu çınarın yaprakları dökülürse Tanrı, ona yapraksızlık azığı bağışlar. Dağıtmaktan dolayı elinde mal kalmazsa Tanrı’nın inayeti, seni hiç ayaklar altında çiğnetir mi? Bir adam ekin ekince ambarı boşalır ama bu işin iyiliği, tarlada belli olur. Fakat tohumu ambara kor, biriktirirse zaman geçtikçe bitler, fareler, o tohumu yiyip bitirirler. Bu cihan tamamiyle fânidir; aradığını sebatlı, kararlı âlemde ara! Sûretin sıfırdan ibarettir; dilediğini mâna âleminde dile! Acı ve tuzlu canı kılıç önüne koy, feda et de tatlı bir deniz gibi olan canı al!

 

274.Karanlıklar içinde parlak gönüller çoktur..

 

275.Bunu duy da bil ki Tanrı, kimi kendisine davet ettiyse o kimse bütün dünya işlerinden vazgeçmiştir. Kim, Tanrı’dan tevfika mazhar olursa o âleme yol bulmuş, dünya işinden çıkmıştır. 

 

276.Gönülden gönüle pencere olduğu muhakkak. İki gönül iki ten gibi birbirinden ayrı ve uzak kalamaz.İki kandilin yağ konan kapları birbirine bitişik değildir ama ışıkları katışmış birleşmiştir. Hiçbir âşık yoktur ki sevgilisine kavuşmayı arasın dilesin de sevgilisi onu aramasın, dilemesin!Bu gönülden sevgi ve şimşeği çaktı mı bil ki o gönülde de sevgi vardır. Gönlünde Allah sevgisi arttı mı şüphe yok ki Allah seni seviyor. Tek elin sesi çıkmaz. Öbür elin olmadıkça, iki elin birbirine vurulmadıkça ne ses çıkar, ne seda! Susuz, ey tatlı su diye ağlar, inler ama su da nerede o susamış, diye ağlar, inler! Bizdeki bu susuzluk suyun bizi çekmesinden ileri gelir... biz suyunuz, su bizim.

 

277.Allah'a yakınlık hesaba sığmaz ki. Yakınlık, ne yukarıya çıkmaktır, ne aşağıya inmek. Allah'a yakınlık, varlık hapsinden kurtulmaktır. Yok olan insana yukarı nedir, aşağı ne? Yok olanın ne yakınlığı olur, ne uzaklığı, ne geç kalışı! Allah'ın sanat yurdu da yokluktandır, hazinesi de. Sen, varlığa aldanmış kalmışsın, yokluk nedir, ne bileceksin?

 

278.Sıkıntılar misafirdir, gelir, yaşanır, geçer.. Önemli olan 'Gönderenin' hatrına misafire sabretmektir.. Sıkıntılar gecedir.. Dinlen, kederlenme sabah elbet olacaktır..

 

279.Duasız üşürmüş yürekler bil. Sana bir dua eden olsun, senin de bir dua ettiğin. Bilmezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıklarını aydınlatan, sana ummadık kapılar açan. Bilmezsin kimin için ettiğin duadır, seni böyle ayakta tutan.

 

280.Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, heva ve hevesimizin, varlığımızın tozundan, dumanından meydana gelir.

281.Bu kökümüzü söken gamlar, ömrümüzün orağına benzer. Bu böyle oldu kuruntuları da vesveselerimizdir.

 

282.Allah, kuvvet ve kudretin yalnız kendisinde olduğunu anlatmak için insanların karar verdikleri şeyleri bozar,zıddını meydana getirir.Bazen de kararında azmetsin, yapacağı şeye tamah eylesin diye o kararı bozmaz da sonunda bozar, bu da tembih üstüne tembih olur.

 

283.Rüzgâr gecikti mi hepsinin de Allah'a yalvarmaya başladığını görürsün. Doğum zamanı da böyledir... o doğum yeli, o doğum sancısı gelmezse eyvahlar olsun, aman yarabbi seslerini duymaya başlarsın. Rüzgârı onun gönderdiğini bilmeseler yalvarmanin manası mı kalır? Yelkenli gemiye binenler de rüzgâr dilerler, Allah'tan bir uygun yel isterler. Diş ağrısı da yelden olursa yana yakıla tamam bir itikatla Allah'dan o yelin yatışmasını dilersin. Askerler de yalvarıp yakarırlar, Allah'tan, “Ey muradımızı veren Rabbim, sen bize bir zafer rüzgârı ver" diye dua ederler. Doğum gecikince, gebenin yakınları, her azizden muska isterler. Hepsi de adamakıllı bilir ki rüzgârı, Âlemlerin Rabbi Allah göndermekte.Zaten her bilen kişi, aklen bilir ki hareket edenin bir hareket ettiricisi vardır. Sen onu gözünle görmüyorsan eserleri görünüyor ya... onlara bak da anla! Beden de canla hareket eder: fakat canı görmezsin. Görmezsin ama tenin hareketine bak da canı anla !

 

284.Bir fakih, bez parçaları toplamış, sarığının içine ezip büzerek yerleştirmişti. Bu suretle kavuğunun büyük ve iri görünmesini, halkın kendisine ehemmiyet vermesini istiyordu. Bir sabah çağı Fakih dar bir yola sapınca,bir hırsız hemen başından kavuğunu kapıp kaçtı.Fakih arkasından bağırdı: ‘’Oğul, sarığı çöz de öyle götür, götürdüğün hediyeyi bir aç da gör.’’ Hırsız, kaçarken sarığı çözer çözmez içinden yola yüz binlerce bez parçası dökülüverdi!Fakih’in sarığından kala kala hırsızın elinde ancak bir arşın doğru düzen bezceğiz kaldı! Hırsız, elindekini yere vurup “A adam, bu hileyle beni işimden gücümden ettin” dedi. Fakih dedi ki: “Hileyle seni yolundan alıkoydum ama nasihat yollu işi de anlattım! Dünya da böyledir işte... Bir hoşça açılır saçılır ama vefasızlığını da bağıra bağıra söyler!’’ Ey bahara aşık olan,güzün sapsarılığına ve soğukluğuna bak! Gündüzün Güneş’in yüzünü güzel görmektesin ama onun bir de batma zamanında ölümünü düşün! Dolunay’ı şu güzelim çardakta bir hoşça seyredersin ama Ay sonunda bir de hasretine bak onun! Gümüş bedenli güzellerin vücudu, seni avladıysa ihtiyarlıktan sonra bir de pamuk tarlasına dönen bedenlerine bak! Ey yağlı, ballı yemekleri gören, yiyen, onların fazlasını git de helâda seyret! Dışkıya, nerede senin o tabaklarda hoş görünüşün, yerken senden duyulan o zevk, o lezzet, de! O sana der ki: o taneydi... Ben de onun tuzağıydım... Sen avlanınca o tane gizlendi! Nice parmaklar vardır ki üstatlar bile onları kıskanır ama sonunda iş işlerken tirtir titrer!Aslanların safında giden aslan gibi yiğit er, sonunda bir fareye mağlûp olur! Akıllar alan siyah ve miskler saçan kıvırcık saçlar, nihayet boz eşeğin çirkin kuyruğuna döner! Önce açıla saçıla oluşunu güzelce bir gör, sonunda da bozuluşunu, rüsvay oluşunu seyret! Önce sana tuzağını apaçık gösteren şey, sonunda ona kapılan hamların bıyığını, sakalını yoldu! Artık dünya, beni hileleriyle aldattı... Yoksa aklım, onun tuzağından kaçardı elbet deme!

 

285.Her nefeste dünya yenilenir. Fakat biz,dünyayı öylece durur gördüğümüzden bu yenilenmeden haberdar değiliz. Ömür su gibi yeniden yeniye akıp gider. Fakat bedende bir daimîlik gösterir. Elinde hızlıca oynattığın ucu ateşli bir sopa nasıl upuzun ve tek bir ateş hattı gibi görünürse ömür de pek çabuk akıp geçtiğinden daimî bir şekilde görünür. Ateşli çöpü sallasan ateş gözüne upuzun görünür.Bu ömür uzunluğu da Allah’ın tez tez halk etmesindendir. Allah’ın yeniden yeniye ve süratle halk etmesi, ömrü öyle uzun ve daimî gösterir.

 

286.Aklını başına al da, mekansızlık alemine gel! Bu alemde, her zaman bahar mevsimi hüküm sürmektedir; buradan başka her taraf soğuktur, kıştır!

 

288.Dünyada ister yenecek lokma olsun, ister içilecek bir şey...onun lezzeti, lezzetten kesilmesinin ışığıdır. İnsan, yediği,içtiği şeylerin lezzetini kaybetmedikçe yiyeceği ve içeceği şeylerden lezzet alamaz. Maddi lezzetlerden kesilmedikçe manevi lezzeti bulamaz. Dünyevi lezzetten kurtulmuş olan,gerçi bütün lezzetlere aldırış etmez bir hale gelir ama hakikatte kendisi lezzet kesilir, lezzetten hiç ayrılmaz olur!

 

289.Nahiv ilmini yani Arapça dilini iyi bilen bir âlim gemiye (tekneye) binmiş denizde gidiyordu. Yanındaki gemiciye kibirli bir edâ ile: ''Sen nahiv bilir misin?'' diye sordu. Tekneci: ''Yok beyim, ben câhil bir tekneciyim'' diye cevap verdi. Bunun üzerine âlim ona: ''Ömrünün yarısı boşa gitmiş'' dedi. Bir süre sonra denizde şiddetli bir fırtına çıktı, tekne batmak üzereydi. Tekneci âlime sordu: ''Beyim, yüzme bilir misin?'' Âlim: ''Hayır, bilmem'' dedi. Tekneci: ''O hâlde gitti ömrünün hepsi. Çünkü tekne batacak. Burada nahiv ilmi (gramer bilgisi) fayda etmez, mahiv ilmi (kalpteki kibri yok etmek, tevâzu) fayda eder'' diye karşılık verdi.

 

290.Yoksul, nasıl ihsana ve ihsan sahibine âşıksa ihsan sahibi de yoksula âşıktır. Yoksulun sabrı çoksa ihsan sahibi onun kapısına gelir. İhsan sahibinin sabrı fazlaysa yoksul, onun kapısına varır. Fakat yoksulun sabrı, kemalidir, ihsan sahibinin sabrı ise onun noksanıdır.Cömertlik, yoksul gibi, yoksullara muhtaçtır. Cilalı ve tozsuz ayna arayan güzeller gibi cömertlik de yoksul ve zayıf kişileri arar. Güzellerin yüzü ayna ile güzelleşir. Onlar aynaya bakıp bezenirler. İhsan ve keremin yüzü de yoksula bakmakla görünür. Mademki yoksul, cömertliğin aynasıdır, iyi bil ki ağızdan çıkan nefes aynayı buğulandırır. Tanrı’nın bir çeşit cömertliği, yoksulları meydana çıkarır, bir başka cömertliği de onlara bol bol ihsanda bulunur. Şu halde yoksullar, Tanrı cömertliği aynalarıdır. Hak ile Hak olan ve varlıktan tamamı ile geçen hakikî yoksullarsa mutlak nur olmuşlardır. Bu iki çeşit yoksuldan başkaları (yani varlığı olmayanlarla varlıktan geçenlerden başkaları) esasen ölüdür. Bu çeşit adam bu kapıda değildir, perdedeki, nakıştan, suretten ibarettir.’

 

291.Sûrette sen küçük bir âlemsin ama hakikatte en büyük âlem sensin. Görünüşde dal, meyvenin aslıdır; fakat hakikatte dal meyve için var olmuştur. Meyve elde etmeğe bir meyli, meyve vermeğe bir ümidi olmasaydı hiç bahçıvan, ağaç diker miydi? Şu halde meyve, görünüşte ağaçtan doğmuştur ama hakikatte ağaç, meyveden vücut bulmuştur.

 

292.Lezzet dışardan gelmez içten gelir. Bunu böyle bil. Köşkleri kaleleri aramayı ahmaklık say.

 

293.İhsan sahipleri, hayırseverler öldü, yaptıkları hayırlar kaldı.. Ne mutlu onlara ki arkalarında iyilikler bıraktılar.. Zalimler de ölüp gittiler fakat yaptıkları zulümler kaldı.. Vay o canlara ki bu hileyi, bu kötülükleri yaptılar! Hayırsever, ihsan sahibi öldü ama yaptığı iyilikler ölmedi ki..Allah indinde yapılan iyilik küçük ve değersiz bir şey değildir !

 

294.Kötü işe,dünya işine olan hırsın, ateşe benzer...kömür, ateşin rengiyle güzelleşir. Kömürün karalığı ateşte gizlenir...ateş söndü mü karalık meydana çıkar! Kömür, senin hırsından ateş haline geldi, ateş halinde göründü.....fakat hırs geçti mi o kömür, kapkara, berbat bir halde kala kalır! O zaman kömürün ateş gibi görünmesi, işin güzelliğinden değildi, hırs ateşindendi! Hırs, senin işini gücünü bezemişti...hırs gidince işin gücün kapkara kalakaldı! Heves yüzünden o tuzak olan dünya hırsı çekici görünmededir...o esasen hamdır, fakat hırs ve şeytan onu güzel gösterir. Hırsı din işinde ve hayırda ara; din ve hayır işinde haris ol. Bu işler, zaten güzeldir...hırsın geçse bile güzel. Hayırlar, esasen güzel ve lâtiftir, başka bir şeyin aksi ile güzel görünmüş değildir. Bu işlerde hırsın parlaklığı geçse bile hayrın letâfeti, hayrın parlaklığı kalır. Halbuki dünyâ işinden hırsın parlaklığı gittimi ateşin harareti ve parlaklığı gitmiş, kömür kalmış demektir...dünya hırslarına kapılmak tıpki buna benzer.

 

295. Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulmana imkân mı var? Hevâ ve hevesini terk etme ateşini vur şu dikene; iyi işli dosta uzat elini, sarıl ona! Hevâ ve hevesine uyarsan aklın-dimağın bozulur. Hevâ ve heves lezzetlerinin hepsi hiledir, riyâdır. Ey ömrünü yele veren, sarhoş musun sen? Niceye dek bu hevâ ve hevese tapacaksın sen? Eğer şehvet ve hevâ sevdasında koşacaksan, sana haber vereyim ki eli boş kalacaksın!

 

296.Akıl, gözün göremediğini anlar. Çirkinle güzel, akla kara akılla ayırt edilir. Aklın hususiyeti neticeyi düşünmektir. Nefis ise akıbeti düşünmez. Akıl galip olursa, nefsin zayıflar. Zira ağır biniciden eşek zayıf düşer. Varlıkta asıl olan Hakk’ı bulmaktır. Bunun vasıtaları ise akıl, aşk, bilgidir. Aşk alanında her ne kadar akıl söz söyleme hakkına sahip olmasa da akıl taçtır ve insanın gayretiyle parlar, değer kazanır. Ey yiğit, akıl, şehvetin zıddıdır; şehveti dokuyan akla akıl deme! Aklını birçok yerlere dağıttın. Hâlbuki o saçma sapan uğraşman, o beyhude dırıldanman, bir tereye bile değmez. Aklının suyunu her diken, çekip durdukça akıl suyun, meyvelere nasıl ulaşabilir? Kendine gel de o kötü dalı kes, buda. Bu güzel dala su ver de tazelendir!

 

297.Lâ tahzen! (Üzülme!). Bir şey olmuyorsa:. Ya daha iyisi olacağı için, ya da gerçekten olmaması gerektiği için olmuyordur. Şu uçan kuşlara bak! Ne ekerler, ne biçerler. Onların rızkını düşünen Allah Seni mi ihmal edecek sanırsın? Yeter ki sen istemeyi bil.

 

298.Ulu Tanrı bu örtüleri, bir iş için yaratmıştır. Tanrının yüzü, örtüsüz görünseydi biz ona dayanamazdık, faydalanamazdık da; örtüler yüzünden yardım görmedeyiz, faydalanmadayız. Şu güneşi görüyorsun ya, hani onun ışığıyla yol yürüyoruz, görüyoruz, iyiyi kötüden ayırdediyoruz; onunla ısınıyoruz; ağaçlar, bağlar-bahçeler meyve veriyor; ham meyveler, ekşi, acı meyveler, onun ısısıyla oluyor, olgunlaşıyor, tatlılaşıyor; altın, gümüş, lâ'l, yakut madenleri, onun tesiriyle oluyor, türlü sebeplerle bunca faydalar veren şu güneş, daha yakına gelse hiç bir fayda vermez; hattâ bütün dünya, bütün halk yanar-gider, birşeycik kalmaz. Ulu Tanrı dağa, örtüyle-perdeyle görününce dağı, ağaçlarla, güllerle, yeşilliklerle dolduruyor, süslenmiş-bezenmiş bir hale sokuyor;, fakat örtüsüz-perdesiz göründü mü, onu alt-üst ediyor, zerre-zerre parçalayıp gidiyor. "Rabbi, dağa göründü mü onu param-parça etti" (A'raf 143).

 

299.Sufinin biri, bir bağda neşelenip açılmak için suficesine yüzünü dizine dayamış, varlığının ta derinlerine dalmış gitmişti. Gevezenin biri onun bu uykusundan usandı. Dedi ki: ‘’Ne uyuyorsun ya hu? Bir başını kaldır da üzüm çubuğuna, şu ağaçlara Allah'ın rahmet eserlerine, yeşilliğe bak! Allah emrini dinle... Allah " Allah'ın rahmet eserlerine bakın" dedi... yüzünü şu rahmet eserlerine çevir, seyret!’’ Sufi dedi ki: ‘’A heveskâr kişi, Allah eserleri gönüldür... dışarıdakilerse ancak ve ancak Allah eserlerinin eserleridir. Bağlar, bahçeler, yeşillikler, gönüldedir... dışarıdakiyse akarsuya vuran akislere benzer. O görünen bağ, suya akseden hayalî bir bağdır... suyun letafeti yüzünden oynar durur! Bağlar, bahçeler, meyveler, gönüldedir. Onların letafetinin aksi, şu suya toprağa vurmuştur! O neşe selvisinin aksi olmasaydı Allah bu âleme ‘aldanış yeri’ demezdi. Bu aldanış şudur; yani bu hayal, insanların gönülleriyle canlarının aksinden hasıl olmuştur. Bütün aldananlar, cennet budur sanarak bu akse gelmişlerdir. Asıl bağlardan, bahçelerden kaçarlar da bir hayalle eğlenir kalırlar! Fakat bu gaflet uykusu başa geldi de uyandılar mı doğruyu görürler ama o görüşte ne fayda var? Sonra mezarlığa bir feryad u figandır düşer... Kıyamete kadar bu yanılmalarına hasret çekip dururlar! Ne mutlu o kişiye ki ölümden önce bunları farketti... yani bu üzümün aslından bir koku elde etti!

 

300.Nur gizlidir... arayıp sormak ise onun gizliliğine şahittir. Fakat gönül, saçma sözlerden kurtuluş dilemez ki!Fakat dünya zindanından bir kurtuluş yeri olmasaydı gönül ne sıkılırdı, ne de özgür olmayı araştırır, isterdi!Sıkılıp üzülmen, seni bir görevli gibi "Hadi Ey yolsuz... bir doğru yol ara" diye çekip çekiştirmededir.. Doğru yol vardır... fakat pusuda gizlidir. Bulmak için durmadan, dinlenmeden delicesine aramak gerek; böyle arayan bulur! Dağınıklık, pusuda topluluğu arar... sen hemen bu isteyende istenenin yüzünü gör!Bağdaki cansız mahsulat, köklerinden sürmüş, yetişmiştir... onlara diriliği vereni anla!Hiç müjde verecek biri olmasaydı bu zindandakilerin gözleri, hep kapıya dikilir, kalır mıydı? Irmak olmasaydı yüz binlerce ırmağa batıp ıslanan olur muydu?

 

301.Vehim (kuruntu,şüphe) aklın zıddıdır onunla savaşır durur..ona benzer ama o değildir. Ey yiğit,akıl şehvetin, hırsın zıddıdır, şehveti, hırsı dokuyan akla akıl deme. Şehvete, hırsa mağlup olan vehimdir, akıl değil..

 

302.Bedevi'nin biri eşeğine vurduğu hurcun bir gözüne kum, diğer gözüne buğday yüklemiştir. Yolda bir filozofa rastlar. Filozof işi anlayınca "Nasılsın?" der ve "Neden buğdayı iki bölüme ayırıp gözlere koymadın? Hem eşeğin yükü hafiflerdi, hem de çabuk giderdi." Bedevi bu akla hayran olur ve şöyle der: "Sen Padişah mısın? Vezir misin? Yoksa dükkanın, malın, mülkün mü var?" Filozof cevap verir: "İşte gördüğün gibi yarı çıplak bir adamım" Bedevi biraz düşündükten sonra şöyle der: "Çekil yanımdan. Bırak, ben yine hurcun bir gözüne buğday yükleyeyim, öbür gözüne kum!... Sana bir faydası olmayan aklın, bana hiç faydası olmaz."

 

303.Kime kötü gözle bakarsan bil ki kendi varlık dairenden bakmada, sen fena olduğundan onu fena görmedesin.

 

304.Tanrı "Nefislerine uyup hadden aşırı hareket eden kullarım." (Zümer 53) dedi. Ey hadden aşırı hareket eden Tanrı kulları, ey yoldan pek uzak düşenler. Sen sanma ki hadden aşırı hareket, israf, birkaç kuruşu boş yere harcamandır; yahut birkaç eşek yükü buğdayı hesabını bilmeden sarfetmendir; yahut da mirasa konduğun birçok malı yemeye-içmeye harcedip elden çıkarmandır. Asıl büyük israf, aziz ömrünü harcamandır; çünkü bir anlık ömür, yüzbinlerce kuruşa alınamaz. Mücevherler vakitle alınabilir ama, vakitler mücevherlerle alınamaz. Yâni, ömür mühlet verirse, vakitle yakutlar da elde edilebilir ama yüzbinlerce yakutla, yüzbinlerce mücevherle ömrün tek bir vakti satın alınamaz.

 

305.Niyaz, nazın zahiren zıddıdır, fakat hakikatte aşıkla maşuk, görünüşte zıt olmakla beraber birdir. Nitekim aynanın sureti yoktur, suretsizlik de suretin zıddıdır. Fakat aynayla, 'suret' arasında hakikatte 'birlik' vardır. Bunu anlatmak uzun sürer. Aklı olana bir işaret yeter.

 

306.Nasuh tövbesine sarıl, canla başla buna çalış. İnsan, bir suçtan tövbe etti mi bir daha o suçu aklına bile getirmez, değil ona rağbet etmek, her an ondan nefreti artar. O nefret, tövbenin kabul edildiğine işarettir. O istek, önce lezzetsiz bir hale geldi, sonradan da istek yerine bu nefret geçti. İnsanın gönlü, tövbeden yine o suça meylederse bu meyil, tövbenin kabul edilmediğine, kabul lezzetinin o suçun yerine geçmediğine delildir. Yani "Kolay ibadetleri ona kolaylaştırırız" (Leyl 7. Ayet) hükmü zahir olmamıştır, onda hâlâ "Güç şeyleri, kötülükleri, ona kolay gösteririz" (Leyl 10.Ayet) hükmü vardır.

 

307.Birisi tövbe eder, pişman olur, sonra o pişmanlığı unutur da deneneni yine denemeye kalkarsa ebedî olarak ziyana düşer. Tövbesinde sebati, kuvveti olmaz, o tövbeden bir şirinlik duymaz ve tövbesi kabul edilmezse de köksüz ağaca benzer. Her gün biraz daha sararır, biraz daha kurur.

 

308. Allah için insanlara hayır yap, yahut kendi canın için herkese hayırda bulun da daima gözüne dost görünsünler... gönlüne kin yüzünden çirkin sûretler gelmesin! İyilik ettiğin müddetçe görürsün ki iyi yaşamaktasın gönlün rahat. Fakat bir kötülükte bulundun, bir fenâlık ettin mi o yaşayış, o zevk gizleniverir.

 

309.Allah sırları meydana çıkarır. Madem ki sonunda baş verecek, kötü tohum ekme.

 

310.Arayan nihayet bulur, kurtuluş sabırdan doğar.

 

311.Bir gün babam bana Bahaeddin, ‘’Senin düşmanını sevmeni, düşmanının da seni sevmesini istersen kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle’’ dedi. ‘’Böylece o düşman senin dostun olur. Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönle yol vardır.’’- Bahaeddin Veled(Rumi’nin Oğlu)

 

312.Ey kardeş! Sen ancak bir düşünceden ibaretsin. Ondan başka neyin varsa, kemiktir, ettir.Eğer düşüncen, manevi varlığın gül ise, sen de gül bahçesisin; diken isen, küllüğe atılacak odun gibisin. Gül düşünür, gülistan olursun. Diken düşünür, dikenlik olursun

 

313.İyi şeylerden başka bir şey düşünme ! Çünkü düşünce, suret dokumasının ipliğidir. Güzelleşen, iyi olan düşünceden doğan her suret güzeldir, iyidir.


314.  Bir adam belada safa görürse, bela tatlılaşır. Hasta, iyileştiğini görünce ilaç, kendine hoş gelir. Kötüye yormak ve kuruntu yapmak insanı derdi yokken bile hasta eder. Onun için olaylara iyi bak. Sen kötü düşünceyi zehirli tırnak gibi bil. Bu tırnak derinleştikçe can yüzünü tırmalar.

 

315.  Önce düşünce vardır. Sonra bu düşünce eyleme dönüşür. Dünyanın kuruluşunu ezelden beri böyle bil. Meyveler, önce gönül düşüncesinde tohum halindedir. Sonra meyve olarak ortaya çıkar, görünür. Sen bir işe girişip bir meyve fidanı dikince, sonunda meyvenin meydana gelmesi yolunda ilk harfi okudun, yani ilk adımı attın.Her düşünce, sonuca götüren bir araçtır. Işık gök gürültüsünden, düşünce de eylemden önce gelir.

 

316.Karınca, bir tanecik buğdayı görüp harmanı anlasaydı hiç o bir tane buğdayın üstüne titrer miydi?

 

317.Peygamberler dediler ki: Ümitsizliğe düşmek kötüdür. Allah'ın ihsan ve rahmetlerine son yoktur. Böyle bir ihsan sahibinden ümit kesmek hiç de yaraşmaz. Bu rahmete el atın, yapışın !Nice işler vardır ki ilk önce güç görünür de sonradan kolaylaşır, o güçlük geçer gider. Ümitsizlikten sonra nice ümitler var... karanlığın ardında nice güneşler var!

 

318.Kılavuzsuz yola gidene iki günlük yol, yüz yıllık olur.

 

319.Kim, din gamına düşerse Allah, öbür dertleri artık ondan alır.

 

320.Mum olmak kolay değildir. Işık saçmak için önce yanmak gerek. Dost altın gibidir, bela da ateşe benzer. Halis altın ateş içinde saf bir hâle gelir.

 

321.Ömrümün mahsulü üç sözdür ; Hamdım, yandım, piştim..

 

322. Mâna odur ki seni senden alır; suretten azade eder. Seni kör ve sağır eden, insanı, surete bir kat daha âşık eyleyen, mâna olamaz.

 

323. Yardım etmenin, zekat vermenin,mal bağışlamanın gönülde yüz türlü nişanesi olur... iyi işin yüzlerce alâmeti görünür! Malını dağıtıp bağışlayan kişinin gönlüne o mal yerine yüzlerce dirilik gelir! Allah'ın tarlasına temiz tohumlar ekilsin de sonra temiz mahsul vermesin... imkânı yok!

 

324. Canı inciten kişinin,bu incitmenin Hakk'ı incitme olduğundan haberi yoktur. Bilmiyor ki bu küpün suyu Irmak suyu ile birleşmiştir.

 

325.Bir gün, Allah ona rahmet etsin, Süleyman, "Yeli ona teshir ettik"(Enbiya 81) tahtına oturmuştu. Kuşlar havada kanat çarpmışlar, güneş Süleyman'a vurmasın diye bir kubbe kurmuşlardı. Hem taht uçuyordu, hem kubbe; "Sabahleyin bir aylık yol alırdı, akşamleyin bir aylık yol"(Sebe 12) hükmünce havada uçmadaydı. Ansızın o nimetin şükrüne lâyık olmayan bir düşünce, Süleyman''ın gönlünden geçti. Hemen başındaki tacı eğrildi. Tacını doğrulttukça taç gene eğrilmede, gene yan yatmadaydı. A taç dedi, doğru dursan! Taç dile geldi de ey Süleyman dedi, sen doğrul. Süleyman hemen secdeye kapandı, "Rabbimiz nefsimize zulmettik"(A'raf 23) diye tövbe etti; eğri duran taç kendiliğinden başında doğruldu, düz durdu. Süleyman, sınamak için tacı eğrilttikçe taç, doğru, düz duruyordu. Azizim benim, senin tacın gönül zevkindir, vecdindir, gönül ıssılığındır. Senden gönül zevki gitti mi, dondun, buz kestin-gitti, tacın eğrildi artık.

 

326.Gözün açıkken de tasalanırsan bil ki gönül gözünü yummuşsundur, onu aç!

 

327.Ya kırdığın gönlü Allah seviyorsa? Bilemezsin, bilseydin ödün kopardı; dokunamazdın.

 

328.Ey aziz kişi ! Ateştin, nur oldun...Koruktun, yaş ve kuru üzüm oldun; yıldızdın, güneş kesildin...Neşelen..

 

329.Dünyaya aşık olan kişi, üstüne güneş vuran bir duvara aşık demektir. Güneşin ışığı güneşe geri dönünce mahrum kalır. Gül kokusu, güle gitti. Maşuk (kul), efendisinin (Allah) yanına gitti. Öz, anlam çekildi, aşık ağlayıp, inler hale geldi. Çalışması, çektiği eziyetler boşa gitti artık!

 

331. O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyâsından ibarettir. O akis güneşe gitti. Yiğidim, o ışık nereye düşerse sen ona âşık oluyorsun. Her varlığa giden aşkın, Tanrı vasfından, meydana gelir, o şeyin yaldızından, o şeyin zâhirî güzelliğinden değil. O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın tabiatı doyar, onu boşlayıverir. Onun yaldızlı, zâhirî sıfatlarından ayağını çek. Bilgisizlikle sahteye pek hoş deme. Sahtelerdeki o hoşluk, o güzellik eğretidir. O süsün, püsün altında süssüzlük vardır. Sahtenin üstündeki altın, madenine geri gider. Sen de onun gittiği madene git. Duvardaki ışık güneşe varır. Sen de sana lâyık olan o güneşe git. Ondan sonrada madem ki oluktan vefa görmedin, suyu yağmurdan iste.

 

332.Eşlerin birbirine benzemesi lazım. Ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak! Ayakkabının bir teki ayağa biraz dar gelirse ikisi de işe yaramaz.

 

333.Yeşilliklerden, çiçeklerden meydana gelen bahçe bir an içindir. Fakat akıldan meydana gelen gül bahçesi, daimi olarak yeşildir, güzeldir, hoştur.

 

334.Susuzlar alemde su ararlar, fakat su da cihanda susuzları arar durur.

 

335.Ey ortağı, benzeri bulunmayan, pâk, kutsal Rabbimiz! Bize yardım et ve günahlarımızı bağışla. Bize ince, derin mânâlı, tesirli güzel sözler ilham et de, onlarla duâ ederek senin merhametini kazanalım. Ya Rabbi! Duâyı ettiren, bizi sana yalvartan da sensin, duâyı kabul eden de sen

 

336.Göz önünden kalkıp giden her şey gönüldedir.

 

337.Allah hangi kuşa ihtiyat ve tedbir duygusu vermişse o kuş o taneye, o tuzağa aldanıp gelmez. İhtiyatsızlık, tedbirsizlik, pişmanlıktan ibarettir. İhtiyat ve tedbir ona derler ki kötü zannı gideresin, kaçıp kötülüklerden kurtulasın. Tedbirsiz insan, adamakıllı âciz kalır. Çünkü ahmaklığından dolayı ne önünü görür, ne ardını!

 

338.İnsanlar geceleri uykuya dalınca gündüz kendilerini rahatsız eden düşüncelerden kurtulurlar, ama ibadetle geçirdikleri gecenin karanlığında, kuşluk vakti Güneş'inin nurunu bulanlar ne mutlu kişilerdir!

 

339.Nefsani istekleri terk etmek hususundaki tembel davranışın seni zayıf düşürmektedir. Halbuki sen heveslerini, nefsani isteklerini yenebilsen bütün zorlukları aşacak, huzura kavuşacaksın. Bundan sonra hakikate erersin de dünya işlerine, insanların boş yere birbirleri ile uğraşmalarına, çekişmelerine yukardan bakar, onlara acırsın. Gizli olan o hazine belirir, onu kendinde bulursun da, bu buluş ile tanınırsın.

 

340.Acı su da, tatlı su da berraktır. Sakın görünüşe aldanma.. Görünüşte herkes insandır ama gerçek insan hal ehli olandır..

 

341.Balık olduğunu iddia eden binlerce yılan vardır ki şekilleri hakikaten balık, fakat içleri yılandır.

 

342.Cevizin kabuğu kırılırken ses çıkarır; fakat içinde,yağında ses ne gezer? Fakat cevizin içininde bir sesi vardır; vardır ama o ses, kulağın duyacağı bir ses değildir. O ses 'aklın' kulağında gizlenmiştir.

 

344.İster gam içinde olayım, ister İrem bağında, dünya cennetinde bulunayım, kısmetimi hak vermiş, o yüzden daima Allah’a şükretmekteyim.

 

345.Yollar ayrı amma maksat bir. Görmez misin ? Kabe'ye giden yollar çok. Kimisi Anadolu'dan gider; kimisi Şam'dan, kimisi İran'dan, kimisi Çin'den. Kimisi de deniz yoluyla Hint'ten gelir, Yemen'den gelir. Yollara bakarsan büyük bir ayrılık var. Fakat maksada bakarsan hepsi birleşmiş, bir. Herkes gönlünden Kabe'ye gitmeyi geçirmede; gönüllerin Kabe'ye büyük bir bağlılığı sevgisi var, bu isteğe hiç mi hiç ayrılık, aykırılık sığmıyor. Bu istek ne küfürle ilgili ne imanla.O ilgide hiçbir bulanıklık yok.Hani ayrı-ayrı yollar var dedik ya;herkes oraya vardı mı yoldayken birbirleriyle çekişip savaşmaları da kalmaz, ayrılık-aykırılık biter gider, dedikodu da. Kabe'ye vardılar mi anlarlar ki o savaş yoldaymış, maksatları meğer birmiş.

 

346.Sanma ki gül dikenin himayesinde, dikenin itibarı gül sayesinde..

 

347.İşlerimiz, yaptıklarımız da seslenmek gibidir.Seslerimiz güzel de olsa,çirkin de olsa dağa/dünyaya çarpar döner yine bize gelir.

 

348.İnsan ırmak suyuna benzer. Bulandı mı artık onun dibini göremezsin.

 

349.Kim şu madde dünyasına daha çok düşkünse ve dünya işlerinde daha çok uyanıksa, o, aslında ötelerden habersiz derin uykulara dalmıştır...

 

350.Hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar,ruhu doğruluktan ayırır.

 

351.Yazı yazan eli göremeyen kişi, kalemin hareket ettiğini görür de, yazma işini kalemden bilir.

 

352.Yüz tane elma, yüz tane de ayva saysan her biri ayrı ayrıdır. Onları sıkarsan yüz kalmaz,hepsi 'bir' olur.

 

353.Kim güzelliğini mezada çıkarırsa, ona yüzlerce kötü kaza yüz gösterir. Düşmanların kem gözleri, kin ve öfkeleri, hasetleri kovalardan su boşalır gibi başına boşalır.

 

354.Seni yücelere, yükseklere çeken her sesi, yücelerden gelen ses olarak bil. Sana hırs veren nefsânî duygunu arttıran sesi de, insan yaralayan kurt sesi bil. 

 

355.Cennetin rûhânî tesiri ile bütün çirkin sesler güzelleşir. Biz hepimiz, bütün insanlar, Âdem’in cüz’leriyiz. Biz Cennet’te iken o nağmeleri dinlemişiz. Ruhumuza sindirmişiz. Balçıktan yaratılmamız bizi bir şüpheye düşürdü; ama yine de hatıramızda o nağmelerden, o güzelliklerden bir şeycikler var. Fakat dünyada acılar ve üzüntüler toprağı ile yoğrulduktan sonra bu yüksek, bu güzel, bu hafif nağmeler, nereden, nasıl o manevî zevki ve neşeyi verecek?

 

356.İnsanla Allah arası bir deniz mesafesi ise; akıl bu denizde yüzücü, aşk ise bir gemidir. Yüzmek güzeldir ama uzun bir yolculuk için yeterli değildir. İnsan yüzerken yorulabilir, boğulabilir. Ama gemiye binen hedefine ulaşır.

 

357. O, eşyaya ne lâkap verdiyse değişmemiştir; çevik dediği tembel çıkmamıştır. Sonunda mümin olacak kimseyi önceden gördü; sonunda kâfir olacak adam da ona belli oldu. Her şeyin adını, bilenden işit; “Allemelesmâ”(Bakara 31) remzinin sırrını duy! Bize göre her şeyin adı, görünüşüne tâbidir; nasıl görünüyorsa biz, ona öyle deriz. Fakat Tanrı’ya göre içyüzüne, hakikatine tâbidir. Mûsâ’ya göre sopasının adı asâ; Yaratan yanında ejderha idi.... Hâsılı Tanrı indinde sonumuz ne olacaksa hakikatte adımız o olmuştur. Tanrı, insana akıbetine göre bir ad koyar. Halkın taktığı ödünç ada göre değil!

 

358. Kederlendinse, kalbinde gam hissettinse,tövbe istiğfar et, Allah'tan bağışlanma dile. Çünkü gam, Allah'ın izniyle gelir,yaptığı işi Allah'ın izniyle yapar.

 

359. Ey gönül! Hak’tan gelen gamı, kederi bir lütuf olarak bil de ondan yüz çevirme! Onun içine gir! Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır. Onun gönülde açtığı yaraya katılan ki merhemi yüz göstersin! Şunu aklından çıkarma ki sabır, ızdırabın, acının anahtarıdır. Dertlerin, kederlerin içine öyle bir aşkla dal ki sonunda hiç beklemediğin bir zamanda ansızın Hakk’ın kürsüsü ve arş-ı azamı senin önüne gelsin. Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır. Cihanın nuru ile gül de cihanın düğünü, derneği ol! Onun mateminden, acılarından kurtul, emniyete ulaş! Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır. Kibirden, kinden kurtulur da gönlünü ayna gibi parlak, lekesiz bir hâle getirirsen,her an onu gönül aynasında görürsün.Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır. Kibri, kini yok edersen hem benlikten yakanı sıyırırsın hem de şeytanın saçından tutar, boynunu vurursun. sabır sıkıntının anahtarıdır. O zaman bahtın, talihin, devlet, varlık kendiliğinden kalkar senin ayağına gelirler. Onların gelişi ile mutlu olursun. sabır sıkıntının anahtarıdır.

 

360. İki parmağının ucunu gözüne koy,cihandan bir şey görebilir misin? İnsaf ette söyle. Göremiyorsan bu alem yok değildir. Görememek ayıbı, yahut göstermemek kabahati ancak azıtmış nefsin parmağına aittir.Sen evvela gözünden parmağını kaldır,ondan sonra dilediğini gör.

 

361.Allah bize yardım etmek dilerse, bize yalvarmak ve münacatta bulunmak meylini verir.

 

362.Seni en iyi Allah bilir, gerisi ya yanlış ya eksik bilir. Seni mutsuz edenler yüzünden umutsuz olma, mutlu olacağın zaman da gelir. Seni mutsuz edenleri görüp herkesi öyle sanma, seni mutlu edecek olan da gelir. Bugün çok derdim var deme, o derdi sana veren Allah'ın, dermanı verdiği gün de gelir. Sen Rabb'ine dua et. Dua etsem ne olacak deme, duâ'nın kabul olduğu gün de gelir.

 

363.Zenginliği hazineden, maldan-mülkten değil Allah’tan dile; yardımı amcadan, dayıdan değil, Allah’tan iste. Çünkü sonunda bütün bunları bırakıp gideceksin. Kendine gel de o zaman kimi çağıracak, kimden imdat isteyeceksin bir düşün! Aslanlar gibi avını kendin avla! Yabancıya da yüzsuyu dökme, akrabaya da. Başının üstünde bir sepet dolusu ekmek olduğu halde başkasından ekmek istiyorsun. Dizine kadar dereye girmişsin de hâlâ ondan-bundan su isteyip duruyorsun! Başkasına yalvarmayı düşünme; artık o merhamet ve adalet sahibi Allah’tan başkasına yalvarma! Allah’ı düşün, onun huylarıyla huylan da emanetlerin zâyi olmaktan da emin olsun, eksilmekten de! Borçlu bir adam, cömert bir muhtesibin yardımını umarak onun yanına gitmişti. O garip, muhtesibin evine varınca onun öldüğünü söylediler. Bu acı haberi duyan garip ağlamaya başladı; sanki kendisi de muhtesibin ardından can veriyordu. Aklı başına gelince düşündü ve dedi ki: “Yarabbi, suçluyum, insanlara ümit bağladım. Muhtesip çok cömertti, ama cömertlikte hiç de senin eşin olamaz. O külâh bağışlar, sen, akılla dolu baş verirsin. O kaftan verir, sen boy-pos ihsan edersin. O altın verir bana, sen altın sayan el verirsin. O katır verir bana, sen ona binecek akıl. O bana ışık verir, sen aydın göz. O meze verir, sen onu yiyecek kabiliyet. O maaş verir, sen ömür ve yaşayış. Onun vâdettiği şey altındır, senin vâdettiğin, temiz şeyler. O oda verir, sen gök ve yer verirsin. Senin yarattığın ovada onun gibi yüzlercesi yaşar, semirir. Altın senindir; altını o yaratmadı ki! Ekmek senindir, ekmeği bağışlayan sensin. Ona cömertliği, merhameti veren de sensin. Cömertlik eder de neşelenir; bu neşeyi, bu sevinci veren de sensin. Ben onu kendime kıble edindim de asıl kıble edilecek makamı nasıl bıraktım?

 

364.Ayıp olan insanlarda ayıptan başka hiçbir şey görmemektir. Gayp aleminden gelen temiz ruh,aynı yerden gelen kardeşlerde,nasıl olur da ayıp görür?

 

365.Nefsine ne yapacağını sorarsan, onun söylediğinin tersini yap. Çünkü basiretini kaybettirebilir o sana. Bin kez, yerine getirmediği bir sözü sana da verecektir o. Nefis, sıcaklığı az olan bir cehennem, topuk derinliğinde ama seni boğacak bir deredir.

 

366.Akıl, bir başka akılla birleşince güçlenir, nuru çoğalır, yolunu daha iyi görür.

 

367. İnsanlar bu dünyanın dışına çıkıp, O Padişah'ı perdesiz olarak gördüklerinde..bütün bu şeylerin maskeler ve perdelerden başka bir şey olmadığını anlarlar.

 

368.Sende kabiliyet bulunduğunu görürse, ilahi hikmetler, eline konmaya alışmış bir kuş gibi senin yanına gelir, sana yaklaşır, senin olur. Yıkık bir evde tavus kuşunun durmadığı gibi, İlahi hikmet de, anlayışlı olmayan ham bir kişinin yanında durmaz.

 

369.Hoşa gitmez bir renkte olan gecede çok iyilikler vardır. Ab-ı hayat karanlıkla dost olmuştur, karanlığın içine gizlenmiştir.

 

370.İnsanın dışyüzü bir damladan ibaret olduğu halde, içyüzü bir bilgi ve marifet denizi; zerrede gizlenmiş olan bir güneş, bir kuzunun postuna bürünmüş aslandır ve de ot ve samanın altına saklanmış bir denizdir. Sen damlada gizlenmiş bir bilgi denizisin; üç karışlık bedende gizlenmiş bir âlemsin. O halde, görünüşte küçük evren sensin. Ancak anlam olarak büyük evren de sensin.

 

371.Zavallı damla! Toprak senin düşmanın, rüzgâr senin düşmanın, güneşin sıcağı senin düşmanın. Varmak istediğin denizse çok ırak. A elsiz ayaksız damla! Bunca düşman arasında denize nasıl varacaksın? Damla, hâl diliyle derki damlayım damla olmasına, güçsüzüm güçsüz olmasına da uçsuz bucaksız denizin inayetinin etkisiyle bir coşku var ruhumda.

 

372.İnsan, cisim ve cismânîlik bakımından dünyanın parçasıdır. Ancak ruh ve manevîlik yönünden dünyanın temelidir. Aynı şekilde insanın içyüzü dünyayı kapsayıp kuşattığı halde, dışyüzü bir sivrisineğin karşısında bile acizdir: O halde, şunu bil ki, insan görünüşçe dünyanın parçasıyken, nitelikçe dünyanın temelidir. İnsanın dışyüzünü bir sivrisinek bunaltırken, içyüzü yedi göğü kuşatır.

 

373.Bilgisiz kişi, Hakk yolunda eğri büğrü gider.

 

374.Düşünceleri, gökyüzünün yıldızları say. Fakat bunlar, başka bir gökyüzünde dönmedeler. Kutluluk gördün mü şükret, ihsanda bulun. Kötülük gördün mü sadaka ver, bağışlanma dile, çark vur!

 

375.Sıkıntıdan kurtuluş ümidi, içteki imandan gelir. Eğer imanın zayıf ise ümitsizliğe, iç sıkıntısına uğrarsın.

 

376.İnsanda ikilik vardır. İnsanın nefsi küfür ile, ruhu da iman ve irfan iledir. Ruhaniyet üstün gelirse; balık,nefsaniyet galip gelirse olta olur.

 

377.Bedenini beslemek,onun ihtiyaçlarını gidermek için bir sanat öğrendin;bir işin,bir mesleğin var. Ruhunu beslemek için de din sanatını öğrenmeye çalış!

 

378.Sadece kendin için çalışıp çabalamanın ne kıymeti olur? Yürü iyilik et, zaman bu iyiliği bilir, o iyilerin iyiliğini unutmaz... Herkes göçer gider. Bu dünyada malı kalır, senin de malın kalacak; mal yerine iyiliğin kalması daha iyidir. Herkesin dünyadan alıp götüreceği şey, ne servettir, nede samandır. Ancak yaptığı iyiliktir.

 

379.Şunun bunun hatasını, ayıbını görüp söyleyenler, ayıbı olanlardan daha çok yoldan çıkarlar, sapıklığa düşerler. Bir kimse birinin ayıbını görse,onu kendi satın almış olur ve o ayıbı kendisinde bulur.

 

380.Bir kimsenin kullukta bulunmayıp, dini vazifesini yapmadan, farzları ifa etmeden 'Allah Gafurdur; günahları örter. Merhametlidir; kullarına acır' demesi yine nefsinin/şeytanın hilesinden başka bir şey değildir.

 

381.Demirci, demir döverken yırtık pırtık bir elbiseye bürünse halk yanında itibarı eksilmez ki. Şu halde kibir elbisesini bedeninden çıkar. Bir şey belleyip öğrenme hususunda alçakgönüllü bir elbiseye bürün. Bilgi sahibi olmanın yolu sözledir. Sanat bellemenin yolu işle. Yokluk istiyorsan o, konuşup görüşmeyle kaimdir. Bu hususta ne dilin işe yarar ne elin. Can yokluk bilgisini bir candan beller. Bu bilgi ne defterden bellenir, ne dilden! 

 

382.Beden ırmak yatağı; ruh da ondaki akar suya benzer. Ruhun sembolü olan su akıp gitmededir. Sen ise "Duruyor." dersin. O koşup gitmededir; sen ise "Oturmuş kalmış." dersin. Suyun derelerden, arklardan akıp gittiğini görmüyorsan, onun üstündeki yeniden yeniye yığılan şu çerçöp nedir? Hiç değilse onlara bak! Ey insan! Senin çerçöpün de düşüncelerindir. Her an sana dokunulmamış, alınmamış, bozulmamış, çeşitli şekillere bürünmüş düşünce gelir gider. Suyun yüzü de, düşünce ırmağı da akıp giderken, sevimli sevimsiz, güzel çirkin, bir çok çerçöpü de sürükler, onlardan bir türlü kurtulamaz. Tertipleyen öyle tertiplemiştir. Aslında hakikat bahçelerinden akıp gelen bu ırmağın üstüne, gayb âleminin meyvelerinden kabuklar düşer. Sen o kabukların özünü, meyvesini suyun içinde ara! Çünkü o su hakikat bağından gelmektedir. O meyvelerden bazıları acı, bazıları tatlıdır; bazıları insana yolunu şaşırtır, "dalalet"e sürükler, bazısı doğru yola, "hidayet"e ulaştırır. Allah sana gizlice öyle bir şey verir ki, dünya halkı sana karşı yerlere eğilir. Adî bir taşa bir hüner, bir değer vermiş, onu altın yapmıştır da, halkın gözünde aziz ve muhterem kılmıştır. Bir katre su, Allahın lütfu ile inci olur. Altından ziyade değer kazanır. Şu insan bedeni topraktan yaratılmış olduğu halde, Cenâb-ı Hakk ona, kendinden bir şey, bir parlaklık verdi de, insan o parlaklık ile dünyayı kaplamakta, âlemi zapt etmekte, akıl almaz işler başarmakta, manevi bir ay gibi parlamakta üstat oldu.

 

383. Ey İnsan! His, aklın esiridir; ve yine bil ki akıl da rûhun esiridir. Can, aklın bağlı olan ellerini çözdü mü yapılmasına imkân bulunmayan işle­ri de yapabilir. Hisler ve düşünceler; berrak suyun üzerindeki çer çöp gi­bi suyun üzerini kaplamışlardır. Akıl eli, o çerçöpü bir tarafa atar; aklın önünde su meydana çıkar. Çünkü çerçöp, köpük gibi suyun yüzünü örtmüştü; fakat bunlar bir ta­rafa sürülünce su ortaya çıkar. Hüdâ, aklın elini açmadıkça, bizim hevâmızdan neş’et eden çerçöpler, suyumuzun (yani can potansiyelimizin) üzerinde her an artar, durur. Hevâ bu duruma güler, akılsa ağlar; o hevâ da daima suyu örter. Takvâ, hevânın iki elini bağladığında Cenâb-ı Hakk da aklın her iki eli­ni çözer. Akıl senin hizmetkârın ve kumandanın olunca da evvelce sana gâlib ve hâkim olan hisler(hevâ), artık senin mahkûmun olurlar. (Yani düşüncelerine yön verir hâle gelirsin; düşüncelerin-heveslerin seni değil de, sen düşüncelerini yön­lendirir bir hâle erişirsin). Gayba mensup sırlar, can âleminden zuhûr etsin diye, hislerini uykusuz rüyâya daldırır da uyanıkken rüyâlar görürsün; böylece insana semâ­dan kapılar açılır.

 

384.Kalp aynası tozdan kirden arınmış ve tertemiz olursa, su ve toprağın dışındaki nakışları o zaman görürsün.. Gönül penceresi geniş ve camları da tertemizse, hiç bir vasıta olmadan Allah'ın nuru kalbe ulaşır.

 

385. Ey tuzlu su içinde yaşayan sen ne bilirsin Ceyhan ve Fırat nehirlerini?

 

386.İyi suyun tadını tatmayan kör kuşa, acı su kevser görünür.

 

387.Acı su, içildiği zaman soğuktur, hoş gelir ama susuzluğu kesmez. Yalnız bir hiledir düzer, yüzlerce yeşillik bitiren tatlı suyu araştırmaya mani olur. Her sahte altın da tıpkı bunun gibi nerede iyi ve güzel altın varsa onu araştırmaya mani kesilir. Ey mürit, senin muradın benim, beni al diye hileyle kolunu kanadını keser. Senin derdini ben çekerim der ama o dert değildir, tortudur. Görünüşte sana tabidir ama hakikatte seni alt eder. Yürü yalancı dermandan kaç da derdin, sana derman olsun, iyileşsin, miskler saçsın.

 

 

388.Kötü bir adam, bir gün yoksulun birine dedi ki: ‘’Burada seni kimse bilmiyor.’’
Yoksul, "Yabancıyım, kimse beni bilmeyebilir. Fakat ben kim olduğunu biliyorum ya. İş aksi olsaydı, dertlere, yaralara uğrasaydım, başkaları beni görseydi de ben kör olsaydım, kendimi görmeseydim ne yapardım? İstersen beni ahmak say. Sana göre ahmağım, fakat benim talihim iyi. Talihli olmak, inattan, ısrardan daha iyidir. Bu söylediğin söz, senin zannına göre. Yoksa talihim, aklıma da yardım eder benim" dedi.

 

389.Sen, kendin, testiye benzeyen bedeninde su gibisin; yaydığın dedikodu, yaptığın barış ve savaşın da sudaki kabarcıklar gibidir! Ey akıllı kişi; bu şekiller, bu suretler, akarsuyun üstündeki kabarcıklara benzer! Yahut da içteki sırlar dışarı çıkıncaya kadar, içteki suyun üzerindeki köpükler gibidir! Tandır içinde pişen yemeğin ne çeşit yemek olduğunu kaynayışı, çıkardığı köpüğü ve kokusu belli eder! O yemeğin tatlı veya ekşi oluşu, gence de, ihtiyara da öyle görünür; her nasılsa kendini öyle belli eder! Tıpkı bunun gibi, insanların canları, iç yüzleri de yaptıkları işlerden, sözlerinden belli olur! İnsanın canı, mertebe bakımından nasıldır, nedir; mümin midir, kâfir midir, veli midir; işinden, sözünden anlaşılır! Aslında bizim, birçok isteklerle çevrilmiş, ihtiyaçlar arasında sıkışıp kalmış olan bedenimiz içinde de duygularımızın acı suyu vardır. Allah'ım! Cennet karşılığında, müminlerin canlarını, mallarını satın aldığın gibi (Tevbe 111), kereminle, bizim şu küpümüzü, testimizi de kabul buyur. Şu beş duygudan meydana gelen, şu beş musluklu beden testisinin içindeki suyu, her çeşit kirliliklerden, pislikten sen koru, sen temiz tut... Bu beden testisindeki suyu, kirlenmekten koru da oraya hakikat denizinin, sevgi denizinin suyu sızsın. Böylece, testim, aşk denizinin coşkunluğunu, huyunu alsın. Ey hakkı arayan kişi, sen vakit geçirmeden duygu musluklarını kapa ve testiyi aşk küpünün suyu ile doldur.

 

390.Sabır, gamdan kurtulmak için anahtardır.

 

391.Sakın, endişelerden sakın! Fikir aslan ve yaban eşeğidir, gönüller de ormanlıklar. Perhizler, ilâçların başıdır. Çünkü kaşınma, uyuzluğu arttırır. Perhiz, şüphe yok ki ilâcın aslıdır. Düşüncelerden perhiz et de can kuvvetini gör! Sen, kulak gibi bu sözlere kabiliyet kazan da sana altından küpe takayım. Küpe de ne? Altın madeni olursun Aya, Süreyya’ya kadar yükselirsin.

 

392.Uykuda duygularını taşımazsın, duygular seni taşır. Bu yorgunluk, bitkinlik gider, eziyetten, sıkıntıdan kurtulursun. Sen uyku halini, velîlerin uyanıkken de duygularını taşımamaları halinde bir çeşni bil.

 

393.Be inatçı; velîler, Eshab-ı Kehf’dir. Ayakta olsalar da, yürüyüp gezseler de uykudadırlar. Tanrı, onları, kendilerinin haberi olmadan işletir; sağa sola çevirir. O sağa çevrilme nedir? İyi iş. Ya sola çevrilme? O da bedene, varlığa ait işler. Bu iki hal de peygamberlerden, dağdan ses gelir gibi zuhur eder. Onların, her ikisinden de haberleri yoktur. Dağ, hayır olsun, şer olsun... Senin sesini sana verir, duyurur. Fakat ikisinden de bihaberdir.

 

394.Sen bir hayalden kurtulamıyorsun. Uyuyamıyorsun, adeta o hayal seni yiyor. Uyuyabilsen, sıçrayıp o hayalden kurtulacaksın. Düşünce, bal arısıdır. Uykun ise su gibidir. Uyanınca başına yine arılar üşüşür. Nice hayal arısı uçar durur. Seni kah bu tarafa, kah o tarafa çekerler, sürüklerler. Kendine gel de, o kaba, seni hırpalayan, yemeye çalışan hayaller sürüsünden “Biz seni koruruz”(Maide 67) diye buyurmuş olan Allah tarafına kaç.

 

395.Şu dumanlarla dolu evde bir pencere açtılar da duman çıktı gitti, güneş ışığı girdi. O ev hangi ev? Gönül. O duman da ne? Kaygı-düşünce. Kaygıdan düşünceden, zevkinin neşenin boynu kırılmıştır adeta. Uyanda düşünceden de kurtul hayalden de. Şu benliği, varlığı, Tanrı yoluna harca da İblis gibi ayrı kalma. Can suyunu, can denizine dök de sınırsız, uçsuz-bucaksız bir deniz kesil. Düşünceyi bırak tamamıyla arıt gönlünü, hani aynada ne resim vardır ne de süs, tıpkı öyle olsun gönlün. Bütün resimlerden şekillerden arındı mı artık her resim, her şekil ordadır ona vurur. O yüzü tertemiz pırıl-pırıl ayna hiçbir yüzden utanmaz artık. Gönül aynası arındı, tertemiz oldu mu, sudan, topaktan dışarı, şekiller görürsün. Hem resmi hem ressamı; hem şans ve mutluluk yaygısını seyredersin hem yayanı. Sel gibi secdeler ederek denize dek gidelim, denize kavuştuktan sonra da üstündeki köpükler gibi el çırpa-çırpa koşalım yürüyelim. Filozofca anlatışlara dalmak, pek yüce, pek büyük bir işle uğraşmaktır, fakat anlatış perdedir gerçekler güneşine. Dünya köpüktür, Tanrı sıfatlarıysa denize benzer; fakat perdedir şu cihan köpüğü denizin arılığına duruluğuna. O denizdesiniz ki şu alem, köpüğüdür o denizin; yüzmeyi çok önceden bilirsiniz zaten. Dünyadaki şekiller o denizin köpükleridir; tertemiz kişilerden sen geç köpükten geç. Gönlüm çoştu-köpürdü şu söz şekli meydana çıktı işte; bizdensen şekli bırak gönle yürümeye bak.

 

396.Dünya kurt, insan kuzu... Kurdun derdi kuzuyu mideye indirmek kuzu ise kurda aşık.

 

397.Gözler perdeleri delip hakikat nurunu görmeye başladı mı bu nur, onun nurudur artık. Bu nura sahip olan dışa bakar, içi görür. Zerrede ebedi varlık güneşini görür. Katrede bütün denizi görür.

 

398.Ey onda bunda kusur arayan kişi! Hiçbir insanı hor görme. Hangi millette, hangi dinde olursa olsun, İnsanda, O'nun bir emaneti vardır, İnsan O'nun aynasıdır. Bütün insanlar, ezelden geldiğimiz için, oraya karşı duyduğumuz iştiyakta, özlemde birleşiriz, bir oluruz, ama söze başlayınca hepimiz ayrı ayrı dillerle O'na sesleniriz. Hepimizin duygusu bir ama dillerimiz ayrı. Unutma aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşır.

 

399.Dünya malına aşırı düşkünlük, maddeye karşı duyulan tamah seni kör eder.Hakk yolunda yürümenin şartı mizacın değişmesidir. Yani,insanda bulunan hayvanlık tabiatının insanlık tabiatına çevrilmesidir. Sen kendi kendini kontrol eder de, bazı hatalarından, kusurlarından kurtulursan; manen arınır temiz olursan ey Hakk yolcusu, işte o zaman iyiliklere, lütuflara nail olursun.

 

400.Sen yaprakların el çırptığını göremezsin. Onların çıkardıkları neşe seslerini, Allah'ı tespihlerini duyamazsın. Bunları duymak için can kulağı, gönül kulağı gerek, başındaki kulak değil.

 

401.Vay o kuşa ki kanadı daha olgunlaşmadan yücelere uçmaya kalkışır da tehlikeye düşer! İnsana kol kanat akıldır. Adamın aklı olmazsa kendisine başka bir aklı kılavuz etmesi gerektir. Ya üstün ol, ya üstünlüğü ara. Ya görüş sahibi ol, yahut bir görüş sahibi ara. Akıl anahtarı olmaksızın bu kapıyı açmaya kalkışmak beyhudedir, doğru değildir, açılmaz.

  

403.Tanrı, namusu, ar ve hayayı yüz batman ağırlığında bir demir yapmıştır. Nice kişiler, görünmez bağlarla bağlanıp kalmıştır! Kibir ve kâfirlik, o yolu, o kadar bağlamıştır ki kibir ve küfür sahibi, açıkça ah edemez bile! Tanrı “Onların boyunlarına zincirler vurduk, başlarını yukarı kaldırmışlardır, indiremezler“ dedi. Bu zincirler, bizden dışarıda değil. “Önlerine, artlarına mânialar koyduk, gözlerini perdeleyip örttük” buyurdu. Fakat bu hale uğrayan, önündeki, ardındaki mâniaya görmez. O dikilen mânanın çetinliği görünmez. Çünkü o kişi, kaza ve kaderin tesiriyle kurulduğunu bilmez. Allah'ın rahmeti, kahrından ileridir. Bu yüzden de birisini kahır ile sınaması rahmetindendir.

 

404.Kasırga, birçok ağaçları kökünden sökerse de alçacık bir ota ihsanda bulunur. O sert rüzgâr, otun zayıflığına acır. Gönül, artık sen de kuvvetten dem vurma. Balta; ağaçların, dalların çokluğundan, sıklığından hiç korkar mı? Hepsini paramparça eder, kesip biçer. Fakat bir ota saldırmaz. Neşter yaradan başka yere vurulmaz. Aleve, odunun çokluğundan ne gam? Kasap koyun sürüsünden kaçar mı?

 

405.Kötü bir yemek yiyenin o yemeği kusuncaya kadar gönlü bulanır. İşte hiddeti yenmek budur; onu kusma ki karşılık tatlı sözler duyasın.

 

406.Halbuki hastanın gönlünde bir ateş alevlenmiş, kendisini de yakmıştı. Yaktığın ateşten kork. Sen, onu günahlarınla çoğalttın, günahın yüzünden alevdesin.

 

 

407.Tanrı kadehi olmadıkça heva ve heveslerden nereden geçeceksin? Ey Tanrı’ya ait yalnız “Hü” ismine kani olan! Sıfattan, addan ne doğar? Hayal! O hayal, sahibine ancak vuslat delili olur. Medlulü olmayan bir delalet edici hiç gördün mü? Yol olmadıkça katiyen gül de olmaz... Hakikatı olmayan bir adı hiç gördün mü; yahut Kâf ve Lâm harflerinden gül topladın mı?

 

408.Bu iki melek, cihan halkının günahını, kötülüğünü görünce, hiddetlerinden ellerini ısırıyorlardı. Fakat gözleriyle kendi ayıplarını görmüyorlardı. Bir çirkin, aynada kendisini görünce yüzünü çevirmiş, kızmış. Kendisini gören kendisini beğenen; birisinde bir suç gördü mü...İçinde cehennemden daha şiddetli bir ateş parlar. O, bu kibre din gayreti adını takar; kendi kâfir nefsini görmez. Din gayretinin başka alâmeti vardır. O ateşten bütün bir dünya yeşerir, hayat bulur. Senin sevgilin, asıl sevgilinin yüzünü örtmekte...mürşidin, asıl mürşidin, sözünü dinlemene mâni olmaktadır.. İçimden bunu açmak, iyice anlatmak geliyor ama ümitsizlik verir diye korkuyorum. Hayır , ümitsizlenme, sevin o feryada erişen Tanrı’ya feryat et! Ey affetmeyi seven Tanrı, bizi affet! Ey eskimiş nasır illetinin bile hekimi, bizi bağışla! Hikmetin gönlüne aksetmesi o kötüyü yoldan çıkardı. Sen de kendini görme ki bu görüş senden toz kaldırmasın.

 

411.Hakk yolunda düzenli okuduğun duayı, ayeti,çektiğin tespihi terk edince zahmete sıkıntıya düşersin, sana sebebi bilinmeyen bir iç sıkıntısı gelir, çatar. Bu sebepsiz üzüntü,bu iç sıkıntısı bir çeşit ihtardır. Bir çeşit terbiyedir. Devam ede geldiğin tesbihini,duanı bırakma, eski ahdini bozma demektir.

 

412.İnsanlar ağaçlardan ders almalıdırlar. Onlar; ne üzerlerinde barınan kuşların ne gölgelerinde yatan insanların ne de verdikleri yemişlerin hesabını tutarlar.

 

413.Gönül hastalarının dertlerini dinler ve sudan,topraktan yaratılmış canların ihtiyaçlarına kulak verir, onlarla ilgilenirsen, zekat sayılır.

 

414.Allah'ın lütfettiği kârdan kâr edin, yararlanın ama lütuflara karşı pek de şımarmayın, aşırı sevinç göstermeyin; çünkü Allah aşırı sevinip övünenleri sevmez. Size gelen dünya nimetlerinden yararlanın, bir miktar ferahlanın, fakat şunu da bilin ki, dünya nimetleri ;para, pul, mevki ve şöhret gibi aşırı derecede meşgul eden, gönlünüzü çelen bu şeylerin hepsi de sizi Rabbinizden uzaklaştırır.

 

415.Bir derdin, sıkıntın varsa Allah'a aç. Çünkü ne anlatırsan dinler, ''Yine mi sen!'' demez.

 

416.Ustaya müracaat etmeksizin bir san'at tutan kişi, şehre de alay konusu olur, köye de.

 

417.Surette, şekilde ileri olanlar, manada geri bulunanlardır.

 

418.Cevizin, fıstığın ya da bademin içi olgunlaşıp büyür de kabuğa dayanırsa kabuk zayıflar ve incelir. Bilginin içi, özü büyüdüğünde de kabuk zayıflar ve ortadan kaybolup gider, suret ve şekil önemliliğini kaybeder.

 

419.Bir resmin çirkin olması,onu yapan ressamın beceriksiz,acemi olduğunu göstermez.Belki çirkinliği resmetmekteki maharetini, ustalığını gösterir. Hatta ressamın gücünü, maharetini gösterir.Demek ki o çirkinin resmini yapabiliyor, hem de güzelin resmini!

 

420.Allah dostu olan ariflerden başkaları bu iki şeyden, yani 'lütufta kahrın, kahırda da lütfun gizli olduğundan' şüphe içindedirler. Bunlar yuvalarında tek kanatla uçup hakikate ulaşmak isteyen kuşlara benzerler. Bilginin iki kanadı vardır, şüphenin ise bir kanadı. Şüphe kusurludur, şüpheye düşmek sonu gelmeyen bir uçuştur.

 

421.Kalp sırrına erenler neler yapar, bilir misin? Kızmazlar, küsmezler. Kırmazlar, kırılmazlar. Her şeyde bir güzellik bulurlar. Hiçbir şeyi insanoğlundan bilmezler. Rablerinden bilirler! Her şeyi ondan umup, beklerler. Ve, susarlar. Susarak konuşurlar.

 

422.Şeytan; dünya hırsı,para sevgisi,yüksek mevki arzusu,hiddet ve şehvet yemlerini saçar durur. Yemler meydandadır. Fakat bu yemlerin başımıza getireceği felaketler gizlidir; o görünmez.


424.Demek ki mutlak kötülük (bed-i mutlak) yoktur dünyada. Belle bunu, kötülük görecelidir (be-nisbet) aslında. Zamanede hiçbir zehir veya şeker yok ki, birine ayak iken bir başkasına ayak bağı olmasın. Biri için ayaktır, bir başkası için ayak bağıdır. Biri için zehirdir, bir başkası için şekerdir. Yılan zehri, yılan için hayat demektir. Ama insana göre o zehir ölüm demektir. Suda yaşayanlar için deniz bağ bahçedir. Karada yaşayanlar için dağlanma, ölüm demektir. İş bilir insan! Bunu saymaya devam et. Bu nisbeti birden bin kişiye çıkart. Bir şeye güzel diyebilmemiz için çirkin; uzun diyebilmemiz kısa bir şeyin olması gerekir. İnsanlar âleminin kuralı budur; her şey zıtları vesilesiyle anlaşılmaktadır. Kötü yoksa iyi de yoktur. Ama gerçekte, iyilik ve kötülük birdir, birbirine yardımcıdır, birbirine hizmet eder. Zıt, zıttıyla görülebilir ey delikanlı. Her şey, zıddıyla ortaya çıkar. O siyah, beyaz üstünde rezil olur.

 

425.Ey Allah’ım yüz binlerce tuzak ve yem var, biz ise ihtiraslı azıksız kuşlar gibiyiz. Her birimiz doğan ve simurg bile olsak her an yeni bir tuzağa yakalanmaktayız. Bizi her an kurtarıyorsun, yine de bir tuzağa doğru gidiyoruz. Ey ihtiyaçtan münezzeh Allah’ım.

 

426.Dünyanın lütfu ve yaltaklanması hoş bir lokmadır. Ama az ye. Çünkü o lokma ateştendir.

 

427. Sel ister bulanık olsun, ister saf olsun madem ki geçicidir, onu konuşarak vakit öldürme. Dünya malı sele benzer.

 

428.Dünya; kuşa tane saçan avcıya benzer. Tanelere koşarsan karnın azıcık doyar, sonu tuzaktır. Tembellik etme, taneyi bırak da ovaya Hakk’ın rahmet vadisine uçmaya bak.

 

429.Allah öfkeden, yumuşaklıktan, öğütten ve düzenden ne yarattıysa boş değildir. Bunlardan hiçbiri mutlak iyilik değildir ve bunlardan hiçbiri mutlak kötülük değildir.

 

430.Dünyada birine ayak, diğerine bağ olmayan hiçbir zehir ve şeker yoktur. Birine ayak, diğerine ayak bağıdır. Birine zehir diğerineyse şeker gibidir. Yılan zehri o yılan için hayattır. Oysa insana nispetle ölümdür. Suda yaşayanlar için deniz bahçedir. Toprak halkı için ise ölüm ve musibettir.

 

431.Yokluktan doğan her varlık birine zehirdir diğerine şeker. Herkesle dost ol ve nahoş huydan uzaklaş. Böylece zehir küpünden de şeker yersin.

 

432.Yapılma, yıkılmadadır, topluluk, dağınıklıkta; düzeltme, kırılmada; murat, muratsızlıktadır; varlık yoklukta. Her şey buna benzer.. öbür zıtlar ve eşler de hep bunlar gibidir. Birisi geldi, yeri bellemeye, sürmeye başladı. Aptalın biri dayanamayıp feryat etti. Dedi ki: "Bu yeri neden yıkıyorsun... Neden yarıyor, dağıtıyorsun?!" Adam dedi ki: "A ahmak, yürü git.. benimle uğraşma! Sen yapılmayı yıkılmada bil!" Bu yer, böyle çirkin ve yıkık bir hale gelmedikçe, nasıl olur da gül bahçesi, buğday tarlası haline gelir? Düzeni alt üst olmadıkça nasıl olur da bostanlık, ekinlik olur, mahsul ve meyve yetiştirir? Yarayı neşterle deşmedikçe iyileşir, onulur mu hiç? Ahlatın, ilaçla yıkanmadıkça hastalığın nasıl geçer, nasıl şifa bulursun? Terzi kumaşı paramparça eder. Bir kimse çıkıp da o sanatını bilen terziye, "Bu canım atlası neden bu hale getirdin, neden kestin; ben kesik kumaşı ne yapayım?" der mi? Her eski yapıyı yaparlar, yenilerlerken eski yapıyı yıkmazlar mı? Marangoz, demirci ve kasap da bunun gibi, yeni bir şey yapacakları zaman önce o şeyi yıkıp yakıp harap etmez mi? O helileyi, belileyi dövmek de öyledir, onları adeta telef etmek, bedenin yapılmasıdır. Buğdayı değirmende ezmeseydin ondan ekmek yapılabilir miydi? Bizim soframızı bezeyebilir miydi?

 

433.Bir leş bizce kötüdür, pistir ama domuzla köpeğe şekerdir, helvadır. Pisler, şu pisliklerini yapadursunlar, sular da pisleri arıtmaya savaşır. Yılanlar zehir saçar, acılar bizi perişan eder ama Bal arıları, dağlarda, kovanlarda, ağaçlarda baldan şeker ambarları doldurur. Zehirler, tesirlerini yapıp dururlar ama panzehirler de hemen o tesirleri gideriverir. Şu âleme baksan görürsün ki baştanbaşa savaştan ibarettir. Zerre zerreyle adeta dinin kâfirle savaşması gibi savaşır durur. Bir zerre sola doğru uçmaktadır, öbürü sağa doğru gidip arayacağını aramada. Bir zerre yücelere çıkmada, öbürü baş aşağı düşmede. Şöyle durur gibi görünürler ama onların savaşını bu durgunluk âleminde gör. Onların fiili savaşları, gizli savaşlarından ileri gelmededir. Bu aykırılığı gör de o aykırılığı anla. Bizim savaşımız da hakikatte bizden değildir. Sulhumuz da. Her halimiz, Tanrı’nın iki parmağı arasındadır. Tabiat iş ve söz bakımından cüzler arasındaki savaş, pek korkunç bir savaştır. Fakat bu âlem, şu savaşla durmadadır. Unsurlara bak da anla. Dört unsur, dört kuvvetli direktir. Dünyanın tavanı onlarla düz durmada. Her direk, öbürünü kırar. Su direği, ateş direğini yıkar. Halkın yapısı, zıtlar üstüne kurulmuş. Hâsılı biz, zarar bakımından da savaştayız, fayda bakımından da. Ahvalin birbirine aykırı. Tesir dolayısıyla her biri, öbürüne zıt… Kendinde şu müthiş savaşa bak. Başkalarının savaşıyla ne meşgul olup durursun? Meğerki Tanrı, seni bu savaştan çeke de sulh âleminde bir tek renge boyanasın. O âlem, ancak bakidir, mamurdur, başka türlü olmasına imkân yok. Çünkü terkibi, zıt olan şeylerden değil. Bu yok olma, bitme, zıddın zıddını yok etmesinden ileri gelir. Zıt olmadı mı ebedilikten başka bir şey olmaz. O eşsiz örneksiz Tanrı, cennetten zıddı giderdi. Orada güneş de yoktur, zıttı olan zemheri de. Renklerin asılları, renksizliktir.. savaşların aslı barışlardır bu gamlarla dolu olan bucağın aslı, o alemdir. Her ayrılığın aslı, buluşmadır.

 

434.Kötü insanlar 'nefs' e benzerler onlara iyilik edince, karşılığında kötülük etmeye kalkışırlar. Nefsinin isteklerine sabrederek,onun belini bük, aciz bırak. Çünkü nefs kötüdür. Kötüye iyilik etmeye gelmez.

 

435.Bu âlem, bir rüyadır, zanna kapılma sen. Sen gündüzün de uykudasın. Bu uyku değil deme. Gölgenin parlaklığıdır bu, asıl ise ancak ay ışığından ibarettir. Ey yiğit, bil ki uykun da uyanıklığın da uyuyan adamın rüya içinde rüya görmesine benzer. Bu adam, kendisini uyuyorum sanır ama bilmez ki ikinci uykudadır, iki kat uyku içindedir.

 

436.Dünya bir hiçtir, biz de hiçleriz.. Dünya da, biz de hayalden, rüyadan ibaretiz! İş böyleyken, dünya malı için çırpınır dururuz! Uyuyan kişi uykuda olduğunu bilseydi, rüya gördüğünü anlasaydı, hiç üzülür müydü?

 

437.Bu dünya, çer çöple dolu bir köpüktür amma o dalgaların çıkıp batması, yürüyüp dönmesi, denizin coşup kabarması, köpürüp kükremesi yüzünden o köpük, güzel görünür. Nitekim Hak Teâlâ buyurur: “Nefsanî arzulara (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer Allah’ın katındadır.” (Al-i İmran 14) Mademki, (züyyine) süslenmiştir buyurdu, demek ki o güzel değildir. Güzellik, onda eğretidir, başka bir yerdendir. Dünya altın suyuna batırılmış, yaldızlanmış sahte paradır. Yani bir köpükçükten ibaret olan şu dünya sahtedir, kadri, değeri yoktur, fakat biz onu altınla kaplamışız, çünkü “insanlar için bezenmiştir, süslenmiştir”(Al-i İmran 14) buyrulmaktadır. Âdem Hakk’ın usturlabıdır, fakat usturlabı bilmek için ‘müneccim’ lazımdır. Tere satanda yahut bakkalda da usturlap bulunabilir, fakat ondan ne fayda görür usturlapla göklerin hâllerini, dönüşlerini, burçları, tesirlerini, değişmeleri, bunlardan başka daha birçok şeyleri ne bilir ki? Şu hâlde usturlap müneccime fayda verir. Usturlap, nasıl göklerin hâllerini gösteren bir aynaysa “Gerçekten biz, Âdemoğullarını aziz ve şerefli kıldık” (İsra 70) diye anılan insanın varlığı da Hak usturlabıdır. Yüce Mevla, Âdemi, kendisini bilen, anlayan bir varlık olarak yarattığından, o kendi varlığının usturlabından Hakk’ın tecellisini ve cemalini parıltı hâlinde görür, seyreder. O cemal bu aynadan hiç mi hiç ayrılmaz.

 

438.Sen bir işe el atar, o işe iyice sarılırsın… o işteki ayıp ve noksan o anda sana örtülüdür. Allah, senden o işin ayıbını örttüğünden canla başla o işe girişebilirsin. Hararetle sahip olduğun fikrinde ayıbı senden gizlidir. Sana o fikirdeki ayıp ve kusur belli olsaydı ondan kaçardın… canın bu fikirle aramda keşke mağriple maşrık arası kadar uzaklık olsaydı der! Nihayet ondan usanır, pişman olursun ya… bu hal, evvel olsaydı hiç ona koşar mıydın? Şu halde ona girişelim, kaza ve kadere uygun olarak o işi görelim , diye önce ondaki ayıbı, kusuru bizden gizlemiştir. Kaza ve kader hükmünü izhar edince göz açılır; pişmanlık gelir, çatar! Bu pişmanlık da ayrı bir kaza ve kaderdir… bu pişmanlığı bırak da Allah’a tap! Pişman olmayı kendine adet edinirsen boyuna pişman olur-durur, nihayet bu pişmanlığa da daha ziyade pişman olursun! Ömrünün yarısı perişanlıkta geçer, öbür yarısı da pişmanlıkta heder olur gider. Bu fikri, bu pişmanlığı terk et de daha iyi bir hal, daha iyi bir dost ve daha iyi bir iş ara!

 

439.Ey öfkeli kişi, kazayla ve kaderle pençeleşme ki, kaza ve kader de seninle pençeleşmesin, kavgaya tutuşmasın! Allah'ın hükmüne ve takdirine karşı ölü gibi olmak gerek ki, sabahın Rabbi olan Allah'tan bir kahır yarası almayasın. Tevekkülden daha güzel bir kazanç yoktur. Hakk'a teslim olmaktan daha hoş ne vardır? Bir çok kimseler, beladan kaçıp başka bir belaya tutulurlar. Yılandan kurtulayım derken ejderhaya düşerler. İnsan çare arar, hileye sapar, fakat hilesi ayağına dolaşır, tuzak olur. Can sandığı bağrına bastığı en yakını, onun kanını içmek ister. İnsan düşmanından korunmak için kapısını kapar, kilitler. Halbuki düşman evin içindedir. Firavun'un tutulduğu hile de buna benzer.

 

440.Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla, ışığından bir şey kaybetmez.

 

441.Nice irfansız bilginler vardır ki,bilgiyi ezberlemişlerdir, ama o bilgiden yararlanamazlar. Çünkü onlarda aşk yoktur, Allah sevgisi yoktur.

 

442.İhtiyar(iradenin istediği yönde harekete geçmesi) ve dilek, nefistedir. At da arpa gördü mü kişnemeye koyulur; kedi de etin oynadığını görünce miyavlamaya başlar. İhtiyarın harekete gelmesine sebep görüştür, ateşten kıvılcım çıkaranın körük olduğu gibi. Şu hâlde ihtiyarın, İblis gibi seni oynatır. Cana vasıtalık eder. Melekler de Şeytanın inadına gönlüne feryatlar salar. Bu suretle hayra olan ihtiyarını harekete getirmek ister. Çünkü bu göstermeden önce sende şu iki huy da uykudadır. Şu hâlde ihtiyar damarlarını harekete getirmek için melek de sana yapılacak şeyleri gösterir, şeytan da. Sendeki hayır ve şer ihtiyarı, ilham ve vesveselerle birken on olur, on kişinin ihtiyarına sahip olursun. A tatlı insan, namazın dışındaki işlerin helal olması için namazdan çıkarken meleklere selam vermek gerektir. Bu selam, sizin güzel ilhamınız ve duanız yüzünden, ihtiyarımla şu namazı kıldım demektir. Suçtan sonra da tutar, İblis’e lanet edersin. Çünkü bu eğriliğe onun yüzünden düştün. Şeytanla melek, gayp perdesi ardında gizlice bu kötülükle iyiliği sana gösterir. Fakat gözünün önünde gayp perdesi kalktı mı seni hayra, şerre sevk edenlerin bunlar olduğunu tanırsın. Şeytan, ey tabiat ve ten tutsağı derken bunu sana gösterdim, fakat zorlamadım ki… Melek de ben, sana, bu neşe yüzünden gamın artar demedim mi? Falan günde ben sana şöyle demedim mi? Cinler yolu, o tarafa giden yoldur. Biz, senin canına dostuz, ruhuna ruhlar katarız. Senin babana ihlâsla secde etmişiz. Şimdi de sana hizmet etmekte, hizmet edilme yoluna seni çağırmadayız. Gece yarısı dosttan bir sır duydun, onun söz söyleyişini işittin mi, sabahleyin söz söyleyenin o dost olduğunu anlarsın. Geceleyin iki kişi, sana haber getirirse sabahleyin ikisini de seslerinden tanırsın. Geceleyin aslan ve köpek seslerini duysan karanlıkta yüzlerini görmezsin ama. Gündüz olunca yine bağırdıkları zaman aklınla o sesleri ayırt eder, hangi hayvanlara ait olduğunu anlarsın. Hâsılı Şeytanla ruh, sana kötülüğü ve iyiliği gösterirler. Her ikisi de ihtiyarın olduğuna delildir.

 

443.Ey boş yere kendini gamlara kaptıran, elde edemediği dünya malı için üzülüp duran gafil! Kur'ân'ı aç da; "Sizden önce gelen insanlar nice akarsular, nice bahçeler terk edip gittiler" âyetini oku!

 

444.Daha ne kadar zaman; '’Çarem ne; dermanım ne?’' diye, sızlanıp duracaksın? Sana kim çare aratıyor? Sen onu ara!

 

445.Gönüle söyle, gamın çevresinde dönüp dolaşmasın; çün­kü gam, yenmekle azalmaz ki..

 

446.İnsanı yalnız şekil olarak, maddi varlık olarak görenler,yalnız bedeni tanıyanlar hakikati kaybederler. İnsanda bulunanı anlayanlar, hayat suyunun hakikatini içenler ise, herşeyi bırakırlar, içe yönelirler.

 

447.Bu dünyada bulunan herşey ihtiyaç sahipleri için yaratılmıştır. Bu yüzden arayan aradığını bulur. Nerede bir dert varsa,deva oraya gider. Nerede bir yoksul varsa, rızk oraya gider.Nerede bir zor soru varsa, cevap oraya gider. Nerede bir gemi varsa,deniz oraya gider.

 

448.Elinde bir mazlum yaralandı, zulüm gördü ise,o zulüm cehennemde bir ağaç olur,ondan zakkum meyvesi husule gelir. Sen hiddete kapılıp, gönüller kırdın, gönüllere ateş düşürdü isen, o ateş cehennem ateşinin mayası olur.Senin öfke ateşin bu dünyada insan yakardı. Ondan doğan cehennem ateşi de, orada yine insana,yani sana saldıracaktır. Kızgınlığın, cehennem ateşinin tohumudur. Kendine gel de şu cehennemini söndür, çünkü o bir tuzaktır.

 

449.Kime öğüt miski fayda vermezse, muhakkak o kötü kokulara alışmıştır.

 

450.Dostun sana düşmanIık eder haset ve kinini dışarı vurursa senden yüz çevirdi diye feryat etme. Kendini ahmak ve biIgisiz haIe düşürme. AIIah’a şükret yoksuIIara ekmek ver ki dostunun çuvaIında eskimedin yıpranmadın. Ebedi dostun ise Allah’tır.

 

451.İnsan, içi su ile dolu, dışı kupkuru küp gibidir. Harici nur olmadıkça rengin görünmesi mümkün değildir. İçteki hayal rengi de böyledir. Varlık âleminde Hak nurunun zıddı yoktur ki açıkça görünebilsin. Bu söz, bu ses; düşünceden meydana geldi. Fakat düşünce denizi nerede? Onu bilmezsin. Bilgiden düşünce dalgası zuhura gelince mânâ söz ve sesten bir suret düzdü. Suret suretsizlikten çıktı, yine suretsizliğe döndü. Zira biz yine Allah’a döneceğiz. Şu hâlde sen, her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun.

 

452.Can konağını aramadaysan, cansın; bir lokma ekmek arıyorsan ekmeksin, bir damla su arıyorsan susun,zulmün peşindeysen zalimsin,aşkı arıyorsan aşıksın,Gönlün neye kapılmışsa O’sun sen. Şu nükteyi biliyorsan, işi biliyorsun demektir.

 

453.Herkesin, her şeyin kendisine muhtaç olduğu, hiçbir şeye ihtiyacı bulunmayan Allah'ın tertemiz zatına yemin ederim ki, kötü yılan, kötü arkadaştan iyidir. Kötü yılan insanın canını alır, kötü arkadaş insanı ateşe atar, yakar, yandırır! İnsan konuşmasa bile, kötü arkadaşlarından huy kapar! Gönül gizlice onun ahlakını alır, benimser, onun kötü ahlakını kendisine ahlak edinir. Doğruluktan nasibi olmayan, sermayesi bulunmayan arkadaşlar; sana gölgesini düşürür, sermayeni de alır gider!

 

454. Huy peşinde yürü, iyi huyluyla düş kalk. Gül bağına bak, nasıl gülün huyunu almış.

 

455.Allah aşkı bir davaya benzer,cefa çekmekte şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın. Ey insanoğlu, senin başına gelen cefalar, belalar sana değildir; sende bulunan kötü huylaradır. Sende bulunan kötü sıfatının gidebilmesi içindir.

 

456.Nefis ile şeytan ikisi de bir idiler. Yani bir bedende yaşıyorlardı. Fakat kendilerini iki gösterdiler. İnsanın gönlüne girip yerleşen şeytanın, gönülde bir çok manevi delikleri vardır. Allah'ı zikredince,o deliklerden birine girer,gizlenir de sahibine vesvese veremez olur.İnsan dünya işlerine dalarak Allah'ı anmaz olursa şeytan o deliklerden başını uzatır, dışarı çıkar.

 

457.Allah 'Secde et de yaklaş'(Alak 19) buyurdu. Bedenlerimizin secde etmesi, canlarımızın O'na yaklaşmasına sebeptir.

 

458.Göster bakalım dünyada hangi şey kötüdür ki, onda iyilik olmasın ve hangi şey iyidir ki, onda kötülük bulunmasın. Mesela biri bir kimseyi öldürmek istediği zaman daha başka bir takım kötü işlerle meşgul olursa, dökmek istediği kan dökülmez. Bu kişinin uğraştığı işler ne kadar kötü iseler de, ölümü önlediği için iyi sayılırlar.

 

459.Suda yüz binlerce ilaç gizlidir.Çünkü bütün ilaçlar onun feyzi ile yetişen bitkilerden elde edilir.

 

460.Ruh sefere çıktı, beden ise ayaktadır. Namaz bitince, ruh seferden dönmüş olur. Onun için sağına soluna selam verir.

 

461.Kim bu dünyanın mahşer günü için bir ekin tarlası olduğunu bilirse, burada çok eker, orada çok mahsul kaldırır.

 

462.Bir insanın yaptığı işi ve sözü onun gönlünün şahididir. Sen bu ikisine bak, o kişinin içi nasıldır? Onlardan anla.

 

463.Tuzlu su, susuz kimseye derman olmaz; içildiği zaman insana hoş ve serin gelirse de, hiç bir fayda sağlamaz! Tuzlu su; kendisini bize iyi su gibi gösterir, bize hile yapar da, yüzlerce sebze yetiştiren tatlı suyu aramamıza mani olur. Yani; zevkler, lezzetler su gibi içildiği zaman insana hoş gelir, oyalar fakat, onun manevî susuzluğunu gidermez! Bilakis, hakikati aramasına engel olur! Hakikat suyundan gönül bağında, yüz çeşit ruhanî sebzeler ve meyveler yetişir, gelişir!.. “Ey mürit! Senin muradın benim; beni al!” diye hile ile senin ayağını kesmiş, kanadını yolmuştur! Sana; “Derdini ben çekeyim!” demiştir ama, zaten kendisi derttir! Görünüşte, sana mat olmuştur fakat, hile ile seni mat etmiştir!

 

464.Tatlı su görmemiş ve içmemiş bir kuş, acı ve tuzlu su içinde neşe ile kanat çırpar.

 

465.Allah'ım! Birisini beladan kurtarmak ister isen,gönlüne sızlanmayı, yalvarmayı ihsan eder, gözyaşlarına yol açarsın.

 

466.Allah'a hayır zamanında da şükrediyorum,şer zamanında da ; çünkü kaza ve kaderin beterden beteri var! Mademki rızkımızı taksim eden Allah'tır, o halde şikayet,nimeti inkardır,küfürdür ; sabretmek lazımdır ! Sabır; nimetin, lütufların anahtarıdır.

 

467.Bu alem sebepler alemidir; sebepsiz hiçbir şey elde edilemez.Şu halde, mutlaka istemek, aramak lazımdır.

 

469.Bu dükkân kiralıktır... Çabuk ol, kazmayı al da dibini kaz! Birdenbire  kazma madene rastlarsın da dükkândan da kurtul, yamacılıktan da. Yamacılık dediğin nedir? Su içmek, yemek yemek... Bu yamalarla köhne hırkanı yamar durursun! Bu beden hırkası daima yırtılır... Sen de bu yemekle, içmekle onu yamarsın! Bu kiralık evin kira müddeti bitmeden kendine gel... Yoksa bu müddet biter, sen de ondan bir fayda elde edemezsin! Sonra dükkân sahibi, seni dükkândan çıkarır; bu dükkânı da hazineyi elde etmek için yıkar. ’’Yazıklar olsun; bu dükkân benimdi... Kör müydüm ki buradan bir fayda elde etmedim!” dersin.

 

470.Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren mum ve petek değildir. Arı biziz. Şekil sadece bizim imal ettiğimiz mumdur.  Bal çanağının ağzı kapalı. Sen ise, üstünü, yanını yalayıp duruyorsun. Çanağı yere çal.

 

471.Yemini ve tövbeyi bozmak, insanı belaya uğratır, hatta çarpar.

 

472.Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kişiye!

 

473.Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı. Gerçek aşk'ı bilen kalp bir damla suya bile hürmetle bakar.

 

474.Kader her amelin, her hareketin, her iyiliğin, her kötülüğün değerini vermektedir. Hiçbirisi zayi olmamaktadır.

 

475.Mana sahiplerinin, olgun kişilerin kıblesi sabırdır, tahammüldür. Şekle, surete tapanların kıblesi de taşlardaki nakışlar, resimlerdir. 'Sabir rahatlığın anahtarıdır' sırrına ermek için,gülerek, hoşlanarak onun yükünü çek!

 

476.Sabretmek insanın içini açar, gönlünü ferahlatır. Eğer tamamıyla zorluklara daldınsa, daralıp kaldınsa sabret. Çünkü sabır rahatlığın, genişliğin anahtarıdır. Dileği, isteği sabır elde ettirir. Tohum toprak içinde gizlendiği, zahmetlere katlandığı için bahçe yeşerir, güzelleşir. Gam ve kederin anahtarı sabırdır. Amaca sabırla varılır. Acele ile değil.

 

477.Senin gayretin, çalışman, bir zerre artsa, Allah'ın terazisinde bir ağırlıktır, bir kıymettir.

 

478.İyi kişilerle, temiz insanlarla danış, görüş! 'İşlerini danışarak, müşavere ederek yaparlar' ayeti bunun için nazil oldu. Çünkü danışarak yapılan işte,yanılmak,eğri bir iş görmek daha az olur.Bu akıllar nur saçan kandillere benzer. Yirmi kandil, elbette bir kandilden daha fazla ışık verir.

 

479.Bütün hayaller, düşünceler deredeki suya vurmuş akisler gibidir; gözlerini ovuşturup bakarsan, görürsün ki hep O'dur.

 

480.Saf bir adam, bir kuşluk çağında koşa koşa Süleyman'ın adalet sarayına erişti. Yüzü gamdan sararmış, dudakları morarmıştı. Süleyman ona, "Efendi ne oldu?" dedi. Adam "Azrâil, bana öyle bir hışımla, öyle bir kinle baktı ki..." dedi. Süleyman, "Peki şimdi ne diliyorsan dile bakalım!" dedi. Adam dedi ki: "Ey canları koruyan! Rüzgâra emret: Beni ta Hindistan'a götürsün; belki kulunuz oraya gidince canını kurtarır.” İşte insanlar fakirlikten böyle korkar. Onun için insanlar hırsa, emele lokma olurlar. Fakirlikten korkmak, tıpkı o adamın ölümden korkmasına benzer. Hırsı, çalışmayı da sen Hindistan farz et! Süleyman rüzgâra emretti; rüzgâr da onu derhâl Hindistan'da bir adaya götürdü. Ertesi gün Süleyman, divan vakti halkla buluşunca Azrail'e dedi ki: ‘’O Müslümana ne sebeple hışımla baktın? Ey elçi, bana anlat!’’ Acaba bu işi, o adamı evinden avare etmek için mi yaptın?’’’. Azrâil, cevaben dedi ki: "Ey cihanın zevalsiz padişahı! O ters anladı; ona hayal göründü. Ben ona hışımla ne vakit baktım? Onu yol uğrağında görünce şaşırdım. Çünkü Hak bana, 'Haydi bugün git, onun canını Hindistan'da al.' buyurdu. Şaşkınlıkla, 'Yüz tane kanadı olsa Hindistan'a gitmesi yine uzak.' dedim." İşte sen dünya işlerini hep buna kıyas et, gözünü aç da gör! Kimden kaçıyoruz, kendimizden mi? Ne olmayacak şey! Kimden kapıp kurtarıyoruz, Hakk'tan mı? Ne boş zahmet!

 

481.Nerede bir dert varsa, deva oraya gider. Nerede bir yoksul varsa, rızık oraya gider. Nerede bir zor soru varsa, cevap oraya gider. Nerede bir gemi varsa, deniz oraya gider. Ey hakikat yolcusu, sen su arama; susuz kal, susuzluğu elde et ki gökten yağmur yağsın, yerden sular fışkırsın.

 

482.Tanrı birken, yol birken söz, nasıl olur da iki olur? Görünüşte aykırı görünebilirse de anlam bakımından birdir. Ayrılık, aykırılık, görünüşte; görünebilirse de anlam bakımından birdir. Hani bir bey, çadır yapın dese birisi ip büker, birisi mıh kakar, birisi bez dokur, birisi diker, birisi biçer, birisi iğne batırır. Görünen bu işler, dış yüzden ayrıdır, çeşit-çeşittir, dağınıktır amma anlam bakımından birdir; hepsi de bir iş görmektedir. Bu dünyanın halleride böyledir. Dikkat eder, bakarsan görürsün ki suçlu olsun, iyi olsun; isyan etsin, itâat etsin; şeytan olsun, melek olsun; herkes Tanrıya kulluk etmektedir. Meselâ padişah, kölelerini sınamak, ayak direyenle diremeyeni meydana çıkarmak, ahdinde duranıyla durmayanı ayırdetmek, vefalıyı vefasızdan ayırmak istese onlara vesvese veren, onları heyecana getiren biri gerektir ki avak direyenin ayak direyişi meydana çıksın. Böyle biri olmasa onun ayak direyişi nasıl meydana çıkar? Şu halde onlara, vesvese veren, heyecanlandıran kişi de padişaha kulluk etmektedir; çünkü padişahın dileği, böyle yapmasıdır onun. Ayak direyenin ayak diremeyenden ayrılıp meydana çıkmasını ister; sivrisineği ağaçtan daldan, bağdan-bahçeden sürüp çıkarmak, atmacayı bırakmak diler de bir yeldir, estirir. Bir padişah, bir câriyeciğe, kendini süsle, beze de kölelerime görün; böyle yap da onların eminlikleriyle hainlikleri belli olsun diye emreder. Şimdi o câriyeciğin yaptığı iş, görünüşte suç gibi görünür amma gerçekte padişaha kulluk etmektedir.

 

483.Mal, sadakalar vermek ile hiç eksilmez; hayırlarda bulunmak mali kaybolmaktan, zayi olmaktan korur. Verdiğin zekat kesene bekçilik yapar, onu korur! Kıldığın namaz da sana çobanlık eder; seni kötülüklerden, kurtlardan kurtarır.

 

484.Söylediğimiz sözlere sığmayan bir alem var, onu dileyip isteyelim. Bu dünya, bu dünyadaki hoşluklar, insandaki hayvani tarafın payıdır; bütün bunlar insanın hayvani tarafına kuvvet verir; insanın aslıysa eriyip gitmededir. Hani derler ya; insan söz söyleyen hayvandır; şu halde insan iki şeyden ibarettir. Şu dünyada insanın hayvani tarafının payı olan şu özentilerdir, şu dileklerdir. Onun özüne(rahmani tarafına) gıda olanlarsa bilgidir, hikmettir, Tanrı’yı görüştür. İnsanın hayvani tarafı, Tanrı’dan kaçmadadır, insani(rahmani) tarafı dünyadan kaçmada..

 

485.Akılsız, ahırdaki otu tatlı görür... Akıllı, ahırdaki hayvanın nihayet kasap elinde telef olacağını görür, bilir. Şu kasabin verdiği ot yok mu? Acıdır, acı! Kasap o otu bizi semirtmek, tartıda ağır gelmemizi temin etmek için veriyor. Yürü, Allah'ın verdiği hikmet otunu ye! Çünkü Allah, onu ancak cömertliğinden, ihsanından dolayı karşılık istemeksizin vermiştir.Allah "Allah'ın verdiği rızıktan yiyin" dedi. Sen, buradaki rızkı ekmek sandin, hikmet olduğunu anlamadın!

 

486.Bu ekmek, bu nimet, dünya ekmeğine, dünya nimetine benzemez; çünkü dünya ekmeğini, dünya nimetini, iştahsız olarak da, dilediğin kadar zorla yiyebilirsin; çünkü canı yoktur; nereye çekersen seninle gelir; canı yoktur ki senden çekinsin, dilemediği yere gitmesin. Bu, Tanrısal nimetin tersinedir. Tanrısal nimet, hikmettir; canlı bir nimettir. İştahın varsa, adam-akıllı üstüne düşersen senin yanına gelir, sana gıda olur. Fakat iştahın kalmadı, üstüne düşmedin mi, onu zorla yiyemezsin, zorla kendine çekemezsin. Yüzünü örter, kendini göstermez, sana.

 

487.Hülasa yaşamamız, sütten kesilmemize bağlıdır. Sen de yavaş, yavaş kendini gıdadan kesmeye çalış vesselam. İnsan, ana karnındayken kan emer, varlığı kanladır, bedeni nesci kanla vücut bulur. Kandan kesilince gıdası süt olur, sütten kesilince lokma yemeğe başlar. Lokmadan da kesildi mi lokma kesilir, ‘gizli matluba’ talip olur. Ana karnındaki çocuğa birisi dese ki: dışarıda pek düzgün, pek güzel bir âlem var… Boyuna, enine geniş bir yeryüzü… Orada nice nimetler var, nice sonsuz yiyecek şeyler… Bu daracık çarmıhta kan yemektesin; hapis içinde, sıkıntılar içindesin. Çocuk, kendi hâline bakıp bunları inkâr eder, bu elçilikten yüz çevirir, kabul etmez. ‘’Olmayacak şey, hileden, yalandan başka bir şey değil’’, der. Kör adamın vehmi, bunu anlamaktan ne kadar uzak! İşte cihandaki insanlar da buna benzer. Abdal, onlara öbür âlemden bahsetti mi? “Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur… Bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir âlem var” dedi mi? Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez. Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir. Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, gözü kapar, adama bir şey anlatmaz. Nitekim o ana karnındaki çocuk da kana tamah ettiğinden, o kötü yurtlarda kan, onun gıdası olduğundan, tamah ona bu âleme ait sözü duyurmaz. Bedendeki kanı, gönlüne sevdirir. Sen de bu âlemin güzelliğine tamah etmektesin de tamah, o ebedî âlemin güzelliğine perde oluyor.

 

488.Sen, orucu, şaşılacak acayip meziyetleri bulunan bir şey olarak bil! Oruç, insana can bağışlar. Gönül lütfeder. Sen, şaşılacak bir şey görmek istersen, oruca şaş! Sen, göklere çıkmak, miraç etmek sevdasındaysan, şunu bil ki oruç, senin önüne getirilmiş bir Arap atıdır. Oruç, can gözünün açılması için bedenleri kör eder. Senin gönül gözün kör de o yüzden kıldığın namazlar, yaptığın ibadetler sana o aydınlığı vermiyor, hakikati göstermiyor. Oruç, insan şeklindeki hayvanın hayvanlığını giderir. Bu yüzdendir ki oruç, insanın insanlığını olgunlaştırmaya mahsustur. Âşıkların hayatı, beden matbahı yüzünden kararmıştı. İşte oruç, o matbahları aydınlatmak için çıktı geldi. Sen, hiç bilgi nuruyla nurlanmış bir hayvan gördün mü? Beden de bir hayvandır. Hayvanın ardına düşüp de orucu bırakma! Sen, canının içinde Kur’an nurunu istiyorsan, şunu bil ki oruç bütün Kur’an’ın tertemiz nurunun sırrıdır. Gök sofralarının, ruha mahsus sofraların başına tertemiz kişiler oturturlar. İşte oruç, sana, onlarla bir kaptan yemek yedirir. Oruç seni gün gibi gönlü aydın, canı saf bir hâle kor. Sonra da Padişahla buluşma bayram gününde varlığını kurban eder, seni varlıktan ve benlikten kurtarır.

 

489.Suda bir suret görürsen o, dışarıda bulunan şeyin aksidir yiğidim. Fakat suyun pislikten arınması için beden ırmağını temizlemek, arıtmak şarttır. Bu suretle onda bir bulanıklık ve çerçöp kalmamalı ki yüzün, içine aksetsin, görünsün. A adamcağız, bedeninde toprakla karışmış sudan başka ne var? Söyle. A gönül düşmanı, suyu, topraktan arıt. Halbuki sen, her an yemekle, içmekle o dereye daha fazla toprak dökmede, o suyu daha fazla bulandırmadasın. O suyun içinde hiçbir şeycikler bulunmadığında yüzler, ona akseder, orada görünür.

 

490.Ey hakikati arayan kişi, bu ağzı bağla. Yani çok yemekten, çok konuşmaktan vazgeç. Çünkü bunlar, hakikat alemi için birer göz bağıdır. Fazla yemenin ve değersiz şeyler konuşmanın mânâ alemini müşahede etmeye engel olduğunu gör. Ey dünya gecesinin yolcusu, acele gönle doğru gel, orada gez, dolaş. Çünkü gönülde yol yol mâna meyveleri veren ağaçlar var. Orada bilgi ve duygu dereleri akmaktadır. Aklını başına al da, mekansızlık alemine gel! Bu alemde, her zaman bahar mevsimi hüküm sürmektedir; buradan başka her taraf soğuktur, kıştır!

 

491.Sözün çoğu bizlik ve benlik davasıdır. Az konuş. Az konuşan insanda derin bir iç vardır.  İçteki şey dile dökülürse iç yok olur gider. Çok anlatma da için saklı kalsın yok olmasın.

 

492.Söz söylemede yücelik aramayın! Dinlemek, söylemekten yeğdir. İnsan, kulağıyla gelişir; duya duya canlanır. Hayvansa boğazıyla, yemekle-içmekle gelişir. Kulağın varsa kendi kulağınla dinle, duy! Niçin sersemlerin kulağına kapılıyorsun? Ey dil, sen de hem bitmez tükenmez bir hazinesin; hem dermanı olmayan bir dertsin! Bu dil çakmak taşıyla, çakmak demiri gibidir. Dilden çıkansa ateşe benzer. Bir söz bir âlemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder. Bil ki ağızdan bir kere çıkan söz, yaydan fırlayan ok gibidir. Oğul, o ok, gittiği yerden dönmez; seli baştan bağlamak gerek. Sûkut denizdir, söylemek ırmağa benzer. Deniz seni aramakta iken, sen ırmağı arama! Gönüldeki söz, gönlü özleştirir, geliştirir. Susmakla can, yüzlerce gelişmeye nâil olur. Söz dile geldi mi öz harcanır gider. Az harca da güzelim öz, elde kalsın. Az söyleyen adamda derin bir düşünce vardır. Kabuğa benzeyen söz arttı mı, iç yok olur. Güzelim, sonunda değil mi ki çenemiz bağlanacak, çenemizi az oynatmamız daha doğru.

 

493.Ten midesi insanı samanlığa çeker, gönül midesi reyhana çeker. Ot ve arpa yiyen kurban olur, Allah nuru ile nurlanan Kur'an olur. Senin yarın kirli, yarın da misktir. Kur'an'la miskini artır.

 

494.Süvari ata hükmederse, at süvariyi kurtuluşa götürür. At süvariye hükmederse, at süvariyi ahıra götürür.

 

495.Dünya bir dağa benzer. Hayr olsun şer olsun, ne dersen onu duyarsın dağdan. Bir güzel söz söyledim, dağ çirkin cevap verdi sanırsan imkan yok buna. Bülbül dağa karşı şakısın da dağdan karga sesi gelsin yahut insan seslensin de dağ eşek anırışıyla yankılansın; mümkünü yok. Eşek anırışını duyuyorsan, iyice bil ki bu senin sesinin geri yansımasıdır.

 

496.Meselâ ben kuşum, duduyum, yahut bülbül. Bana, bir başka türlü öt derlerse ötemem. Çünkü dilim, budur benim, başka türlü söz söyleyemem ben. Bu, şunun aksinedir amma. Birisi kuşların ötüşünü taklit eder, onlar gibi öter, fakat kuş değildir, kuşların düşmanıdır, avcısıdır o. Öter, şakır; maksadı, kuşların kendisini kuş sanmalarını sağlamaktır. Ona, başka türlü seslen deseler seslenebilir; çünkü bu ötüş, onun ötüşü değildir, eğretidir onda; başka türlü ses de çıkarabilir o. Çünkü o, insanların kumaşlarını çalmak, her evden bir başka kumaş göstermek için öğrenmiştir bunu.

 

497..Ey hakikati arayan kişi, dünya; içi kof çürümüş bir ceviz gibidir. Onu pek denemeye, imtihana kalkışma. Onu uzaktan seyret.

 

498..Sen burnuna sarımsak tıkamışsın, gül kokusu arıyorsun...

 

499.Birine eğri bakınca o kişi eğrilmez. Bil ki senin işin doğru gitmez..

 

500.Benlik dikenlerini gönlünün ayağından çıkar da içindeki gül bahçelerini seyret!

 

501.İnsanın bir kısmı misafirhanedir. Her sabah yeni birisi gelir. Bir sevinç, bir bunalım, bir zalimlik, aniden farkına varmak hepsi beklenmedik misafirdir. Hepsini karşılayıp eyle! Karanlık düşünce, utangaçlık ve garez.. Hepsini gülerek karşıla kapıda. Ve buyur et içeri. Minnettar ol her gelene, kim gelirse gelsin. Çünkü bunların her birisi öte alemden bir kılavuz olarak gönderilir.

 

502.İnsanın bedeni misafirhanedir; çeşitli üzüntüler, düşünceler de orada kalmaya gelen çeşitli misafirlerdir. Ârif, ten misafirhanesine gelen neşeli ve gamlı düşüncelere razıdır, hoş görür, misafir seven Halil peygamber gibi.. Gam düşüncesi sevinç yolunu keserse üzülme; çünkü o gam senin için sevinç, neşe hazırlamaktadır.

 

503.Her gün nasıl ki bir eve misafir gelirse senin gönül evine de her an bir fikir, bir düşünce aziz bir misafir gibi gelir, konar. Ey benim canım efendim! Sen düşünceyi, fikri bir adam farz et.. Gam düşüncesi, sevinç yolunu keserse, üzülme; çünkü o gam, senin için sevinç ve neşe hazırlamaktadır. Gönül dalındaki sararmış, kurumuş yaprakları ayırır, daldan yeni ve yeşil yapraklar bitmesine yardım eder. Ötelerden yeni bir zevk gelsin diye, eski sevincin kökünü çeker, çıkarır, kazır. Yeni kökü bitirsin, çıkarsın diye gam çürümüş, pörsümüş olan eski kökü söker atar. Gam gönlünden neyi kazır, neyi sökerse, karşılık olarak daha iyisini getirir..

 

504.Yolcu, sana da bir sıkıntı, bir gönül darlığı geldi mi alevlenme, meyus olma… Senin için uygundur o. Çünkü ferahlık ve genişlik zamanında varını, yoğunu harcedip duruyorsun demektir. Harcetmeye karşılık bir de gelir lâzım elbet! Yaz mevsimi sürüp gitseydi Güneş, bağları, bahçeleri yakar kavururdu. Nebatları kökünden yakardı, bir daha o yanıp kavrulan şeyler yenilemezdi, yeşerip tazelenmezdi. Kışın yüzü ekşidir ama şefkatlidir.. yaz gülümser ama yakar, yandırır! Darlık geldi mi onda genişlik gör de canlan, alnını kırıştırma! Çocuklar gülüp dururlar, bilenlerin ise yüzü ekşidir. Gam ye de, seni derde sokanların ekmeğini yeme.. çünkü akıllı adam gam yer, çocuksa şeker! Neşe şekeri, gam bahçesinin meyvasıdır. Bu ferah yaradır, o gam merhem. Gamı gördün mü aşkla kucakla.. Şam’a Rübve tepesinden bak! Akıllı adam, şarabı üzümde görür…Âşık varı yokta bulur.

 

505.Kederlendinse,kalbinde gam hissettinse, tövbe istiğfar et, Allah'tan bağışlanma dile. Çünkü gam, Allah'ın izniyle gelir,yaptığı işi Allah'ın izniyle yapar.

 

506.Bunların hepsini söyledik ama Tanrı inayetleri olmadıkça Tanrı yolunda hiçiz, hiç!

 

507.Tanrı’nın ve Tanrı erlerinin inayetleri olmazsa...melek bile olsa defteri kapkaradır. Ey Tanrı, ey ihsanı hacetler reva eden! Sana karşı hiçbir kimsenin adını anmak lâyık değil. Bu kadarcık irşat kudretini de sen bağışladın, şimdiye kadar nice ayıplarımızı örttün. Ezelde bağışladığın irfan katrasını, denizlerine ulaştır. Canımdaki, bir katra ilimden ibarettir; onu ten havasından, ten toprağından kurtar! Bu topraklar, onu örtmeden; bu rüzgârlar, onu kurutmadan önce sen halâs et! Gerçi rüzgârlar, onu kurutsa, mahvetse bile sen, onlardan tekrar kurtarmağa ve almağa kâdirsin. Havaya giden, yahut yere dökülen katra, senin kudret hazinenden nasıl kaçabilir? Yok olsa, yahut yokluğun yüz kat dibine girse bile sen onu çağırınca başını ayak yapıp koşar. Yüzbinlerce zıt, zıddını mahveder; sonra senin emrin yine onları varlık âlemine getirir. Aman ya Rabbi! Her an yokluk âleminden varlık âlemine katar katar yüz binlerce kervan gelip durmakta! Hele her gece, bütün ruhlar, bütün akıllar, o ucsuz bucaksız derin denizde batar, yok olurlar. Yine sabah vakti, o Tanrı’ya mensup ruhlar ve akıllar, balıklar gibi denizden baş çıkarırlar. Güz mevsiminde o yüz binlerce dallar, yapraklar; bozguna uğrayıp ölüm denizine giderler. Kara kuzgun; yaslılar gibi siyahlar giyinerek bağlarda, yeşilliklerin matemini tutar. Varlık köyünün sahibinden, yokluğa, “Yediklerini geri ver” diye tekrar ferman çıkar. “Ey kara ölüm; nebattan, ilâç olacak otlardan, köklerden, yapraklardan ne yedinse geri ver!” diye emredilir. Kardeş, bir an için aklını başına al! Sende de her an hazan ve bahar var. Gönül bahçesinin yemyeşil, terütaze, goncalar, güller, serviler ve yaseminlerle dolu olduğunu gör! Yaprakların çokluğundan dal gizlenmiş; güllerin fazlalığından kır ve köşk görünmüyor. Akl-ı Külden gelen bu sözler de, o gül bahçesinin, o servi ve sümbüllerin kokusudur. Gül olmayan yerden gül kokusu geldiğini, şarap olmayan yerde şarabın kaynayıp çoştuğunu hiç gördün mü ki? Koku sana kılavuz ve rehberdir. Seni tâ ebedî Cennete ve kevser ırmağına götürür. Koku, göze ilâçtır, nurunu artırır. Yakub’un gözü, bir kokudan açıldı. Kötü koku gözü karartır. Yusuf’un kokusu ise göze nur verir. Yusuf değilsen bile Yakup ol; onun gibi matlûbuna erişmek için ağla!

 

508.Gayb âleminin başka bir bulutu, başka bir yağmuru, başka bir göğü, başka bir güneşi vardır. Fakat o, ancak havassa görünür, diğerleri “ Öldükten sonra tekrar yaratılıp diriltileceklerinden şüphe ederler.”Yağmur vardır, âlemi beslemek için yağar. Yağmur vardır âlemi perişan etmek için yağar. Bahar yağmurlarının faydası, şaşılacak bir derecededir. Güz yağmuruysa, bağa sıtma gibidir. Bahar yağmuru, bağı nazü naim ile besler, yetiştirir. Güz yağmuruysa bozar, sarartır. Kış, yel ve güneş de böyledir; bunların tesirleri de zamanına göre ve ayrı ayrıdır. Bunu böyle bil, ipin ucunu yakala! Tıpkı bunun gibi gayb âleminde de bu çeşitlilik vardır. Bazısı zararlıdır, bazısı faydalı. Bazı yağmurlar berekettir, bazıları ziyan. Abdâlin bu nefesi de işte o bahardandır. Canda ve gönülde bu nefes yüzünden yüzlerce güzel şeyler biter. Onların nefesleri, talihli kişilere bahar yağmurlarının ağaca yaptığı tesiri yapar. Fakat bir yerde kuru bir ağaç bulunsa cana can katan rüzgârı ayıplama! Rüzgâr, işini yaptı, esti. Canı olan da, rüzgârın tesirini candan kabul etti.

 

510.Ey gönül! Hak’tan gelen gamı, kederi bir lütuf olarak bil de ondan yüz çevirme! Onun içine gir! Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır. Onun gönülde açtığı yaraya katılan ki merhemi yüz göstersin! Şunu aklından çıkarma ki sabır, ızdırabın, acının anahtarıdır. Dertlerin, kederlerin içine öyle bir aşkla dal ki sonunda hiç beklemediğin bir zamanda ansızın Hakk’ın kürsüsü ve arş-ı azamı senin önüne gelsin. Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır. Cihanın nuru ile gül de cihanın düğünü, derneği ol! Onun mateminden, acılarından kurtul, emniyete ulaş! Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır. Kibirden, kinden kurtulur da gönlünü ayna gibi parlak, lekesiz bir hâle getirirsen,her an onu gönül aynasında görürsün. Çünkü sabır sıkıntının anahtarıdır. Kibri, kini yok edersen hem benlikten yakanı sıyırırsın hem de şeytanın saçından tutar, boynunu vurursun. sabır sıkıntının anahtarıdır. O zaman bahtın, talihin, devlet, varlık kendiliğinden kalkar senin ayağına gelirler. Onların gelişi ile mutlu olursun. sabır sıkıntının anahtarıdır.

 

512.Ele geçen şeyin tadı, tuzu, değeri, oraya varmak için çekilen yol zahmeti kadardır. Çölün tozunu yutmayan, dilini dudağını çöl güneşinde çatlatmayan zemzemin lezzetini bilemez. Ömür boyu hayalini kurmayan Kabe'nin kadrini tartamaz. O halde önce yan ki su seni kandırsın, acık ki ekmek damağında bir lezzet bıraksın. Özle ki bulduğunda gerçekten bulmuş olasın.

 

513.Kibir ve kinin başlangıcı şehvettendir. Şehvetinin yerleşip kuvvetlenmesi de alışkanlıklar yüzündendir. Kötü huy, âdet haline geldiğinden dolayı sağlamlaşır, yerleşir. Seni ondan vazgeçirmek isteyene kızarsın.Toprak yemeye alışırsan kim seni bundan menetmeye kalkışırsa onu düşman sayarsın.Puta tapanlar, bu tapmayı huy edindiklerinden men edenlere düşman olmuşlardır.

 

514.Asla Sevgiliden ümit kesme. Umut sığınma yolunun başlangıcıdır. O yolda değilsen bile, en azından yolun başında bekle, yanlışlar yaptım diyorsun ya, Musa'nın asasını hatırla, yılana dönüşerek Firavun`un büyücülerinin zırhlarını yemişti. Doğru yolu bulduğunda geçmişinin tüm yanlışlarını yiyecektir.

 

515.Doğruluk, Musa'nın asası gibidir. Eğrilik ise sihirbazların sihrine benzer. Doğruluk ortaya çıkınca, bütün eğrilikleri yutar.

 

516.Çünkü bütün zahmetler, sıkıntılar, üzüntüler bir şeyi istediğin zaman olmayınca meydana geliyor. Birşey istemezsen üzüntü de kalmaz.

 

517.Gönlümüzdeki bütün bu gamlar, heva ve hevesimizin, varlığımızın tozundan, dumanından meydana gelir. Bu kökümüzü söken gamlar, ömrümüzün orağına benzer. Bu böyle oldu kuruntuları da vesveselerimizdir.

 

518.Eşlerin birbirine benzemesi lâzım. Ayakkabı ve mestin çiftlerine bir bak! Ayakkabının bir teki ayağa biraz dar gelirse ikisi de işine yaramaz. Kapı kanadının biri küçük, diğeri büyük olur mu? Ormandaki aslana kurdun çift olduğunu hiç gördün mü? Bir gözü bomboş, öbürü tıka basa dolu olsa hurç, devenin üstünde doğru duramaz. Ben sağlam bir yürekle kanaat yolunda gidiyorum; sen neye kınama yolunu tutuyorsun?

 

519.Ruh, Salih gibidir, ten de deveye benzer. Ruh vuslattadır ten ihtiyaç içindedir. Temiz ruha zarar vermenin imkânı yoktur. Tanrı yaralanmaz. Böyle ruha sahip olanlara kimse galip gelemez. Zarar gelse bile sedefe gelir, inciye değil. Temiz ruha zarar vermenin imkânı yoktur. Tanrı’nın nuru, kâfirlere mağlup olmaz. Can, toprağa mensup cisme, kötü kişiler, incitsinler de Tanrı imtihanını görsünler diye ulaştı, bu yüzden cisimle bağdaştı, birleşti. Canı inciten kişinin, bu incitmenin Tanrı’yı incitme olduğundan haberi yoktur. Bilmiyor ki bu küpün suyu ırmak suyu ile birleşmiştir. Tanrı bütün âleme penah olsun diye bir cisme alâka bağlamıştır. Onların gönüllerine kimse muzaffer olamaz. Sedefe zarar gelir, inciye gelmez. 


520.Herkesin hareketi, görüşü, bulunduğu makama göredir. Herkes, âleme kendi görüş dairesinden bakar. Mavi cam, güneşi mavi gösterir; kızıl cam kızıl. Camların rengi olmazsa beyaz olurlar. Beyaz cam, öbür camların hepsinden daha doğru gösterir, hepsinin de başı, imamı odur.

 

521.Yakinen bil ki bir işte düşünmek ve ihtiyatlı davranmak Rahmân'dandır. .Acele etmekse, melun Şeytan'dandır. Ey ihtiyatlı adam! Allah bile bu yerlerle gökleri ihtiyat ile tam altı günde yarattı. Yoksa 'Kün' der demez yerler de olurdu, gökler de; Hakk Teâlâ buna kadirdi. Bir emriyle, ânında yüzlerce yer gök yaratabilirdi. Allah bütün kudretiyle beraber insanı, yavaş yavaş tam kırk yılda(Ahkaf 15) kemâl sahibi eder. Hakk'ın bu davranışı, arzu ettiğin ve hedeflediğin şeyi senin de yavaş yavaş, fakat sürekli ve sağlam bir biçimde ihtiyatla yapmayı sana öğretmek içindir. Daima akıp duran küçük bir dere ne pislenir, ne kokar. Bu ihtiyat ile insan, saâdet ve şansa erişir.


523.Gerçek söz aydındır, gönül yatışır o sözle..


524.Ey can, bu âlemin direği gaflettir. Akıllılık, uyanıklık, bu dünya için âfettir. Akıllılık o âlemdendir, galip gelirse bu âlem alçalır. Akıllılık güneştir, hırs ise buzdur. Akıllılık sudur, bu âlem kirdir. Dünyada hırs ve haset kükremesin diye o âlemden akıllılık, ancak sızar, sızıntı halinde gelir. Gayb âleminden çok sızarsa bu dünyada ne hüner kalır, ne de ayıp. Bu bahsin sonu yoktur. Başlamış olduğun söze dön..

 

525.Atlı bir er, atını koştururken tozu dumana katar, etrafta bir tozdur kalkar. Sen, tozu Tanrı eri sanırsın. İblis de tozu gördü, “Bu toprağın fer’idir. Benim gibi ateş alınlı birisinden nasıl üstün olur?” dedi. Sen azizleri insan gördükçe bil ki bu görüş İblis’in mirasıdır.


526.Değer bakımından iki dünyadan da üstünsün.. Fakat neyleyeyim ki değerini sen bilmiyorsun. Kendini ucuza satma. Çünkü değerin pek fazla senin.

 

527.Ey Tanrı kitabının örneği insanoğlu. Ey şahlık güzelliğinin aynası mutlu varlık. Her şey sensin. Alemde ne varsa senden dışarı değil. Sen ne ararsan kendinde ara, çünkü her varlık sende, sen her şeysin.. Bedenin her zerresinden bir feryat duy, bir inilti işit; çünkü sen büyük bir şehirsin; belki de bir şehir değil, binlerce şehirsin sen. Her şey sensin; her şeyden öte ne varsa o da sensin; o da senden ibaret. Ademoğlu dediğin, dünya sandığına konmuş bir aslandır. Sandık kapanmış, kilitlenmiştir. O da kendisini yorgun ve bitkin göstermektedir. Ama günün birinde bir coştu, bir kükredi de sandığı kırıp parçaladı mı nelere gücü yettiğini, ne işler edeceğini o vakit görürsün.

 

528.İnsan Tanrı usturlabıdır; fakat usturlabı bilmek için müneccim gerek. Tere satanda, yahut bakkalda da usturlap bulunabilir, fakat ondan ne fayda görür? Usturlapla göklerin hâllerini, dönüşlerini, burçları, tesirlerini, inkılâpları, bunlardan başka daha birçok şeyleri ne bilir ki? Şu hâlde usturlap müneccime fayda verir. ‘Kendini bilen Rabbini bilir’. Usturlap, nasıl göklerin hâllerini gösteren bir aynaysa ‘And olsun ki Âdemoğullarını ululadık’(İsra 70) diye anılan insanın varlığı da Tanrı usturlabıdır. Ulu Tanrı, onu, kendisini bilen, duyan, anlayan bir yaratık olarak yarattığından insan, kendi varlığının usturlabından Tanrı tecellisini, neliksiz niteliksiz güzelliği, soluktan soluğa, bakıştan bakışa görür, seyreder; o güzellik bu aynadan hiç mi hiç ayrılmaz.

 

529.Melekler için karaya yol yoktur. Hay­vanların da denizden haberleri yok… Sen, ten itibarıyla hayvansın, can bakımından melek. Bundan ötürü hem yerde yürürsün hem gökte… Toprağa mensup insan, Hak’tan ilim öğrendi ve o bilgi ile yedi kat göğe kadar bütün âlemi aydınlattı.

 

530.Kasırga, ağaçları yerinden söker; ama yerdeki otlara şifadır. Gönül, sen de Allah'a karşı ot gibi mütevazı ol da rahmete eresin.

 

531.Baktığın benim, gördüğün sensin..

 

532.Tanrı, pek yakındır sana. Ne düşünsen, ne kursan seninle bilendir o. Çünkü düşünceyi, kuruntuyu var eden de odur, sana eş eden de o. Yalnız, pek yakın olduğundan göremezsin. Ne şaşılacak şey ki, yaptığın her işte aklın, seninle; onunla girişiyorsun giriştiğin işe. Fakat aklı hiç göremiyorsun, ancak eseriyle görüyorsun; asıl aklı görmene imkân yok. Meselâ, birisi hamama gider. Hamam kızışır. Hamamın içinde nereye gitse ısı kendisiyle birliktedir. Ateşin ısısının tesiriyle kızışmıştır amma ateşi göremez. Hamamdan çıkar da ateşi gözüyle görürse anlar ki hamam da ateşle kızışmadadır, hamamdakiler de; bilir ki hamamdaki ısı, ateşlenmiş. İnsanın varlığı da büyük bir hamamdır. Orda aklın, canın, nefsin ısısı hep vardır. Fakat hamamdan dışarıya çıktın da öbür dünyaya yüz tuttun mu aklın da kendini görürsün, nefsin de, canın da. Anlarsın ki bu buluş, bu anlayış, aklın ışığındanmış; o düzenler, nefistenmiş; yaşayış da canın eseriymiş. Herbirinin özünü görürsün o vakit; fakat hamamda oldukça ateşi gözünle görmene imkân yok, ancak eseriyle görebilirsin. Yahut da hiç akar su görmemiş birinin gözlerini bağlasalar da suya alsalar yaş bir şeyin gözüne vurduğunu, bedenini kapladığını duyar, fakat o nedir, bunu bilmez. Gözlerini açtılar mı apaçık görür bilir ki şuymuş o. Önce eserleriyle bildi, şimdi kendisi gördü. Şu halde Tanrıya karşı yoksulluk göster, ihtiyâcın neyse ondan iste; bu isteyiş hiç mi hiç boşa gitmez."Bana dua edenin, duasına icabet ederim."(Bakara 186)

 

533.Tuzlu su, susuz kimseye derman olmaz; içildiği zaman insana hoş ve serin gelirse de, hiç bir fayda sağlamaz! Tuzlu su; kendisini bize iyi su gibi gösterir, bize hile yapar da, yüzlerce sebze yetiştiren tatlı suyu aramamıza mani olur. Yani; zevkler, lezzetler su gibi içildiği zaman insana hoş gelir, oyalar fakat, onun manevî susuzluğunu gidermez! Bilakis, hakikati aramasına engel olur! Hakikat suyundan gönül bağında, yüz çeşit ruhanî sebzeler ve meyveler yetişir, gelişir!.. “Ey mürit! Senin muradın benim; beni al!” diye hile ile senin ayağını kesmiş, kanadını yolmuştur! Sana; “Derdini ben çekeyim!” demiştir ama, zaten kendisi derttir! Görünüşte, sana mat olmuştur fakat, hile ile seni mat etmiştir!

 

534.Eğer insan isen, su arayan koyuncu gibi, durmadan şu toprak bedenini kaz da, suya kavuş! Fakat içmeye elverişli duru su, Allah’ın cezbesi erişirse, kuyu kazmadan da yerden fışkırır. Fışkırır ama sen buna kulak asma; yavaş yavaş, azar azar kuyunun toprağını kaz, derinleştir! Kim zahmet çekerse, bir define elde eder. Kim çalışır çabalarsa, saadete, devlete ulaşır.

 

 

535.Nerede bir dert varsa, deva oraya gider. Nerede bir yoksul varsa, rızık oraya gider. Nerede bir zor soru varsa, cevap oraya gider. Nerede bir gemi varsa, deniz oraya gider. Ey hakikat yolcusu, sen su arama; susuz kal, susuzluğu elde et ki gökten yağmur yağsın, yerden sular fışkırsın. Pek küçük ve boğazı nazik çocuk doğmadıkça, onun sütü, anasının memesinden nasıl gelir? Şu yokuşlara çık, şu inişlere in, yürü, koş da susa, yani insanlık uğruna uğraş, yorul! Ondan sonra bal arısı kümesi gibi, havada uçuşan bulutlardan, akan derelerin şırıltısını işit ey ölü er! Senin suya olan ihtiyacın, onlardan, yeşilliklerden daha az mı ki suyun önünü keser, onlara akıtırsın. Suyun kulağından tutar, arklar açarak onları ekinlere doğru çekersin. Ekinlerin yeşermesini dilersin. İçlerinde bir çok hakikat ve irfan cevherleri gizli olan can ekinleri için de Kevser suyu ile dolu rahmet bulutları var. Susuz kal, susa da, “Onları Rableri suya kandırsın.” (Kuran, 76: 21) hitabı gelsin; böylece senin de manevi susuzluğun gitsin. Allah doğrusunu daha iyi bilir.

 

536.Ey bedeni kirli olan kişi! Sen havuzun etrafında dönüp dolaşıyorsun, ama insan havuzun dışında iken nasıl temizlenebilir? Maddeten temiz olan kişi mana havuzundan uzak düşerse kendini manen temizleyemez. Dış yüzü temiz olmakla beraber batını, özü kirli kalır. “Ey kendine güvenen; "Kalbim gönlüm temizdir." diyen kişi! Sen, kalbinin gerçekten temizlenmesi için bir velinin kalp havuzundan yahut hakikat denizinden yardım iste. O ilahî yardım olmasa, paranın sayısı harcandıkça azaldığı gibi, senin mahdut olan temizliğin de kirlenir. Günaha batmış, kirlenmiş, pislenmiş kişiye, su, hal dili ile; „Ey kirli kişi koş bana gel! der. Günahkâr da; „Ben sudan utanır, yani mürşitten utanırım. O benim kirliliğimi keşfeder. cevabını verir. Su der ki: „Seni utandıran o kirlilik, o günah bensiz nasıl gider? Ben olmadan şu pislik nasıl temizlenir?… Gönül ten havuzunun dibinde biriken günah çamurlarına bulandı, kirlendi ama ten; gönüller havuzunun suyuyla, yani mürşidin feyzi ile temizlendi, arındı.”

 

537.Yokluktan varlığa geldin ya… Kendine gel, geldin ama nasıl geldin Sarhoşça… Hiç kendinden haberin yok! Geldiğin yollar aklında bile kalmadı. Fakat biz yine sana bir remiz söyleyecek, bir şey hatırlatacağız. Bu aklı terk et de hakikî akla ulaş. Bu kulağı tıka da hakikî kulak kesil! Hayır hayır… Söyleyeceğim, çünkü henüz hamsın sen. Daha ilkbahardasın, Temmuzu görmedin bile! Ey ulular, bu cihan bir ağaca benzer; biz de bu âlemdeki yarı ham, yarı olmuş meyveler gibiyiz. Ham meyveler, daha iyice yapışmıştır, oradan kolay kolay kopmazlar. Çünkü ham meyve köşke, saraya lâyık değildir ki. Fakat oldu da tatlılaştı, dudağı ısırır bir hale geldi mi artık dallara iyi yapışmaz, hemen düşüverir. O baht ve ikbal yüzünden adamın ağzı tatlılaştı mı insana bütün cihan mülkü soğuk gelir. Bir şeye sımsıkı yapışmak, bir şeyde taassup göstermek hamlıktır. Sen ana karnında çocuk halindeyken işin gücün ancak kan içmeden ibarettir. Söylenecek bir şey daha kaldı ama ben söylemeyeceğim, sana onu Ruhulkudüs bensiz söylesin. Hayır hayır… Ruhulkudüs değil, sen kendin, kendi kulağına söylersin… Orada hakikatte ne ben varım, ne benden başkası, sen de bensin zaten canım benim! Bu rüyaya benzer. Uykuya daldın mı kendinden geçer, fakat yine kendinden kendine gelmiş olursun. Kendini duyar, dinler de senden başka gizli bir adam rüyada sana söz söylüyor sanırsın. A güzelim yoldaşım, sen alelâde tek bir adam değilsin ki. Sen bir âlemsin, sen bir derin denizsin. O senin muazzam varlığın yok mu. O belki dokuz yüz kattır. O, dibi, kıyısı bulunmayan bir denizdir, yüzlerce âlem, o denize dalar gark olup gider. Zaten burası ne uyanıklık yeri, ne uyku yeri. Buradan bahsetme, Allah, doğrusunu daha iyi bilir. Bahsetme de asıl bu âlemden bahse muktedir olanlardan dile gelmez, söze sığmaz bahisler işit! Bahsetme de o güneşten kitaba yazılmaz, hitaba girmez sözler duy! Bahsetme de sana bu âlemden ruhun bahsetsin… Nuh’un gemisinde yüzgeçlik bahsini bırak!

 

538.Ey Hak yolcusu! Senin bedenin, bir mektup gibidir; ona dikkatli bak! Hakk’a lâyık olup olmadığını anla da, ondan sonra yerine gönder! Bir köşeye çekil, kendi içine kapan; mektubu, yâni kendi içini aç da oku bakalım! İçindeki sözler Hakk’a lâyık mıdır? Eğer o mektuptaki yâzı (yâni senin bedenindeki huylar) velîlere lâyık değilse, o mektubu parçala, yırt at da, başka bir mektup yazma çâresini ara! Fakat, beden mektubunun açılmasını ve okunmasını kolay sanma! Öyle olsaydı herkes, gönül sırlarını, kolayca apaçık görürdü! Kapalı bir mektup gibi olan bedeni açmak, içindeki yazıları, yâni insanın huyunu, iç durumunu anlamak ne kadar güçtür! Bu; olgun kişilerin, âriflerin işidir; oyun oynayan çocukların işi değildir! Hepimiz de, fihrist (içindekiler) bölümünü yeter bulmuşuz; hırsımıza, hevâ ve hevesimize kapılıp gitmişiz. O içindekiler, yâni fihrist, insanlara bir tuzaktır, asıl mektup da öyle sansınlar diye yazılmıştır! Mektubu aç! Bu söze karşı yüzünü döndürme! Doğrusunu Allah daha iyi bilir. O giriş yeri (içindekiler), dil ile söylemeye benzer; sen, asıl gönül mektubunun yazılarını okumayı dene! Bak bakalım, içinin yazısı, gönül mektubun söylediğin söze uygun mu? Dikkat et, işin, iki yüzlü münâfığın işine dönmesin.

 

539.Çocuk oyuna öyle bir dalar ki gece olduğunu fark etmez bile. Hatta eşyalarını çalsalar onu da fark etmez. “Dünya hayatı oyundur”(Ankebut 64) ayetini iyi düşün.

 

540.Git gözlerini kapa ki bütün gönlün göz olsun. O zaman gönül gözüyle sana başka bir cihan, başka bir dünya görünecektir. Eğer sen, kendini görmekten, kendini beğenmekten kurtulursan, bütün yaptığın işler beğenilecektir.

 

541.Gönül gitmek isterse gidilecek yol bitmez. Göz görmek isterse görülecek yer bitmez. İnsan çekilirse içindeki mağaraya, her yanı karanlık bilir. Her yer ona mağara görünür. İçindeki aydınlığa yürümenin yolu yollara düşmektir.

 

542.Sana açık olduğu için sen kendi gönlünün penceresinden kendi içine bak, içeriyi seyret! Orası karanlık mıdır yoksa aydınlık mıdır? Araştır! Kim bu gönül penceresinden gafilse zamanenin en üstün bir bilgini bile olsa o bir ahmaktır kördür. Aziz kardeşim "Gönülden gönüle pencere vardır!" derler. Sen sakın bu pencereyi açık, kırık bırakma! İçeriyi seyretmesinler! İğne deliği kadar bile bir delik olsa, o deliği ört! Sufinin kapısı gönüldür. Mahallesi de candır. Sufilerin şarabı da üzümden yapılan şarap değildir. Hakk şarabıdır. Sağdan, soldan sufiler geldi. Kapı, kapı, mahalle mahalle; "Şarap nerede var?" diye dolaşıyorlar. Ey saki kadehi Hakk aşığının şarabı ile doldur! Yanmış, kavrulmuş gönüllere Rabbanî şarap sun!

 

543.Ey gönül, dünya zindanlarının en daracığı olan beden zindanından, geniş mânâ meydanlarına çıkmak için bir yol var, var ama, senin ayağın derin bir uykuya dalmış da sen kendini ayaksız sanıyor, bu yüzden zindandan çıkmıyorsun. Şu yeryüzünde aradığın rızıklardan başka, göklerde ne gizli manevî rızıklar var. Ekmek hazırlayan fırıncının fırınından başka yerlerde ne ekmekler pişebilmektedir. Haberin yok. İki gözünü de kapamışsın; “Aydın gün nerede?” diyorsun. Halbuki, günü aydınlatan güneş gözüne düşüyor da, sana; “Aç kapıyı! Ben buradayım’’ diyor. Seni, bu tarafa da çekerler, öte tarafa da çekerler. Ey bulanmış, tortulanmış su, şu tortudan şu bulanıklıktan kurtul da, göklere, yücelere yönel!..

 

544.Kalbi ölmüş kişilereyse bu dünya nurlu göründü. Görünüşü büyük, geniş… Fakat hakikatte dar! Dar olmasaydı bu feryat neden? Baksana… Daha evvel doğup bu âleme gelenlerin hepsi iki büklüm oldu! Bu dünyanın genişliği, bir gözbağı… Oysaki pek dar… Gülmesi ağlamaktan ibaret, övünmesi ardan, ayıptan başka bir şey değil. Dünya, görünüşte geniş, hakikate dardır, uyku da bu darlıktan kurtulmaya benzer. Hamam kızıştı, ısındı mı daralırsın, için sıkılır. Oysaki hamam geniştir, uzundur. O hararetten sana dar gelir, ruhun sıkılır, usanırsın. Yahut ta mesela dar bir ayakkabı giyersin de geniş bir ovada yürürsün. Fakat o geniş ova, sana öyle daralır ki… O ova o sahra sana âdeta zindan kesilir. Uyuman, o dar ayakkabıyı çıkarmana benzer. Uykuda bir müddet ruhun, bedenden kurtulur. Azizim, uyku, Allah velilerinin malı, mülküdür... Dünyadaki Ashab-ı Kehf gibi!

 

545.Bu dünyada yaptığımız işlerden ötürü, gönlümüzde yüzlerce davul çalınıyor, kıyametler kopuyor. Yarın, yani ölünce davulların gümbürtülerini duyacağız. Bugün gaflet, kulağımıza pamuk dolmuş, onu tıkamış; göze de, hakikati göstertermeyen kıl kesilmiştir. Bu yüzden, biz, sevda vesvesesine kapılmış ve yarının gamı ile, endişesi ile çırpınıp duruyoruz. Hallac-ı Mansur gibi, safa ehli gibi, sen de, hakikati duyurmayan gaflet mumuna aşk ateşi düşür, onu yak da, sağırlıktan kurtul. Aşk ile buluşma zamanı yakınlaştı, bu sebeple kendine çekidüzen ver, buluşma günü için güzelleş! Bizim ölümüz, her ne kadar sana matem olursa da, aslında, Hakla buluşma vakti olduğu için, bizim en neşeli, en mutlu zamanımızdır. Çünkü bu dünya, bizim zindanımızdır. Zindanın harap oluşu, yıkılışı, zindandakileri sevindirir. Yani bizim bedenimiz, ruhumuz için bir zindan kesilmiştir. Ölüm, bedeni yıkınca, toprağa düşürünce, ruh zindandan kurtulacak, Hakk'a kavuşacaktır. Aklını başına al da, fanî olan bu dünya zindanında kimsede vefa arama! Bu dünyanın vefası bile vefasızdır!

 

547.Nur gizlidir... arayıp sormak ise onun gizliliğine şahittir.Fakat gönül, saçma sözlerden kurtuluş dilemez ki! Fakat dünya zindanından bir kurtuluş yeri olmasaydı gönül ne sıkılırdı, ne de özgür olmayı araştırır, isterdi!Sıkılıp üzülmen, seni bir görevli gibi "Hadi Ey yolsuz... bir doğru yol ara" diye çekip çekiştirmededir.. Doğru yol vardır... fakat pusuda gizlidir. Bulmak için durmadan, dinlenmeden delicesine aramak gerek; böyle arayan bulur! Dağınıklık, pusuda topluluğu arar... sen hemen bu isteyende istenenin yüzünü gör!Bağdaki cansız mahsulat, köklerinden sürmüş, yetişmiştir... onlara diriliği vereni anla!Hiç müjde verecek biri olmasaydı bu zindandakilerin gözleri, hep kapıya dikilir, kalır mıydı?Irmak olmasaydı yüz binlerce ırmağa batıp ıslanan olur muydu?

 

548.Kalbin bir okyanus büyüklüğünde. Git kendini onun saklı derinliklerinde bul..

 

549.Gayb âleminin başka bir bulutu, başka bir yağmuru; başka bir göğü, başka bir güneşi vardır. O, ancak has kullara görünür; diğerleri “Öldükten sonra tekrar yaratılıp diriltileceklerinden” (Mutaffifin 4) şüphe ederler. Gözlerini ayıp kılından arıt da gayb bağını, gayb serviliğini gör! Kulağından vesveseler pamuğunu çıkar ki, kâinatın seslerini duyasın. Ey yiğit, gökyüzünü ayak altına al da, feleğin üstünden nağme seslerini işit! Bir nefesçik Allah güzelliğini görsen, canın da ateşlere düşer, vücudun da! Değirmenin dönüşünü ne vakte dek göreceksin? Başını çevir de hızlı ve coşkun akan suyu gör! Köpükleri gören onları sayar döker. Denizi görenin irade ve ihtiyarı kalmaz. Şöyle denizin köpüğünü görüverdin mi hayran olman lâzım ki, denizi de göresin. İnsan, duygudan çıkmadı mı gayb âlemine tamamıyla yabancı kalır. Herkes, gönlünün aydınlığı ve cilâsı nispetinde gaybı görür. Kim, gönlünü daha fazla cilâladıysa daha ziyade görür; ona daha fazla suretler görünür. Perde ardındaysan perdeden çık da, o şaşılacak padişahlığı gör.

 

550.Akıl, iki çeşittir: Birincisi kazanılan akıldır. Sen onu mektepteki çocuk gibi... kitaptan, hocalardan, düşünceden, alışkanlıktan, kavramlardan ve yeni ilimlerden öğrenirsin.  Aklın başkalarınınkinden daha büyük olur fakat edindiklerinin ağırlığıyla yorulursun. Diğer akıl, Allah’ın ihsanıdır.  Onun kaynağı ruhtadır. Gönülden bilgi pınarı fışkırdığında onun kaynağı ne bozulur, ne eskir ne de renk değiştirir. Edinilmiş akıl dışarıdan eve akan bir ırmağa benzer. Eğer yolu üzerinde bir engel olursa aciz kalır. Kendi içindeki pınarı ara sen!

 

551.Yoksul kişi, cömertliğin aynasıdır. Sakın aynaya karşı gönül kırıcı sözler söyleyerek o aynayı buğulandırma!

 

553.Allah, kuvvet ve kudretin yalnız kendisinde olduğunu anlatmak için insanların karar verdikleri şeyleri bozar,zıddını meydana getirir. Bazen de kararında azmetsin, yapacağı şeye tamah eylesin diye o kararı bozmaz da sonunda bozar, bu da tembih üstüne tembih olur.

 

554.Dünyada ister yenecek lokma olsun, ister içilecek bir şey...onun lezzeti, lezzetten kesilmesinin ışığıdır. İnsan, yediği, içtiği şeylerin lezzetini kaybetmedikçe yiyeceği ve içeceği şeylerden lezzet alamaz. Maddi lezzetlerden kesilmedikçe manevi lezzeti bulamaz. Dünyevi lezzetten kurtulmuş olan,gerçi bütün lezzetlere aldırış etmez bir hale gelir ama hakikatte kendisi lezzet kesilir, lezzetten hiç ayrılmaz olur!

 

555.Göklerin yolu, içtedir, gönüldedir, sen aşk kanadını aç, aşk kanadın kuvvetli olursa merdiven arama derdin kalmaz.

 

556.Gönlün güzel şekillerle, sûretlerle dolu bir ayna olsun; orada her yanında gümüş bedenli bir güzel görürsün! Ey insan! Topraktan yaratılmış olduğun için, senin varlığın da demir gibi kapkara, paslı bir bedenden ibâret! Onun için, kendini Allah’ın zikrinin nûru ile cilâlandır, cilâlandır! Topraktan yaratılmış beden de, etten ve kemikten ibârettir; kabadır, kesiftir! Ama sen, onu da, Allah’ı zikrederek cilâla, o da demir gibi cilâ kabul eder! Onu cilâla da, orada gayb âleminin şekilleri yüz göstersin; oraya meleklerin akisleri vursun!

 

557.Ademoğlu dilinin altında gizlidir. Bu dil, can kapısına perdedir. Bir rüzgâr esti de kapıyı kaldırdı mı evin içinde ne varsa görürüz. O evde inci mi var, buğday mı.. altın hazinesi mi var, yoksa yılan ve akreplerle mi dolu?

 

558.Sûrette sen küçük bir âlemsin ama hakikatte en büyük âlem sensin. Görünüşde dal, meyvenin aslıdır; fakat hakikatte dal meyve için var olmuştur. Meyve elde etmeğe bir meyli, meyve vermeğe bir ümidi olmasaydı hiç bahçıvan, ağaç diker miydi? Şu halde meyve, görünüşte ağaçtan doğmuştur ama hakikatte ağaç, meyveden vücut bulmuştur.

 

559.Sen hâlâ O’nu dışarıda arıyorsun. Süt sağılan yer sensin de sen başkalarından süt sağmasını bekliyorsun. Sende kıyısı, bucağı olmayan bir süt kaynağı var. Sen neden tulumda süt arıyorsun? Ey kuyudan su çeken, senin denize ulaşan bir kapın var, kuyudan su çekmeye utanmıyor musun? Önünde de sana yardım edecek su var, ardında da. Fakat kaynaklara ulaşman için önünde bir sed var, ardında da. Ata binmişsin, fakat at arıyorsun? Başının üstünde bir sepet dolusu ekmek var, sen hâlâ şuraya, buraya koşup duruyor ekmek arıyorsun. Kendi başına uzan. Neden her kapıyı dövüp duruyorsun. Yürü gönül kapısını döv. Dizine kadar dereye girmişsin de kendinden gafilsin. Şundan bundan su isteyip duruyorsun.

 

560.Kötü işe, dünya işine olan hırsın, ateşe benzer...kömür, ateşin rengiyle güzelleşir. Kömürün karalığı ateşte gizlenir...ateş söndü mü karalık meydana çıkar! Kömür, senin hırsından ateş haline geldi, ateş halinde göründü.....fakat hırs geçti mi o kömür, kapkara, berbat bir halde kala kalır! O zaman kömürün ateş gibi görünmesi, işin güzelliğinden değildi, hırs ateşindendi! Hırs, senin işini gücünü bezemişti...hırs gidince işin gücün kapkara kalakaldı! Heves yüzünden o tuzak olan dünya hırsı çekici görünmededir...o esasen hamdır, fakat hırs ve şeytan onu güzel gösterir. Hırsı din işinde ve hayırda ara; din ve hayır işinde haris ol. Bu işler, zaten güzeldir...hırsın geçse bile güzel. Hayırlar, esasen güzel ve lâtiftir, başka bir şeyin aksi ile güzel görünmüş değildir. Bu işlerde hırsın parlaklığı geçse bile hayrın letâfeti, hayrın parlaklığı kalır. Halbuki dünyâ işinden hırsın parlaklığı gittimi ateşin harareti ve parlaklığı gitmiş, kömür kalmış demektir...dünya hırslarına kapılmak tipki buna benzer.

 

561.Herkes, önce kendi kusurunu görseydi halini ıslah etmekten gaflet eder miydi? Halk kendisinden gafildir babam gafil. Onun için birbirlerinin kusurunu görürler. Su kenarındayken suyu sakınan, esirgeyen, ancak ırmağı görmeyendir.

 

562.Ölüm günü, bu duygun kalmaz. Can nurun var mı ki gönlüne yâr olsun? Mezarda bu göze toprak dolar. Mezarı aydınlatacak nurun var mı? Bu elin, ayağın gidince canının uçması için kolun kanadın var mı? Bu hayvani can kalmayınca yerine koymak için baki bir cana sahip misin? Şart, iyilik etmek değil, iyilikle gelmek, bu iyiliği Tanrı’ya götürmektir. İnsanlıktan mı bir cevhere sahipsin, eşeklikten mi? Bu ârazlar yok olunca nasıl götüreceksin ki? Bu namaz ve oruç arazlarını Tanrı’ya nasıl ileteceksin ki? Çünkü araz, iki zaman zarfında baki kalmaz, yok olup gider, bir anlıktır. Arazları götürmeye imkân yoktur. Fakat cevherden hastalıkları giderirler. Bu suretle de cevher, bu hastalık arazlarından kurtulur, değişir. Perhiz yüzünden hastalığın geçmesi gibi. Perhiz arazı, çalışmalarıyla cevher olur; acı ağız perhizle tatlılaşır. Ziraatla topraklar ekinle, başakla dolar. Saç ilacı, örgü, örgü saç bitirir. Kadını nikâhlamak arazdır. Fakat o arazdan bize evlât cevheri meydana geldi. Atı, deveyi çiftleştirmek arazdır. Bundan maksat da yavru cevherini elde etmek. Bostan ekmek arazdır, Bostanda biten mahsul cevheridir. Zaten maksat da budur. Kimya ile uğraşmayı da araz bil, eğer o kimyadan bir cevher elde ettiysen onu getir. Aynayı cilâlamak da arazdır. Fakat bu arazdan tertemiz bir ayna cevheri meydana gelir. Şu halde “Ben ibadette bulundum” deme, o arazlardan elde edileni göster, ürkme. 

 

563.Bu iyi ve kötü dünyası, gayb âlemi haline gelsin, iyilik ve fenalık apaçık bilinmesin diye akıl onları gizlemiştir. Çünkü fikrin şekil ve suretleri meydana çıksaydı kâfir ve mümin, yalnız Tanrıyı zikreder, başka bir söz söyleyemezdi. Eğer iyilik ve kötülükten meydana gelen suretler gizli olmayıp da meydana bulunsaydı küfür ve iman, apaçık meydana çıkar,alında yazılırdı. O takdirde nasıl olurdu da bu âlemde put kalır, puta tapan bulunurdu? Nasıl olur da kimsenin kimseyle alay etmeye mecali kalırdı.? O vakit bu dünyamız kıymet kesilirdi. Kıyamette kim suç işleyebilir? Âlemde bir sürü halkın mahrum olmadığı bir nimet var mı? Söyle. Şekerden öküze, eşeğe ne fayda var? Her canın başka bir gıdası vardır. Fakat o gıda, gıdalanan kişiye arızî ise ona nasihat etmek de onu doğru yola getirmek demektir. Birisi hastalık dolayısıyla toprak yemeyi sevse toprağı,kendisine gıda sanır ama, Asıl gıdasını unutmuş, hastalık yüzünden alıştığı gıdaya yüz tutmuştur. Şerbeti bırakmıştır da zehir yemektedir. Hastalık yüzünden alıştığı gıda kendisine tatlı gelmiştir. İnsanın asli gıdası Tanrı nurudur; ona hayvan gıdası lâyık değil! Fakat gönül, hastalık yüzünden bu gıdaya düşmüştür; gece gündüz bu suyu içmekte, bu toprağı yemektedir. Bu gıdayı yiyen kişinin yüzü sapsarıdır. Ayağı tutmaz kalbi helacana uğrar. Nerede yol, yol olan göklerin gıdası nerede bu? O, gıda devletin has kullarına mahsustur. O, boğazsız âletsiz yenir. Güneşin gıdası, Arş nurundandır, hasetçinin, Şeytan’ın gıdası ferş dumanından! Tanrı, şehitler için “Onlar rızıklanırlar” buyurdu. O, gıda için ne ağız vardır, ne tabak! Gönül, her dosttan bir gıda ile gıdalanır, her bilgiden bir lezzet alır.

               
564. Gönüldeki kabeyi tavaf et sen gönülden, gönül mânâ kabesi: Onu çamur sanma sen, Kabe’yi sen binlerce kez yaya tavaf etsen, bil ki kabul olunmaz tek gönül incitirsen.

 

565.İhsan sahipleri, hayırseverler öldü, yaptıkları hayırlar kaldı.. Ne mutlu onlara ki arkalarında iyilikler bıraktılar.. Zalimler de ölüp gittiler fakat yaptıkları zulümler kaldı..Vay o canlara ki bu hileyi, bu kötülükleri yaptılar! Hayırsever, ihsan sahibi öldü ama yaptığı iyilikler ölmedi ki.. Allah indinde yapılan iyilik küçük ve değersiz bir şey değildir!

 

566.Mâna odur ki seni senden alır; suretten azade eder. Seni kör ve sağır eden, insanı, surete bir kat daha âşık eyleyen, mâna olamaz.

 

567.Dünya mansıplarını elde etsen bile yine kaybetme korkusundan canın çıkar.

 

568.En güzel olan Tanrı’nın aşkından başka ne varsa can çekişmeden ibarettir, hattâ şeker yemek bile! Can çekişme nedir? Ölüme yaklaşmak, ab-ı hayatı elde edememek. Halkın iki gözü de toprağa ve ölüme saplanmıştır. Ab-ı hayat var mı, yok mu, bunda yüz türlü şüpheler var. Sen cehdet de bu yüz şüphen de sana düşsün. Geceleyin yürü ,yol al... Uyudun mu gece gitti gider! O gündüzü geceleyin ara; karanlıkları yakan o aklı, kendine kılavuz yap!  Kötü renkli gecede çok iyilikler vardır. Ab-ı hayat, karanlıkların eşidir, karanlıktadır. Böyle yüzlerce gaflet tohumunu ekip durdukça başını uykudan kaldırabilir misiniz? Ölü uyku, ölü lokmaya dost oldu; efendi uyudu, geceleyin iş gören hırsız da hazırlığa koyuldu. Senin düşmanın kimlerdir? Bilmiyorsun. Ateşten yaratılanlar, topraktan yaratılmışların varlığına düşmandır. Ateş suyun ve oğullarının düşmanıdır. Nitekim su da ateşin canına düşmandır. Suyun ve çocuklarının düşmanı olduğundan su da ateşi öldürür, söndürür. Bütün bunlardan sonra ( şunu da bil ki) bu ateş, şehvet ateşidir, günahın suçun aslı ondadır. Dış âlemdeki ateşi su söndürür. Fakat şehvet ateşi kıyamete kadar sürüp gider. Şehvet ateşi, su ile sakin olmaz. Çünkü azap ve elem bakımından cehennem tabiatlıdır.

 

569.Hoşa gitmez bir renkte olan gecede çok iyilikler vardır. Ab-ı hayat karanlıkla dost olmuştur, karanlığın içine gizlenmiştir.

 

570.Bu dünyada bulunan herşey ihtiyaç sahipleri için yaratılmıştır. Bu yüzden arayan aradığını bulur. Nerede bir dert varsa,deva oraya gider.Nerede bir yoksul varsa, rızk oraya gider. Nerede bir zor soru varsa, cevap oraya gider.Nerede bir gemi varsa,deniz oraya gider.

 

571.Madem ki duyuyor düşünüyor, seziyorsun. Büyük hakikati bulmak için gönlünü ve idrakini yoracaksın. Duyduklarını ve bulduklarını söyleyeceksin. Sen söylemezsen, ruhunun vasıl olduğu sırları, şiirlere, sazlara, semalara söyleteceksin. Bütün bunları dahi söylenemeyecek ölçüde büyük sırlara erdiğin zaman ise. İşte o zaman susacaksın!

 

572.Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.

 

573.Ey adam! İnsanlarda gördüğün birçok zulümler, senin huyundur; sen, kendi huyunu onlarda görüyorsun. Senin varlığın, nifakın, zulmün, gafletin onlara aksetmiştir. Sen o sun, sen kendini yaralamaktasın. O anda lânet ipliğini kendine, kendin dokuyorsun! O kötülüğü sen kendinde açıkça görmüyorsun. Görsen kendine kendin, candan düşman olurdun. Ey ahmak! Kendine saldıran o aslan gibi sen de kendine saldırıyorsun. Ey başkasının yüzünde kötü bir ben gören! Gördüğün kendi beninin aksidir, ondan nefret etme! Gözünün önüne gök renkli bir cam koymuşsun, o sebepten âlem sana gök görünüyor. Kör değilsen bu körlüğü kendinden bil. Kendine kötü de, başkasına deme! Eğer mümin, Tanrı nuruyla bakmamış olaydı; gaip mümine bütün çıplaklığıyla nasıl görünürdü? Fakat sen Tanrı nuruyla değil, Tanrı ateşiyle baktığından kötülükte kaldın, iyilikten gafil oldun; iyiliği kötülükten ayırt edemedin, kötülükten de gafil oldun, iyilikten de. Ey gama, kedere dalmış adam! Azar azar ateşe nur serp ki ateşin nura dönsün. Ya Rabbi, sen de o tertemiz suyu serp de âlemin şu ateşi tamamıyla nur olsun.

 

574.Senin dünyaya bakan penceren kirli ise, benim çiçeklerim sana çamur görünür.

 

575.Bir gün Hz. Süleyman'ın büyük divan çadırı kuruldu ve bütün kuşlar huzurunda toplandılar. Süleyman kendi dillerini anladığı için onunla konuşmaya başladılar. Bütün kuşlar sırları, hünerleri ve işleri hakkında bilgi veriyorlar, kendilerini tanıtmak için övünüyorlardı. Amaçları Hz. Süleyman'ın yakınları arasına girmekti. Konuşma sırası Hüthüt’e gelince dedi ki: ‘’Padişahım, hünerlerimden küçük birini kısaca arz edeyim. Kı­sa konuşmak daha iyidir.’’ dedi. Süleyman ’’Söyle bakalım, o nasıl bir hüner­dir?’’ dedi. Hüthüt ‘’Çok yükseklerde uçtuğum zaman, aşağıya bakın­ca yerin en dibinde bulunan suyu görürüm. Suyun derinliğini, rengini, nereden kaynadığını hep bilirim. Ey Padişah! Ordu kurulacak yeri tayin etmek için beni yanında sefere götür!’’ dedi. Hz. Süleyman ‘’Öyleyse susuz ve uçsuz bucaksız çöllerde sen bize yoldaş ol, dedi, bize su bulursun’’ dedi. Bunu duyan karga hasedinden öne çıkıp Süleyman’a ‘’Hüthüt yanlış ve kötü konuştu, dedi, padişah huzurunda gaitan ve olmayacak söz söylemek büyük edepsizliktir. Onun böyle bir gö­rüş gücü olsaydı, bir avuç toprak altındaki tuzağı görmez miydi?! Madem gözleri böyle keskin de niçin tuzağa yakalanıp kafese giri­yor?!’’ Bunun üzerine Hz. Süleyman ‘’Ey hüthüt, dedi, sonu yalan çıkacak bir sözü huzurumda nasıl söyleyebiliyorsun?’’ dedi. Hüthüt şöyle cevap verdi ‘’Padişahım, kaza ve kader gözümü ve aklımı örtmezse ben tu­zağı havada da görürüm. Fakat kaza gelince görüş kaybolur; ay ka­rarır, güneş tutulur. Kaza ve kaderi inkar edenin inkarı bile kaza ve kaderdendir. Eğer sözüm yalansa işte boynum, kes! Fakat Tanrı’nın kaza hük­münü inkar eden karga, binlerce aklı olsa da kâfirdir.’’

 

576.Bedene ait duygular, nefsâni düşünceler; berrak, duru bir su gibi olan rûhumuzun yüzünü çerçöp gibi kaplamıştır. Aklın eli, o çerçöpü bir yana atarsa o zaman su, aklın önünde belirir, meydana çıkar.

 

577.İnsanı gördüklerinden ibaret sayma, göremediklerinde ara,içidir hakikatin resmi, dışı sadece bir manzara.

 

578.Ey baş köşe! Ben senin kapında eşiğim. Mâna âleminde baş köşe nerede, eşik nerede? Sevgilimizin bulunduğu yerde biz ve ben nerede?

 

579.Hakk'ı manen görmekten ona kavuşmaktan men edilmiş, perde arkasında kalmış ruhlar azaptadır.

 

580.Hakk'a manen ulaşmış gördüğü her şeyde Hakk'ın kudretini sanatını yaratma gücünü sezen ruhlar ölümsüzdür. Perdelerden kurtulmuşlardır.

 

581.Ey inci! Kırılıp ezildiğin için acınma, başına vurma.. kırılıp ufalma yüzünden parlayacaksın. Apaydın göz nuru olacaksın.

 

582.Gönül perdesine usanmadan hayâl sürüleri gelip durmadadır. Bu hayaller, bu düşünceler hep bir kaynaktan, bir yerden gelmeselerdi, nasıl olurdu da hepsi gönüle yol bulup erişirdi? Bu hayallerimizin, düşüncelerimizin orduları, susamış halde gönül kaynağına doğru koşuyorlar. Onlar, gönül kaynağından testilerini doldurup giderler. Bâzen kendilerini gösterirler, bâzen izlerini kaybetirirler..

 

583.İnsanın vehmi, insanın içi, koridora benzer. Gelenler, önce koridora girerler, ondan sonra eve gelirler. Bütün dünya, bir evdir sanki. Bu eve giren, bu dehlize dalan, elbette evde görünecektir. Meselâ içinde oturduğumuz şu evin şekli, önce mühendisin gönlünde belirdi, ondan sonra bu ev meydana geldi. Bütün dünya bir evdir dedik ya; vehim, tasarlayış, düşünce, bu evin koridorudur. Koridorda beliren, gözüne görünen şey gerçek olarak bil ki evde de görünecektir. Dünyada beliren, görünen hayır-şer, herşey, önce koridorda belirmiştir; ondan sonra burada, dünyada. Ulu Tanrı, dünyada görülmemiş, şaşılacak çeşit-çeşit renk renk şeyler, bağlar, bahçeler, çayırlar... bilgiler çeşit-çeşit kitaplar meydana getirmeyi istedi mi, o isteği, o ihtiyacı önce gönüllere koyar, ondan sonra da onları, bu istekten, bu ihtiyaçtan meydana getirir. Böylece bu dünyada ne görüyorsan bil ki o tarafta da var. Meselâ bir nemde ne görüyorsan bil ki denizde de var. Çünkü bu nem, o denizden. Böylece Ulu Tanrı, bu göğü, bu yeri, Arş'ı, Kürsî'yi, başka şaşılacak şeyleri yaratmak dileyince, bunların isteğini, önce gelip-geçenlerin gönüllerine verdi; kâinat, bu yüzden meydana geldi.

 

584.Müşkül çözecek ilmi, vakit gelmeden iste! Gerçeklere ermekse işin, ölmeden iste! Var sandığımız yokları, artık geçiver, Varlık denilen yok, yokluğu sen bilmeden iste!

 

585.Mazi de istikbal de seni Allah’tan ayıran bir perdedir. Her ikisini de ateşe vur. Mazi ve istikbal endişesiyle ne vakte kadar ney gibi boğum boğum olacaksın? Boğumları tıkalı oldukça ney, sırdaş değildir. Dudağın ve sesin mahremi olamaz.

 

586.Şu dünyâda baş gözü açık, fakat gönül gözü uykuda nice kişiler var. Gönlü uyanık olan kişi, baş gözünü kapasa bile ona yüzlerce basîret gözü açılır. Eğer sen gönül ehli değilsen, uyanık ol, dâima uyanık bulun da, Allah’tan bir gönül iste; bunun için çalış, çabala! Eğer gönlün uyanık ise korkma! Baş gözü ile uyumaya bak, bir hoşça uyu! Artık senin gözünün önünden ne yedi kat kaybolur, ne de altı yön! Ey mânâ eri, gönül uyanıklığını anlatsak, binlerce Mesnevî’ye sığmaz.


588.Sırların gönülde gizli kalırsa o muradın çabucak hâsıl olur. Tohum toprak içinde gizlenince, onun gizlenmesi, bahçenin yeşillenmesi ile neticelenir. Altın ve gümüş gizli olmasalardı.. Madende nasıl altın ve gümüş haline gelirlerdi?

 

589.Neden kendine gelmiyorsun diyorsun bana; kendimi göster de geleyim kendime.

 

590.Aşıkların neşesi de O’dur, gamı da, hizmetlerine karşılık aldıkları ücret de! Aşık, sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, Aslı yok bir sevdadır. Aşk, o yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar. "Lâ kılıcı", Allah'tan başka ne varsa hepsini keser, silip süpürür. Bir bak hele "Lâ"dan sonra ne kalır? "İlla Allah; kalır, hepsi gider. Neşelen, sevin, ey ikiliği yakıp yandıran şiddetli aşk!"

 

591.İnsanı ateş değil, kendi gafleti yakar. Herkeste kusur görür, kendisine kör bakar. Neye nasıl bakarsan, o da sana öyle bakar.

 

592.Kim şu madde dünyasına daha çok düşkünse ve dünya işlerinde daha çok uyanıksa, o, aslında ötelerden habersiz derin uykulara dalmıştır...

 

594.Hakikat eri için bu âlemde bir işaret olsaydı, zihindeki bütün ilahî sırlara tercüman olurdu. Ovadaki kuşlar için o âleme bir geçit olsaydı, her kuşun kanadıyla tüm güçlükler çözülürdü. Aşk pazarına herkesin giriş izni yoktur yoksa her taşın altında binlerce kervan olurdu.

 

595.Ben senim, sen de ben.

 

596.Sevgilinin varlığı sana açılsın istiyorsan iç yüze geç, dış yüzde durma… O öyle bir zattır ki onu senden yine senin örtülerin kapamıştır.

 

597.Susamış kimse, gök gürültüsünün saadet bulutu getirdiğini bilmezse, o gürültü ona baş ağrısı verir.

 

598.Sen eşi bulunmaz nadir bir altınsın. Kimse cesaret edip de sana müşteri olamaz. Sen ancak O kuyumcunun işine yararsın. O kuyumcunun güzel eserisin. Senin bu dünya pazarında ne işin var? Yürü; aslına, madenine git! Ey altın zerresi; neşe ile oyna! Oyna; çünkü sen, manevi altın madeninin aslının aslındansın! Her neyi arıyorsan; titreyerek, oynayarak her neyin peşinde koşuyorsan, bil ki sen, onun aynısın, tıpkısısın.

 

599.Her an, canının bir cüz’ü ölüm halindedir. Her an can verme zamanındadır. Can verme ânında imanını gör, gözet! Ömrün, altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır. Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur.

 

600.Bizler de insanız, aşk madeninin üstündeki kayalardan da aşağı değiliz ya! Külünk vurulmadan, yara almadan, ter dökmeden, maden, altınını hiç gösterir mi? Madeni bulmak için yeri kazarken, kazmaların açtığı yaralarla altın madeni kırılır, dökülür, parçalanır ama, kuyumcuların dükkanları altınlarla dolar, taşar. Altın, kuyumcunun vuruşlarını seve seve yedikten, onun eliyle dövüldükten sonra, her an daha da hoş, daha da güzel bir hal alır. Bu riyazetler, bu çileler, ocağın posayı gümüşten çıkarması içindir. İyinin, kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.Altın definesini bilinmeyen viranelere gizlerler? Hiç defineyi bilinen yere koyarlar mı? İşte kurtulmanın, özgürleşmenin de yorgunluk ve sıkıntılarda gizlenmesi buna benzer. Müflisler sahte altından hoşlanırlarsa da, o altın darphanede rezil olur. Dikkat et; altın suyu ile boyanmış sahte para seni yoldan alıkoymasın! Dikkat et; yanlış hayal seni kuyuya düşürmesin!

 

601.Aşk, kimya yapan, bakırı altın eden bir kimyadır. Önünde iki leğen var; birinde ateş, öbüründe altın dolu! Aklını başına al da, elini aşk ateşi ile dolu leğenin içine sok! Sözün altın gibi değerli olsa, işlediğin işler kötü ise, kimsenin yanında bir pul bile etmezsin. Değeri sırtındaki eyerden aşağı olan bir ata nasıl güvenir de yola sürersin? Toprak, altın oldu mu topraklığı kalmaz. Gam ferahlık haline geldi mi insana keder verme dikeni yok olur gider. Hangi huy galipse hüküm, onundur, madende altın bakırdan fazlaysa o maden altın sayılır. Vücudunda hangi huy galipse o huyun suretine göre dirilmen gerekir.

 

602.Dağ ses verir ama, madende ses vermeyen, susan altın var.

 

603.Size göre, başınızda hiç böyle bir şey yok! Fakat aslında sizin iki başınız vardır. Birisi yerden gelen görünen şu toprak başı, birisi de gökten gelen ve görünmeyen tertemiz manevî baş! Senin şu görünen başın, öbür gizli başından meydana gelmiş. Bunu bilesin, anlayasın diye nice tertemiz başlar, toprağın ayağına dökülüp saçılmış, toprağa karışmıştır. Asıl olan baş, gizli, görünmüyor da ona uyan baş ortada… Bil ki, şu dünyanın ötesinde, sonsuz bir âlem vardır.

 

604.Dedi ki: Ey deve! İkimiz de âşık olup birbirimize zıt olduğumuza göre, biz uyumsuz yoldaşlarız. Sevgin ve dizginin uymaz bana. Tercihim senden ayrılmak olmalı. Bu iki yoldaş yolunu keser birbirinin. Bedenden sıyrılmayan can şaşırır yolunu. Can, arştan ayrı düştüğü için yoksulluk içindedir. Beden ise bir dikene aşk besleyen deveyi andırır. Can yükseklere kanat açarken, beden toprağa dört elle sarılmıştır. Yurdu için ölen sen benimle oldukça, benim canım Leylâ’dan uzak kalacak demektir.

 

605.İnsan, cisim ve cismânîlik bakımından dünyanın parçasıdır. Ancak ruh ve manevîlik yönünden dünyanın temelidir. Aynı şekilde insanın içyüzü dünyayı kapsayıp kuşattığı halde, dışyüzü bir sivrisineğin karşısında bile acizdir: O halde, şunu bil ki, insan görünüşçe dünyanın parçasıyken, nitelikçe dünyanın temelidir. İnsanın dışyüzünü bir sivrisinek bunaltırken, içyüzü yedi göğü kuşatır.

 

606.İnsanın dışyüzü bir damladan ibaret olduğu halde, içyüzü bir bilgi ve marifet denizi; zerrede gizlenmiş olan bir güneş, bir kuzunun postuna bürünmüş aslandır ve de ot ve samanın altına saklanmış bir denizdir: Sen damlada gizlenmiş bir bilgi denizisin; üç karışlık bedende gizlenmiş bir âlemsin. O halde, görünüşte küçük evren sensin. Ancak anlam olarak büyük evren de sensin.

 

607.Ruhların Yaratıcısı, balçıktan bir ayna yaptı ve ona baktı. Aynada yüzlerce şekil gördü, yüzlerce suret görmüştü. Gördüğü şekil ve suretlerin hepsi de belirsizdi. Ancak kendi manevî şekli, kendi mânâsı kolayca görülüyordu.

 

608.Taş yeşermez geçmiş olsa da nevbahar.. Toprak ol da bak nasıl güller açar.. Taş gibi idin çok gönül kırdın yeter.. Toprak ol üstünde hoş güller biter..

 

609.Bahtı yaver ve talihi kutlu olan bilir ki.. Akıl ve zeka taslamak İblis tendir, aşk Adem den!

 

610. Sesini değil, sözünü yükselt... Yağmurlardır büyüten yaprakları, gökgürültüleri değil...

 

611.Sözün çoğu bizlik ve benlik davasıdır. Az konuş. Az konuşan insanda derin bir iç vardır.  İçteki şey dile dökülürse iç yok olur gider. Çok anlatma da için saklı kalsın yok olmasın.

 

612.Susmakla canın özü, yüzlerce gelişmeye ulaşır. Ama söz, dile geldi mi, öz harcanır..

 

 

613.İnce sözler keskin kılıca benzer; kalkanın yoksa geri dur...

 

 

614..İçinde azıcık nur olmayana, dışarıdan verilen öğüt fayda vermez.

 

 

615.Uykuya dalmış bilgisiz kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum saçmaktır.

 

 

616.Mideleri bozulmuş hastalara bal yedirme; (gönül gözü) kör kişilere de, göze ait sözler söyleme.

 

 

617.Bil ki.. Domuzların önüne elmaslar serilmez, mücevherden ancak sarraflar anlar başkası bilmez, ne fark eder ki kör insan için elmas da bir cam da, sana bakan kör ise kendini camdan sanma..

 

618.Yeraltında hayvancıklar vardır; yeraltında yaşarlar; karanlıktadır onlar. Yaşadıkları yerde göze, kulağa muhtaç değillerdir. O yüzden de gözleri, kulakları yoktur. Göze, kulağa ihtiyâcı olmayana ne diye göz, kulak versin? Yoksa Tanrıda göz, kulak az değil, yahut nekeslik yok. Fakat birşeyi ihtiyâca göre verir. İhtiyâcı olmayana birşey verecek olursa o şey, ona yük olur. Tanrının hikmeti, lütfü, keremi yükü almaktır; iş böyleyken nasıl olur da birisine yük yükler? Meselâ keser, testere, törpü gibi dülger araçlarını bir terziye versen, bunları al desen, ona yük olur bunlar; terzi bu araçlarla iş göremez ki. Şu halde Tanrı, birşeyi ihtiyâca göre verir. Bu, şuna benzer hani; yeraltında yaşayan o kurtlar, o karanlıkta yaşar-giderler. Bir bölük halk da vardır; şu dünyâyı yeter bulurlar, bu dünyâya ihtiyaçları yoktur; Tanrıyla buluşmayı özlemezler. Can gözü, akıl kulağı, ne işlerine yarar onların. Şu baş gözüyle bu dünyâ işi olur-gider; o yana gitmeyi kurmazlar bile; onlara nasıl olur da can gözü verir? İşlerine yaramaz ki.

 

619.Burda biri gizli, kendini yalnız sanma; kulağı pek keskindir, kötü sözler söyleme. Gönül kaynağına bir ayak bağıdır atmış o peri; hayaline gelen her sûret, o perinin yüzünden geliyor.


620.Ele geçen şeyin tadı, tuzu, değeri, oraya varmak için çekilen yol zahmeti kadardır. Çölün tozunu yutmayan, dilini dudağını çöl güneşinde çatlatmayan zemzemin lezzetini bilemez.. Ömür boyu hayalini kurmayan Kabenin kadrini tartamaz. O halde önce yan ki su seni kandırsın, acık ki ekmek damağında bir lezzet bıraksın. Özle ki bulduğunda gerçekten bulmuş olasın.

 

621.Kötü huy kılavuzun oldukça mutlu olacağım sanma! Sen sabaha kadar gaflet uykusundasın, ömürse kısadır. Korkarım ki, sen bu uykudan uyanınca gündüz olur.

 

622.İnsan büyük bir şeydir ve içinde her şey yazılıdır. Fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki insan içindeki o ilmi okuyabilsin. Bu perdeler ve karanlıklar; bu dünyadaki türlü türlü meşguliyetler insanın dünya işlerinde aldığı çeşitli tedbirler ve gönlün sonsuz arzularıdır.

 

623.Burada gizlenmiş birisi var. Eteğimi tutuyor. Kendisini gizlemiş. Beni öne sürmüş. Burada gizlenmiş birisi var. Can gibi. Hatta candan da güzel. Bana bir bahçe gösteriyor ve sayvanımı kaplıyor. Burada gizlenmiş birisi var. Gönlümden geçen hayâl gibi gizli. Ama güzünün ışığı bütün vücuduma aksediyor. Burada gizlenmiş birisi var. Şeker kamışında şekerin gizlendiği gibi gizlenmiş. Tatb, şekerci dükkânını zaptetmiş... Gönlü hastalanan ben hiç kimseden bir derman bulmadım. Şimdi anladım ki meğerse o dert benim dermanımmış.

 

624.Odadan odaya hararetle dolaşıp elmas gerdanlığı arıyorsun, halbuki o gerdanlık senin boynunda.

 

625.İyi adamın gönlüne kötü bir düşünce geldi mi bu, boş değildir, bir aslı vardır bunun. O anlayışı vehim sayma, Allah'tan gelen anlayış bil. Gönüldeki nur, onu külli levhten okumuş, anlamıştır. O güzel huylu Yakup Peygamber de kardeşleri, Yusuf için babalarından izin alıp onu birazcık sahraya götürmek istedikleri zaman bir şeyler sezinlemişti. Yakup’un şu gönlünün burkulması yok mu işte o, bu işte bir kötülük olduğuna kati bir delildi. Fakat kaza ve kaderden kaçmasına imkân yoktu.

 

626.Taş olarak ölmüştüm, bitki oldum. Bitki olarak öldüm hayvan oldum.Hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum, öyleyse ölümden korkmak niye? Hiçbir sefer daha kötüye dönüştüğüm ya da daha alçaldığım görüldü mü? Bir gün insan olarak ölüp, ışıktan bir yaratık, rüyaların meleği olacağım. Fakat yolum devam edecek. ALLAH’tan başka her şey kaybolacak. Hiç kimsenin görüp duymadığı bir şey olacağım. Yıldızların üstünde bir yıldız olup doğum ve ölüm üzerinde parlayacağım.

 

627.Gözüne perde kesilen lokmadan çok yeme, yoksa gideceğin yere gidemezsin, onu kaybedersin. Yaşamanı o Lokmaya bağlı sanırsın amma, aslında çok yediğin lokma, can gözüne kıl. baş gözüne perde kesilir. Şu Dünya Çayırlığında pek fazla yayılıp, gezme, neden gezmiyecekmişim de deme. Bu fazla dolaşmalar da can gözüne Perdedir. Beden tılsımı her zehiri bal gibi, şeker gibi gösteriyor. Fazla lokmadan elini çekersen, daha fazla hayaller Belirir, gelir daha fazla hayallere dalarsın. Fakat hayallerden bazıları safa kapısına perde olur. Aslında tabiattan Gelen hayal, rüh hayalinin yüzünü örter. 0 zaman akıl bu "Cana canlar katan bir perdedir" diye haykırır. Ey gönül, Sen çeşit çeşit, renk renk olan perdelerden çık, sıyrıl, aklını başına al da perdeler seni gerçek dosttan ayırmasın.


629.Gönlü gereği gibi anlamak için bir zaman. gönül mahallesine girdim, orada kaldım. Böylece gönlün halinden bir iz, Bir nişan aramaya koyuldum. Bakayım "Gönlümün halleri nedir? Nasıldır?" diye düşündüm. Gördüm ki, yalnız ben değil, bütün Dünya ondan şikayetçi, onun yüzünden feryada düşmüş. Her ovada, her şehirde rastladığım bilginlerden, akıllı kişilerden gönüle dair ne düşündüklerini, ne destanlar söylediklerini sordum. Hepsi de gönlün elinden yakındı, yaka silkti, hepsi de feryada geldi. Bu hal bana dokundu. Gönül konusu üzerinde bir şüpheye, bir zanna düştüm. Sonunda, bu konu üzerinde, aklın bir işe yaramadığını anladım da aklımı bıraktım. Gönüle doğru sefere çıktım, yola düştüm, fakat onun bulunmadığı, hiçbir yer de görmedim. Aslında şu gönül, arif ile marufun yani, bilen ile bilinen arasında tercümanlık edip durmada. Gönülün ne olduğunu ancak gönül sahipleri bilir. Ruhsuz kişi, gönlün değerini ne bilsin? Sen gönülü ancak AIlah kapısında, ilahî dergahta bulabilirsin. Gönül filan da, fişmanda bulunmaz. Alemde kırık gönülleri onaran, eksiklikleri tamamlayan, dilediğini zorla yaptırmaya gücü yeten, her izi olanı, her izi bulunmayanı gereği gibi gören Allah'tan başkasında gönlü bulamazsın. Çünkü Allah, gönlü ev edinmiştir.

 

630.Ey gönül, Hakk'ın verdiği nimetlere karşı vazifeni hakkıyla yapamamakta kusurlarına karşı özür dilemek için neler düşünüyorsun? Ondan bunca vefalar gelmede, senin tarafından ise bunca cefalar. Ondan bunca keremler, cömertlikler senden ise eğri büğrü işler. Verilenleri az bulmak düşiincesi, ondan bunca nimetler, senden ise bunca hata. Senden bunca hased, bunca kötü düşünce, onun bunun hakkında kötü zanlar. Ondan ise, bunca ihsan, bunca lütuf, bunca iyilikler. Bunca ihsan, bunca iyilik niçin? Dünya hayatının zorlukları, acılıkları tatlılaşsın, güzelleşsin diye. Bunca kendine çekiş neden? Allah dostlarına ulaşsın, onlara katılsın diye kötülükten, işlediğin günahtan pişman olup da Allah diye yalvarınca, seni o çeker, belalardan kurtarır. Yaptığın suç yüzünden korkuyorsun, candan perişan oluyorsun, kurtulma çareleri arıyorsun da o anda seninle beraber olanı, seni korkutanı ne diye kendinde göremiyor, bulamıyorsun? Allah, seni bazan yaratılışına, tabiatına bırakır. Mal, mülk sevgisine, gümüş, altın, kadın sevdasına düşürür. Bazen da canına Cenab-ı Mustafa'nın(as), hayali nuru bağışlar, seni aydınlatır. Kah seni o tarafa, iyi adamlara, hoş adamlara doğru çeker, götürür. Kah seni kötülere ulaştırır. Hayat gemini şu girdablardan ya geçirir, selamete ulaştırır, yahut da girdaba atar, kırar, dağıtır. Dünya'da herkes, sevgilisine can verir. Fakat birinin sevgilisi, kan tulumundan ibarettir. Öbürününki Güneş'in nurudur.

 

631.Ömür, yarınlara bağlanan ümitlerle geçip gitmekte, gafilcesine kavgalarla, gürültülerle, didinmelerle tükenip durmadadır. Sen aklını başına al da, ömrünü, şu içinde bulunduğun bugün say. Bak bakalım, bugünü de hangi sevdalarla harcıyorsun? Kah cüzdanını para ile doldurmak kaygısı ile, kah iyi yemek, içmek endişesi ile, bu azîz ömür geçip gitmede, her nefesde eksilmede. Ölüm bizi, birer birer çekip alıyor, onun heybetinden, korkusundan akıllı insanların bile beti benzi sararıp durmadadır. Ölüm, yolda durmuş, bekliyor. Efendi ise gezip, tozma sevdasındadır. Ölüm kaşla güz arasında, onu hatırlamaktan bile bize daha yakın. Fakat gaflete dalanın aklı nerelere gitmekte, bilmem ki? Teni besleyip, şişmanlamaya bakma, çünkü o, sonunda toprağa verilecek, mezar kurtlarına yem olacak bir kurbandır. Sen gönlünü manevî gıdalarla beslemeye bak. Yücelere gidecek, şereflenecek odur. Bu leşe yağlı, ballı şeyleri az ver. Çünkü, tenini besleyen şehvetine, nefsanî arzulara kapılıyor, sonunda rezil olup Gidiyor. Sen rüha, manevî yiyecekler ver, yağlı ballı düşünüş, anlayış, buluş gıdaları ver de, gideceği yere güçlü, kuvvetli gitsin.

 

632.Ey karanlık geceyi uykuda geçiren mü'min, dua etmek zamanı geldi. Haydi kalk. Ey kötülük etmeyi adet edinmiş Nefs, ibadet etme, iyilik etme zamanı geldi. Pencereden bak, tevbe kapısını aç, evi tertibe koy, düzelt. Haydi durma Bizim nöbetimiz geldi. Suçtan, kötülüklerden neden temizlenemiyorsun? Günahlardan ellerini yıka, yüzüne su vur, abdest al, namaza durma zamanı geldi. Seni mezara koydukları, lahitte yüzünü Kıble'ye döndürdükleri zaman, hayatta şu karşında duran Kıble'yi hatırlarsın, amma, namazını kılamadığın, kazaya bıraktığın için içinin yanmasından eline ne geçer? Sen şimdi hayatta iken, bu Kıble'den bir nur, bir ışık ara. Bir ışık elde et de, o nur, o ışık, senin kabrini ışıtsın. Allah'ın nuru gelince, kabir bir gül bahçesi olur.


635.İnsanın, ilk andan itibaren devrettiği yaratılış hâlleri ve konakları… Önce cansızlar ülkesine gelmiş, cansızlıktan nebatat âlemine düşmüştür. Yıllarca nebat olmuş, bu âlemde ömür sürmüştür de nebat, cansız şeylerin zıddı olduğu hâlde bir zamanlar cansızlar ülkesinde bulunduğunu hatırına bile getirmemiştir. Nebatlıktan hayvanlığa düşünce de nebat olduğu zamanki hâlini hiç hatırlamaz. Yalnız yeşilliğe karşı, bir meyil vardır... Hele bahar geldi, çiçekler açıldı mı? Bildiği yaratıcı, tekrar onu hayvanlıktan insanlığa çeker çevirir. Böylece iklimden iklime gide gide nihayet insan âleminde akıllı, bilgili ve yüce bir hâl alır. Fakat önceki akılları hatırlamadığı gibi bu akıldan da geçip değişeceğini aklına bile getirmez. Nihayet bu hırsla, istekle dolu akıldan da kurtuldu mu, yüz binlerce şaşılacak akıllar görür! Gerçi uyumuştur, önceki ahvali unutmuştur... Fakat hiç onu bu unutkanlık âleminde bırakırlar mı? Yine uykudan uyandırırlar; uyanınca kendi hâline gülmeye başlar. ''Uykuda uğradığım o gam, o keder neydi... Nasıl oldu da doğru düzen hâlleri unuttum’’ der.

 

636. Yıldızları tanıyan gemiciden başkasının duyguları, yıldızla yol bulamaz. Başkaları, yıldızları ancak seyrederler, ne kutluluklarından haberleri vardır, ne kırandan. Sır ancak sırrı bilenle eşittir. Sır, onu inkâr eden kişinin kulağına söylenmez.

 

637.  Sen kendini tanımadığından neşelenmedin, huzura kavuşmadın. Eğer kendini tanısaydın, sende kimin misafir olduğunu bilirdin; memnuniyetsizlik, huzursuzluk denilen şeyler sana bir daha gelmezdi.’

 

638. Kibir; kendisinden habersiz, kendini bilmeyen insanın durumudur. Tıpkı güneşten haberi olmayan buzun kendini bir şey zannetmesi gibi.

 

639. Bu nefisten, heva ve hevesten kurtuldum. Bunların dirisi de bela, ölüsü de bela. Hâlbuki ben, ister diri olayım, ister ölüp gideyim, yerim, yurdum Allah’ın lütfundan başka bir yer değildir. Ey susmak! Benim özüm sensin, sevdiğimin perdesi de sensin. Susmanın en değersiz lütfu, insandan korkunun da recanın da yok olup gitmesidir. İnsan kaderin getirdiklerine karşı susarsa şikâyet etmezse onda ne korku kalır, ne de reca... Beni kederlerle, belalarla yıkmadıkça, harap etmedikçe Allah, bendeki gizli hazineyi hiç bana verir mi? Beni coşkun bir sele kaptırmadıkça, nasıl olur da beni çeker, ihsan denizine götürür? Ben aynayım, ben aynayım. Ben gevezelik eden, söz söyleyip duran kişi değilim. Ben sustuğum için siz benim gönül feryadımı duyamazsınız. Ancak kulaklarınız göz kesilirse benim perişan hâlimi görür, anlarsınız. Rüzgârda el sallayıp duran ağaç gibi el sallamaktayım. Gökyüzünde dönüp dolaşan ay gibi çarh etmedeyim. Yeryüzünde yaşadığım için çarhım, yeryüzü kokuyor, yeryüzü rengindeyim ama ben topraktan yaratılmış olsam da bende ilahî emanet bulunduğu için benim çarhım, gökyüzünün çarkından daha temiz, daha hoş. Ey söyleyen arif, söyle, söyle de hakikati söylediğin için sana dua edeyim. Çünkü her seherde dua vakti gelince güzelleşirim, hoş, neşeli bir hâl alırım. Âdeta mest olurum. Ben abamı, hırkamı senden esirgemem, padişahtan ne gelirse padişah ne lütfederse yarısının yarısı benimdir. Hakikat kadehi, sonsuzluk kadehi, bana padişahın kendi eliyle sunulmaktadır. O şarabın bir yudumunu içen dilenci güneş çeşmesi kesilir de nura susamış olanlara nur suları ikram eder. Benim boğazım hasta, konuşamayacağım, ben sustum. Ey güzel sözler söyleyen arif! Sen söyle! Çünkü sen Davut seslisin, bense ilahî tecelli ile yerinden kopmuş, parçalanmış bir dağ gibiyim.

 

640. Ne yukarda ne de aşağıda olmayan Ay nerededir? Ne bizimle ne de bizsiz olmayan nerededir? Orada, burada deme; doğrusunu söyle; âlem hep odur. Fakat onu görebilecek göz nerede!

 

641.   İnsanı insana çeken söz değil, aralarındaki gönül yakınlığıdır.

 

642.  ‘’Odur isteyen, odur üst olan” dediği gibi isteyendir de. Bu sözden maksat şudur öyleyse: Ey insan, sen, şu sonradan meydana gelen isteklere düşmüşsün ya, bu isteklere düşüş, insanlık huyudur. Fakat böylece de maksattan uzaksın sen. İsteğin, Hak Teâlâ isteğinde yok oldu mu, Hak Teâlâ’nın isteği kavrar, kaplar seni; o zaman Hak Teâlâ isteğiyle isteyen bir hâle gelirsin.

 

643. Söz söyleyen kemal sahibi olursa söz söyleme sofrasını yaydı mı sofrası, her çeşit aşlarla doludur. Konuklar mahrum kalmaz. Herkes o sofrada kendi gıdasını bulur. O sofra, Kur’an’a benzer; Kur’an’ın da yedi manası vardır; alelâde insan da ondan doyar, halkın bilgide, irfanda ileri gelenleri de.

 

644. Allah'ın kendilerine verdiği akıldan razı olmayan kimse yoktur. Fakat akılsızların en değersizi aklıyla övünen kişidir.

 

645.Nefsin ejderhadır. Öldü sanma, uykuya dalar o.Dertten eline fırsat düşmediği için uyur.Derdin bitince çıkar hemen. Hüner,dertsizken de nefsi uykuda tutmadadır.

 

646. Nefis ejderhası; yokluğa, yoksulluğa, fakirliğe düşerse, küçük bir kuvvet hâline gelir. Fakat mal-mülk, yüksek mevkî yüzünden nefis sivrisineği âdeta bir çaylak kuşu kesilir. Sen nefis ejderhasını ayrılık karları altında tut; aklını başına al da, onu güneşin altına getirme! Dikkat et ki, ejderhan donmuş bir hâlde kalsın; eğer o canlanırsa, sen onun bir lokması olursun! Onu mat et de, mat olmaktan, mânen ölmekten emin ol! Ona acıma; o, acımaya ve iyiliğe lâyık değildir! Çünkü üstüne şehvet güneşinin harareti vurunca, o pis baykuş kanatlanıp uçar! Onunla yiğitçe savaşa giriş de, buna karşılık Allah, sana mânen kendisi ile buluşmayı ihsan etsin! Sen o nefse cefâ etmeksizin, riyâzatlar ve mücâhede çektirmeksizin, onu uslu, vefâlı bir hâlde tutmayı mı umuyorsun? Her kişiye nefsi zaptetmek nasîp olur mu? Ejderhayı öldürmek için Mûsâ olmak gerek!

 

648.İnsanın iç dünyâsında sonsuza açılan bir yanı yoksa o gönül haraptır.

 

649.Bütün kararsızlığın karar arayışındandır, kararsızlığa tâlip ol ki gelsin sana istikrar. Bütün tatsızlığın lezzet arayışından gelir, lezzeti terk edersen zehir lezzet olup çıkarMurada ermeyişin hep murat arayışındandır, yoksa saçılır üzerine bütün muratlar..

 

650-Nîmete şükretmek, nîmetten daha hoştur. Şükrü seven kimse, şükrü bırakır da nîmet tarafına gider mi? Şükretmek, nîmetin canıdır. Nîmet ise deri gibidir, kabuk gibidir. Çünkü seni Dost’un kapısına ancak şükür götürür. Nîmet, insana uyanıklığın zıddına gaflet de verebilir. Şükretmek ise dâimâ uyanıklık getirir. Sen aklını başına al da şükür nîmeti ile gerçek nîmeti avla!

 

651-Şükretmeyenden güzellik de kaybolur, hüner de, sanat da..

 

652-Akıl insana ilahi bir lütuf, bir kılavuzdur. Çalışır, çabalar akla itaat edersen, aklın vereceği şudur: seni daha fazla doğru yola götürür.. Çünkü bu hevânın, bu hevesin, gözü açtır; ancak içinde bulunduğu anı görür; akılsa din gününü düşünür. Aklın iki gözü de işin sonundadır; o gül için dikene katlanır, zahmetini çeker! Akıl nefsin zıddıdır.. Aklın neticeyi düşünür, Nefis ise akıbeti düşünmez. Akıl galip olursa, nefsin zayıflar. Zira ağır biniciden eşek zayıf düşer

 

653-Hakk insana şah damarından daha yakındır. Sen ise oka benzeyen düşünceni, uzaklara atmaya çalışıyorsun..

 

654-Kabuğu kırılan sedef üzüntü vermesin sana, içinde inci vardır..

 

655- Ten kazancında bir sanat öğrendin, din sanatına da bir bak! Dünyada elbisen var, zenginleştin; fakat bu âlemden gidince nasıl edeceksin? Ahiret için de bir sanat öğren ki mağfiret(bağışlanma) kazancını elde edesin. O cihan da pazarla, kazançla dolu bir şehirdir. Zannetme ki kazanma yalnız bu âlemdedir ve bu kazanç kâfidir! Ulu Tanrı “Bu cihanın kazancı, o kazancın yanında çocuk oyuncağıdır”(Rad 26 - Ankebut 64) dedi. Hani bir çocuk, öbür çocuğun üstüne yürür, onunla konuşuyor, oynuyor gibi hareketlerde bulunur ya.. Çocuklar, dükkâncılık oynarlar ya.. fakat zaman geçirmekten başka, ellerine bir şey girmez. Gece gelip çatar, çocuk evine aç döner, öbür çocuklar giderler, tek başına kalakalır. Bu âlem oyun yeridir, ölüm de gece. Geri döner gidersin, fakat kese bomboş,sen de yorgun argın! Dinle, din kazancı; aşktır, gönül cezbesidir, Hak nuruna kabiliyettir. Bu kötü nefis, senden fâni kazanç ister. Fakat niceye bir aşağılık şeyleri kazanıp duracaksın, bırak artık, yeter! Bu bayağı nefis eğer senden yüce bir kazanç dilese bile bu dilekte hile ve düzen vardır.

656- Gam, çalışıp çabalayan kimsenin önünde bir aynaya benzer. Bu zıt olan şeyde buna zıt olan şeyi görür, sabırda muradına ulaşmayı, gamda neşeyi seyreder.

657-Zahmetten, eziyetten sonra da onun zıddı, yani genişlik, zevk ve neşe yüz gösterir.

658- Yumruğunu sıktıktan sonra mutlaka açarsın.

659-Dert; eski ilacı yeniler. Dert; her usanmış, bezmiş dalı kırar.

660-Eskileri yenileyen kimya derttir. Nerede dert varsa orada usanç ne gezer.

661-Kendine gel de, usançtan soğuk soğuk ah etme. Dert ara, dert ara, dert ara…

662-Abes ilaçlar, derde derman aramak için hile düzerler. Yol kesicidirler, baç diye para almaya kalkışırlar.

663-Nasihatimi dinle: Ten , kuvvetli bir bağdır. Yeniyi istiyorsan, eskiden soyun! Dudağını yum, altın dolu avucunu aç. Ten nekesliğini bırak, cömertliği ele al. Cömertlik, şehvetleri, lezzetleri terk etmedir. Şehvet yüzünden düşen kalkmamıştır. Bu cömertlik, cennet selvisinin bir dalıdır. Yazıklar olsun böyle bir dalı elinden bırakana. Bu heva ve hevesi bırakış, sapasağlam bir iptir. Bu dal, canı göğe çeker.

663-Bütün suretlerin, şekillerin, bütün güzelliklerin aslı, yaratıcısı olan güzeller güzelını manen bulmak istiyorum. Gördüğümüz görünüşlerde, güzelliklerde akışlarımızın kıblesi olan o sevgiliyi bulmak, onunla manen beraber olmak için bir çare düşündüm. Bu  düşüncemi herkesten gizledim. Çünkü; “Duvarın kulağı vardır” derler. daha yavaş söylemek gerek  Aklıma; “Sen dama çık!” dedim. “Uzaklara bak, yolları gözetle onun ne tarafta olduğunu anlamaya çalış!” Gönle de; “Kapıyı arkasından sürmele kimse haberim olmadan içeri girmesin, ben seninle baş başa kalmak istiyorum.” dedim. Hakk’a karşı duyduğum sevgiyi çekemeyenler, pusuya yatmışlar, hep beni gözetliyorlar. Bir şey duyunca, birbirlerine söyleyecekler, dedikodu yapacaklar. Bu sırrı herkesten gizlediğim gibi, bedenimin zerrelerinden de gizliyorum Bedenimin zerreleri gizlidir, kendilerini göstermez ama, onlar birbirlerine düçmandır. Onlara sır söylemek olmaz. Ona dair bir şey mi söylemek istiyor. sun? Kuyunun dibine in, orada söyle, sonra o aradığın gizli sevgili ile tek başına buluşma zamanı olarak herkesin uykuda olduğu seher vaktini seç!

664-Bu seher vakti esen rüzgar, Hakk aşıklarının gönüllerindeki sırlara aşinadır. Bu uğurlu zamanda sen de uyuma. Bu zaman yalvarma, yakarma zamanıdır, uyuma zamanı değildir! İki cihanın halkına, ilahî bir lütuf olarak ezelden ebede kadar kapanmayan dilek kapısı, seher vaktinde açıktır. Fırsatı kaçırma, yatıp uyuma! 

665- Gönül kapısında otur, bekle, çünkü o kendini gözleyen sevgili, ya gece yarısı yahut seher vaktinde gelir.


666-Ey aşk sufîleri, hırkalarınızı yırtınız! Güller bile seher vakti esen rüzgar saba rüzgarının tatlılığına dayanamazlar da yüzlerce elbiseler yırtarlar. Çünkü gül, sevgiliden ayrıldığı için dikene bağlanıp kalmamak tali’sizliğine uğradı. Hem sevgiliden ayrı düşmek, hem dikenin acılarına katlanmak, bu ilti dert yüzünden gülün sabrı, kararı kalmadı. Gayb aleminden biri göründü, yüz gösterdi. Bizi davet etti, sonra çekilip gitti. O görünür görünmez yolumuz kısaldı. “Ayağın bile yoksa, ayaksız olarak yürü git!” dedi. Ben de sustum, sonra kendim gülün arkasına düştüm. “Benden reyhana, laleye selam söyleyin, onlara saygılarımı arz edin!” dedi. Gönül sözlerle dopdolu, fakat söylemeye imkan yok. Ey sufîlerin canları, siz dudaklarınızı açın da, başımızdan geçenleri siz söyleyin! Onun henüz belirip meydana çıkmadığını, kendini göstermediğini siz söyleyin. Çünkü, geçmiş zamandan bahsetmek süfîlerin huyu değildir.


667-Ey onda bunda kusur arayan kişi. Hiçbir insanı hor görme, hangi millette, hangi dinde olursa olsun, insanda, onun bir emaneti vardır. İnsan onun aynasıdır.


668-Gidelim denizin kenarında bir ev tutalım. Çünkü deniz cömert huyludur, insanlara yüz yıllardan beri inciler dağıtır durur. Birisi ile sohbet etmek canı onun rengine boyar. Yani insan konuştuğu, arkadaş edindiği kişinin huyunu benimser. Yıldızlar, gökyüzü ile konuşup görüştükleri için güzelleştiler; nürlu, güzel bir yüze sahip oldular. Bedende canla düşüp kalktığı. konuşup görüştüğü için güzel yüzlü, hoş huylu deyilmi? Zavallı beden, candan ayrı düşünce ne hale gelir; konuşamaz yiyemez içemez olur fena halde kokmaya başlar El de bedende bulundukça hünerlidir. Bedenden ayrılınca bir et parçası yele duşer, hiçbir şey yapamaz olur., Ey el, hünerlerin nerede? Sen çeşitli hünerli işler yapan, yazan, çizen, tutan kaldıran el değil misin? El senin soruna cevap verir de der ki: “Hayır, bu zaman ayrılık zamanı, ayrılık zamanında ben bir hiçim, ama, buluşma zamanında her şeyim. Sen, ayrılık nedir, görmedin. Allah sana ayrılığı göstermesin. Bu bir duadır ama, bundan daha iyi dua da olamaz.''Küllî nefisten cüz’î nefsimiz ayrıldı. “înin” emriyle ötelerden, yücelerde yeryüzüne indirildi, sürüldü.Cennetten kovulan insan, bedenden kopan kesik bir ele döndü. îşinden gücünden oldu. Küçük bir et parçası gibi kediye lokma haline geldi. Bu, insan için ne felakettir? Ne aşağıdır? Cenneti kaybetmek ne büyük talihsizliktir. Hz. Adem cennette iken öyle güçlüydü ki, onun elinde bütün aslanların pençeleri kırılmıştı. Dünyaya sürülünce, bedenden kopmuş bir el haline geldi, Kaza ve kader onu kedilerin pençelerine düşürdü. Şimdi, kediler o et parçasını o tarafa bu tarafa çekip duruyorlar. Fakat Allah darda kalanlara, belalara uğrayanlara acıyanların en çok acıyanıdır. Bu sebepledir ki, ayrılık belasına uğramış, bedenden kopmuş elin bir damarı oynuyorsa, o, tekrar kavuşma ve buluşma ümidiyle oynar. Çünkü, netice binlerce kesik el, tekrar kavuşma ve buluşma saadetine ermişlerdir. Birbirinden ayrı düşmüş parçaları hoş bir şekilde birleştirmek, o padişahlar padışahı için zor değildir. Bu nasıl olur deme, bu işe şaşma! Çünkü, baksana,parça parça dumanlar onun eli ile birleşmiş, gökyüzü haline gelmiştir.


669-Kıvılcım gibi çakıp yakan, yakıp yandıran ayrılığı kıyamete kadar anlatsam, onun dehşet ve şiddetinin ancak yüz binde birini anlatabilirim.


670-Dünyada ayrılıktan daha acı bir şey yoktur, bana ne yaparsan yap, razıyım, şikayet etmem fakat beni ayrılığa düşürme.


671-Ey dost, şu dünyada gördüğün çiçekli, güzel kokulu bahardan başka gizli bir bahar daha var. O bahar dilberi ay yüzlüdür; bu gördüğün bahardan daha güzeldir, daha hoştur. O, temiz insanların gönüllerinde gizlenmiştir.


672-Bedenim, beni ötelerden, ruh aleminden alıp kendi zindanına çekince, Hakk kapısına yakın olanlardan ayrıldım, yapayalnız, garip olarak kaldım. Beden zindanında ay yüzlü birisi bana yakınlık gösterdi. Benimle dost oldu fakat o, güzelliği ile beni büyüledi. Aklıma, fikrime binlerce sevda saldı. Herkes hapisten, beladan kurtuluş yolunu arar, ben aramam. Neden dışarıya çıkayım? Benim dışarıda ne işim var? Sevgilinin hayali burada, ben zindanda sevgili ile beraberim. Zindan köşesinden başka yerde, onunla yalnız kalamam. Balın gönlü ateşten başka bir şeyle, mumdan ayrılamaz, saf bir hale gelemez. Dostu Yüsuf gibi güzel olan kişi, zindandan kaçar mı? Zindanda durup dururken Allah’ın lütfu ile bağ, bahçe sahibi olan bir de Yüsuf bulan kişi hiç zindandan çıkmak ister mi?


673-Sus da yol almaya bak. Şunu iyi bil ki, bu dünyada gördüğün akan su, sen bu dünyanın garibi olduğun için değirmen gibi başını döndürüyor.


674-Gönül, buğday tanesi gibidir, biz de değirmen gibiyiz. Değirmen hiç niçin döndüğünü bilir mi? Beden de değirmen taşı gibi, düşüncelerimiz de onu döndüren suya benzer Taş der ki: “Bu dönme işini su bilir.” Su da;”Bu işi ancak değirmenci bilir.” der. Çünkü bu suyu değirmene akıtan odur. Değirmencide der ki: “Ey ekmek yiyen kişi, şu değirmen dönmeseydi kim ekmekçi olurdu?” Macera bu, hikaye uzar gider. Sus, sen bu işi Hakk’a sor da cevabını gönlünde ara!


675-Allah, kuluna; “Ey kulum!” diye buyuruyor; “Dön, yine kapımıza gel, kulağından gaflet pamuğunu çıkar da göklerden gelen; ‘Haydi, artık orada durmayın gelin.’ sesini duy!” Ey zavallı, ne zamana kadar, dünya dikenliğinde yalınayak koşup duracaksın? Biz, öteki alemde, gül bahçelerinin kapılarını senin için açtık. Canı ben yarattım ama, ona bir de dert verdim. Derdini veren, elbette onun dermanını da verir. Sana kapılarını açtığım gül bahçesi, öyle bir bahçedir ki, oradaki ağaçların dalları da, yaprakları da canlıdır. Birbirleri ile konuşur dururlar. Şunu iyi bil ki, her şey canlıdır. Canı olmayan bahçe, insanın hoşuna gitmez, insanın canına can katmaz. Ey ölüler arasında yaşayan diri oğlu diri! Ölülerin kokusu ile nasılsın? Ne haldesin? Şu yaşayan ölüler, şu pis kokular, senin içini sıkmıyor mu? Seni iğrendirmiyor mu?Sen gaflet içinde yaşayan, karıncalar gibi kaynaşıp duran insan kalabalığının hepsini ölü sanma! Bu dünya da, öteki dünya da insana hayat veren ebedî ve ezelî dirilerle dopdolu. Fakat, onları görecek göz nerede? Sen şımdı, üç beş günlük bir hayata kanaat ederek, ebedî hayatı reddetme, bizden ayrılma! Zerreler sayısınca diri canların her biri, Allah’ın yarattığı şu sonsuz olan gokyuzunde güneşler gibi parlamada, dönüp durmada, ama, onları görecek göz nerede? Eskiden onlar da bizim gibi hakilatı göremeyen birer yarasaydı. Ama yaratanın lutfuyla, o yarasalar, birer güneş oldular.


676-Güzel kokular yayan saçlarını dök, süfîlerin canlarını oynatmaya başla! Güneş de, ay da, yıldızlar da, gökyüzünde ilahî aşk ile dönmekte; adeti oynamaktadırlar. Üzerinde yaşadığımız dünya da dönmekte, oynamaktadır.Biz bunların ortasındayız. Haydi, şu ortadakileri de oynat! Lütfedip şu çalıp çağırışın yok mu, en aşağı bir nağmesi, gökyüzü sufîsini döndürüp oynatmaya başlatır. Koşa koşa şarkılar söyleyerek, güzel kokular yayarak gelen, ilkbahar rüzgarı soğuk havaları kovar, dünyayı neşelendirir, güldürür. Onun getirdiği sevgi havası ile bir çok yılanlar birbirine yar olur. Gül dikenle barışır, dost olur. Allah’ın lütfu, ihsanı bahçeyi güllerle, çiçeklerle süsler ihtişamlı bir padişah haline getirir. Her an bahçeden, elçi gibi bir hoş koku gelir de; “Ne duruyorsunuz, ılkbahar geldi, dostları bahçeye çağırın!” diye seslenir. Bahçe, içten içe yürür gider, yol alır da sana der ki: “Sen de, içten içe yol al Sen de içine in, in de canına can gelsin! Zamanı gelince, gonca açılır, selvi ağacına süsenin sırrını söyler. Lale de söğüt ağacı ile erguvana müjdeli haberler verir. Her fidanın sırrı dipten baş verir, yücelir. Göklere doğru yükselen, boy mi’rac eden ağaçlar, sanki bahçelerde göklere merdivenler koymuştur Duygulu insanları mi’raca davet etmektedirler. Kuslar ve bülbüller dallara konmuşlar da bekçilik ederler. Bu bekçilerin ,maaşı da Allah’ın gizli hazinesinden verilir. Şu yapraklar dillere, meyveler de gönüllere benzerler. Gönüller yüz gösterince diller çözülür de, aşk hakkında anlamlı sözler söylerler.


677-Dostu dosta götüreni, melekleri gökyüzünden yeryüzüne indireni getir! Her gece, Hz. Muhammed (s.a.v.) gibi Mi’raca çıkmak için aşk burağına eğer vuranı getir! Aklını başına al da, sen canla arkadaş ol, onunla düş kalk, onun huzurunda otur! Çünkü her oturuşta, biraz daha onun huylannı, sıfatlarını elde edersin.  Sakisi ruh olan sonsuzluk aşk şarabını alır çekersin, çekince de kendinden geçersin, öyle bir hal alırsın ki, Hakk yolu yolcusuna; “Git de canla oynama huyunu pervaneden öğren!” dersin. Çünkü o, seni din mumunun ateşine çağırmaktadır. Allah’ın vahyi geldi. Can kulağınızı açın da onu duyun. Çünkü mana kulağı açık olan kişiye, Allah hakîkati gören göz ihsan eder. Dostun gönle gelen hayali sana buluşma müjdesini verir. O hayal, o zan seni alır: yakîne, tam inanca çeker götürür. Sen düştüğün şüphe kuyusunda Yüsuf gibisin. Dostun hayali de sanki bir iptir sen o ipe sıkıca tutunup çıkarsan kendini yücelerde, göklerin üstünde bulursun. Buluşma günü aklın başında kalabilirse sana der ki; “Ben, sana nefsanî arzularını ayak altına al!” dememiş miydim? îşte dediğim gibi oldu; nefsi terk ettin de dostu buldun. Eğer sen, insan gibi yaşarsan, doğru bir kişi olursan, can buluşma evine girer. Eğer eğri bir kişiysen, seni atlaslara, giyinmeye, kuşanmaya çeker götürür. Dünya hayatında başına gelen belalara, cefa dikenlerine katlan! Çünkü çektiğin acılar, sıkıntılar seni dikenlerden alır da güllere kavuşturur. Reyhanların, yaseminlerin bulunduğu bahçeye çeker götürür. Dost uğruna düşmanların lanetini, hakaretini, küfürlerini şerbet gibi iç! Çünkü bu lanetler, hakaretler, küfürler, seni lütuflara, senalara, aferinlere manevî derecelere ulaştırır.


678-Böylece bil ki, içinde azıcık bir aydınlık olmayana, dışardan verilen öğüt fayda vermez; amma içinde ışık bulunan kişinin kulağına, ariflerin sözleri girer, içindeki ışıkla bağdaşır. Hani, gözünde görüş ışığı bulunmayana güneşin aydınlığı fayda vermez; amma gözünde ışık olan kişiye, güneşin ışığı fayda verir; güneşin ışığı, onun gözündeki görüş ışığıyla birleşir, çünkü gün ışığı da aynı cinstendir; ışık, ışığın bulunduğu yere gider. Işık, yüz binlerce şey görse de, kendi aslından olmayan yerde durmaz..


679-Şu âleme baksan görürsün ki, baştanbaşa savaştan ibarettir. Zerre, zerreyle âdeta dinin kâfirlerle savaşması gibi savaşır durur. Pisler, şu pisliklerini  yapadursunlar, sular da pisleri  arıtmak için  savaşır. Yılanlar zehir saçar; acıları, bizi perişan eder ama; Bal arıları, dağlarda, kovanlarda, ağaçlarda baldan şeker ambarları doldurur. Zehirler, tesirlerini yapıp dururlar ama, panzehirler de hemen o tesirleri gideriverir. Bir zerre sola doğru uçmaktadır, öbürü sağa doğru gidip arayacağını aramada. Bir zerre yücelere çıkmada, öbürü baş aşağı düşmede; öyle durur gibi görünürler ama, onların savaşını bu durgunluk âleminde gör. Fakat güneşte yok olan zerrenin savaşı, vasıftan, hesaptan dışarıdır. Zerrenin kendisi de, nefesi de yok oldu mu artık onun savaşı, ancak güneşin savaşıdır. Onun kendiliğinden hareketi de kalmamıştır, duruşu da. Neden? ‘Biz Allah’a dönenleriz’ sırrından. Tabiat, iş ve söz bakımından cüzler arasındaki savaş,  korkunç bir savaştır. Fakat bu âlem de o savaşla durmadadır. Unsurlara bak da anla! Bu gamlarla dolu olan bucağın aslı, o âlemdir. Her ayrılığın aslı buluşmadır.


680- Düşünce dağının yüceliğine de pek bakma; çünkü bir dalga, onu alt üst ediverir!


681-Şu sayısız insanlara bak, hepsi de yeryüzünde bir düşüncenin peşinde sel gibi akmada. İnsanlar, o düşünceyi küçük ve ehemmiyetsiz görür ama düşünce, sel gibi cihanı suya boğar, alıp götürür. Evlerin, köşklerin, şehirlerin, dağların, sahraların, nehirlerin hep ondan meydana geldiğini; Denizdeki balığın denizin vücûduyla yaşadığı gibi, karanın, denizin, güneşin, göğün fikirle diri bulunduğunu görüyorsun da, neden körleşip ahmaklık ediyorsun? Neden sence, ten Süleyman gibi oluyor da fikir karınca gibi? Neden gözüne dağ büyük görünüyor da fikri fare gibi küçük, dağı kurt gibi büyük sanıyorsun.


682-Gönülden de fikirler biter, gönlün nebatatı da fikirlerdir. Bu fikirler de gönüldeki sırları gösterir.


683-Ne olursa olsun, kötü ve istenmeyen bir şey bile olsa değil mi ki sana kılavuzluk etti, sevgiline ulaştırdı, sevimlidir, dosttur! Bir vaiz vardı.. mimbere çıktı mı yol kesenlere duaya başlar, Ellerini kaldırıp ‘Yarabbi, kötülere, fesatçılara, isyancılara merhamet et! Hayır sahipleriyle alay edenlerin hepsine, bütün kâfir gönüllülere, .... merhamette bulun’ derdi. Temiz kişilere hiç dua etmez, kötülerden başkasına duada bulunmazdı. Ona ‘Hiç böyle bir âdet görmedik.. sapıklara dua etmek mürüvvet değildir’ dediler. Dedi ki: ‘Ben onlardan iyilik gördüm.. bu yüzden onlara dua etmeyi âdet edindim. O kadar kötülükte bulundular, o derece zulüm ve cevir ettiler ki nihayet beni şerden kurtardılar, hayra ulaştırdılar. Ne vakit dünyaya yöneldimse onlardan eziyetler gördüm, meşakkatler çektim, dayaklar yedim. Bu yüzden de iyilik tarafına kaçardım.. beni o kurtlar yola getirirlerdi. Benim iyiliğime sebep oldular.. ey aklı başında adam, bu yüzden onlara dua etmek, boynumun borcudur benim!’ Kul dertten, elemden Tanrı’ya sızlanır, uğradığı zahmetten yüzlerce şikayette bulunur. Tanrı da der ki: Gördün ya, nihayet dert ve zahmet, seni, bana yalvarır bir hale getirdi, seni doğrulttu, Sen, seni yolundan alıkoyandan, bizim kapımızdan uzaklaştırıp kovandan şikayette bulun! Hakikatte her düşman senin ilâcındır.. sana kimyadır, seni faydalandırır, gönlünü alır senin! Çünkü ondan kaçar, halvet bucaklarına sığınır, Tanrı lûtfundan yardım dilersin. Dostlarınsa hakikatte düşmanlarındır; onlar seni Tanrı tapısından uzaklaştırır, seni meşgul ederler! Bir hayvan vardır ya adına porsuk derler.. dayak yedikçe şişmanlar, semirir. Ona sopayı vurdukça iyileşir. Sopa vuruldukça semirir, büyür.. İşte müminin canı da hakikatten bir porsuktur, o da zahmet ve meşakkatlerle kuvvetlenir, semirir.


684-Mademki altın, bir madendendir. Neden bunda fayda var, onda zarar? Hepsi bir elden geldiği halde neden bunun aklı başında, öbürü sarhoş? Bu ırmaklar, hep bir denizden akıyor da neden bu tatlı, öbürü ağza zehir gibi gelmede. Bütün nurlar, ebedîlik güneşindedir de doğru sabahla, yalancı aydınlık nasıl meydana geliyor? Bakanın gözüne çekilen sürme, aynı sürme. Doğru görüşle şaşı görüş nereden çıkıyor? Para basılan yerin sahibi Allah iken nasıl oluyor da paraların bir kısmı iyi basılıyor, bir kısmı fena?


685-Dikenliğin gıdası ateştir; sarhoş dimağının gıdası da gül kokusu. Bir leş, bizce kötüdür, pistir ama domuzla köpeğe şekerdir, helvadır. Pisler, şu pisliklerini yapadursunlar, sular da pisleri arıtmaya savaşır. Yılanlar zehir saçar, acılar bizi perişan eder ama, bal arıları dağlarda, kovanlarda, ağaçlarda baldan şeker ambarları doldurur. Zehirler, tesirlerini yapıp dururlar ama panzehirler de hemen o tesirleri gideriverir... Bu aykırılığı gör de o aykırılığı anla...İnsanların yapısı zıtlar üstüne kurulmuş.. Meğer ki Tanrı seni bu savaştan çeke de sulh âleminde bir tek renge boyasın.. O eşsiz, örneksiz Tanrı, cennetten zıddı giderdi.. Bu gamlarla dolu olan bucağın aslı, o âlemdir. Her ayrılığın aslı buluşmadır..


686- Kötülük iyilikten ayrılamaz. İyilik de kötülüğü bırakmaktır. Kötülük olmadan, kötülüğü terk etmek imkansızdır. Yani iyilik, 'kötülüğü bırakmak' demektir.


687-Katırın biri bir gün bir deveyle buluştu… ikisi de bir ahıra düştüler. Katır dedi ki: “Ben tepede, düzde, pazarda, köyde çok düşüyorum. Hele dağ terekesinden aşağı inerken her zaman korkumdan tepe taklak kapanırım. Sense yüz üstü pek az düşersin… be neden? Yoksa senin arı canın çok mu şanslı? Ben her an tepesi üstü düşer, dizimi vurur, yüzümü, dizimi kanlara bularım! Palanım, yüküm baş aşağı olur; kiracıdan da daima dayak yerim. Hani az akıllı adam gibi… o da aklının kıtlığından günahından tövbe eder… her an da tövbesini bozar. O tövbe bozan reyindeki, azmindeki gevşekliğinin yüzünden zamanede İblise maskara olur. Her an yükü ağır olan ve taşlık yolda gitmeye savaşan topal beygir gibi tepesi üstüne düşer. O ters huylu, tövbesini bozduğu için kafasına gaybtan tokatlar yer durur. Sonra tekrar gevşek azmiyle tövbe eder… fakat Şeytan “Ne yaptın?” der demez tövbesini bozar. Pek zayıftır… fakat kendisini öyle ulu görür, öyle kibirlenir ki Allah’a ulaşanlara bile hor bakar! Ey deve, sense mümine benzersin; yüz üstü az düşer, burnunu az vurursun! Sende ne var ki afete uğramıyorsun… sürçmüyor, yüz üstü az düşüyorsun?

688-Ahdi ve tövbeyi bozmak, insanı lanete uğratır.


689-Kime öğüt miski fayda vermezse bil ki onun burnu kötü kokulara alışmıştır.