İki Kuş
Size bir hikaye anlatmak istiyorum.. Belki yaşanmış, belki yaşanmamış, belki de 50.000 yıldır kendini tekrar eden bir hikaye bu.. Çok eski zamanlarda devasa büyüklükte bir ağacın üzerinde isimleri Adem ile Alem olan iki kuş yaşıyormuş. Bu ağaç o kadar ulu, o kadar büyükmüş ki Dünya’daki en büyük dağ bile onun yanında küçük kalıyormuş. Adem isimli kuş en alttaki dalda konaklıyormuş, Alem isimli kuş ise en tepedeki dalda konaklıyormuş. Adem, eğlenceyi, yemeyi, içmeyi diğer kuşlarla vakit geçirmeyi çok seven bir kuşmuş. Hayatı her zaman çok eğlenceli geçiyormuş Adem’in.. Tabii arada en üst dala bakıyormuş, ağacın en üst kısmında yaşayan Alem’i gözetliyormuş. Ağacın en üst katında tüneyen Alem’in yüzünde her zaman ‘musmutlu’ sakin, huşu dolu bir ifade varmış.. Alem, çok yemek yemez, gülmez, eğlenmez ve tüm günü etrafı huşu içinde seyrederek geçirirmiş. Adem, ağacın üst katında tünemiş Alem’i gözetlediği zamanlarda ‘’Şuna bak ne kadar da zavallı, çeşit çeşit ekinlerden yemiyor, eğlenmiyor, diğer kuşlarla kıkırdamıyor, sadece bakıyor!’’ deyip sonra içinden ‘’Bu aptal tüm gün sıkılmıyor mu etrafı izlerken, birde ne kadar sakin görünüyor şuna bak’’ diye hayıflanıyormuş. Günler geçiyor Alem sakinliğinden ve önündeki muhteşem manzarayı seyretmekten vazgeçmiyor, Adem ise her gün farklı tarlalara girip çeşit çeşit tahıllarla kendine ziyafet çekiyor, tüm gün arkadaşlarıyla kıkırdıyor, çeşit çeşit meyveleri yuvasına yığıp sularını kana kana içiyormuş. Birgün Adem ‘’Hayat bundan daha güzel olamaz, yaşıyorum bu hayatı’’ demiş kendi kendine, gözlerini en üstteki dalda tünemiş Alem’e dikerek ‘’Hey sen aptal! Biraz gez, ye, iç de hayatını yaşa! Ne buluyorsun o aptal manzarada!’‘ demiş.. Buna karşılık Alem, Adem’e dönerek sadece içten bir şekilde gülümsemiş, bu da Adem’i daha fazla sinirlendirmiş ‘’Bu aptalla uğraşmayacağım, dua etsin yüksekte, o kadar yükseğe uçabilsem, haddini bildireceğim onun’’ demiş kendi kendine.. Yinede kendisinin o kadar yükseğe uçamamasına aldırış etmiyormuş. Günler böylece geçmiş, öyle bir zaman gelmiş ki Adem artık tahıllardan zevk almamaya başlamış, çünkü hepsini defalarca yemiş, gezilecek görülecek her yeri de görmüş artık gittiği yerler ona heyecan vermiyormuş.. Adem’in denemediği meyve suyu kalmamış her zaman kana kana içtiği meyve suları artık onun için bir şey ifade etmiyormuş.. Arkadaşlarıda moralini düzeltemiyordu artık, ne yapmayı düşünse ona sıkıcı geliyor birşey ifade etmiyordu. Adeta sıkıntıdan patlıyordu, yapabileceği hiç birşey kalmamıştı, hiçbir şey onu tatmin etmiyordu. Yine zevksiz, tatminden yoksun, sıkıntı dolu günler birbirini kovalarken, Alem geldi aklına, nasıl böyle sıkılmadan manzarayı izleyebiliyordu? Zevk te alıyor gibi görünüyordu, belki bu kuş birşeyler biliyordu, evet evet olabilirdi.. Uzunca bir düşünce periyodundan sonra Alem’in neden sıkılmadığını sormak için, onun yanına uçup ona bunu sormaya karar verdi. Ama Adem hiçbir zaman o kadar yükseğe uçmamıştı ki. Adem düşündü.. İlk olarak yukarı doğru uçarken kuvvetli rüzgara dayanmak için kanatlarını disiplinli olarak çırpması gerekiyordu, midesi çok dolu olmamalıydı, çünkü bu onu aşağıya çekerdi.. Kendine inancı olmalıydı, yarı yolda korkarsa hata yapıp ağacın dallarına çarpıp zarar görebilirdi, ’ağacın’ gidiş yolarını öğrenmeliydi çünkü bu çok ‘büyük’ bir ağaçtı.. Adem kafasında hesaplar yaparken, günler günleri kovalıyordu, Adem, Alem’in huşu içinde manzarayı izleyip gülümsemesini izlerken, kendisi sıkıntıdan patlıyor ama yukarıya uçmak için gereken herşeyi de tatbik ediyordu. Az yiyordu, az konuşuyordu, ’ağacın ilmini’ yani ağacın yukarı çıkış yollarını aklına kazıyordu ve en önemlisi yukarı doğru uçabileceğine inanıyordu.. Bir süre daha böyle ezgersizlerle, denemelerle geçti ve sonunda o büyük gün gelmişti.. Uzun zamandır eğlenceye dalmamış, az bir tahılla doymuş ve çok az konuşmuştu, ağacın ilmini/ ağacın yollarını ise çok iyi öğrenmişti. Adem tüm bu pratiklerin ardından aslında ‘çok da sıkılmadığını’ farketti hatta içindeki büyük sıkıntı ortadan kalkmıştı ama yine de bu kadar çalışmadan sonra Alem’in yanına uçma hedefini gerçekleştirmek istiyordu. Ve bütün cesaretini topladı.. Çırptı kanatlarını göğe doğru! Başlarda korkusundan dolayı gözlerini sımsıkı kapıyordu ama kanatları disiplin kazanmış, hırçın rüzgara karşı çok iyi direniyordu, ağacın her bilgisini öğrenmişti ve nerelerden geçmesi gerektiğini iyi biliyordu. Kanatlarını çırptıkça özgüveni yerine geldi, karnı ise boş olduğu için onu aşağıya çekmiyordu, çırptıkça çırptı kanatlarını yukarı doğru.. Bir süre sonra ulaşmıştı.. Adem ne kadar uçtuğunu bilmiyordu ama Alem’in bulunduğu ağacın tepesindeki dala ulaşması tam olarak 50.000 yıl almıştı.. Nedense bu sırada yazarın aklına Meariç 4. Ayet geldi.. Devam edelim.. İşte ağacın en tepesine ulaşmıştı Adem.. Başardığı için içinde derin bir mutluluk vardı, işte bir süre önce hayatın anlamını kaybetmişken şimdi derin bir mutluluk yaşıyordu ama bu mutluluk daha önce hiç tatmadığı kadar tatmin edici ve bir o kadar da sükunet taşıyordu.. ’Evet’ dedi içinden şimdi ‘‘O’na her ne şartta olursa olsun mutlu olmasının sırrını sorabileceğim!’’.. Dala kondu ve etrafına bakındı.. Alem orda değildi.. Bir yanlışlık olmalı diye düşündü sonra dalı ve etrafını tekrar araştırdı, evet bu o kuşun sürekli konakladığı en üst daldı, ama nereye gitmişti?? Adem, Alem’in yıllardır bir kere bile o daldan ayrılmadığına şahit olmuştu, gece-gündüz, yaz-kış her zaman orada oturup manzarayı izler ve huşuyla gülümserdi.. Ve şimdi nereye kaybolmuştu?? İçinden düşünceli bir şekilde ‘‘Herhalde bir yere kadar gitti, bu da bana denk geldi’‘ dedi. Sorun değildi zaten mükemmel hissediyordu ağacın en üst katına kadar kendi çabasıyla uçmayı başarmıştı, bundan güzel ne olabilirdi! ‘’Onu dönene kadar bekleyeceğim’’ dedi kendi kendine ve dala tünedi. ’O’nu’ beklerken birşeyin farkına vardı manzara inanılmaz güzeldi, büyük dağlara, yemyeşil ovalara, engin denizlere ‘yukarıdan’ bakıyordu artık.. Yüzünde bir gülümseme ve huşuyla manzarayı izlemeye başladı.. İnanılmaz bir hazdı bu, içini derin bir sakinlik kaplamıştı manzaraya bakarken.. Saatlerdir birşey yememiş olmasına rağmen açlık hissetmiyordu, çevresinde insan da yoktu ama bu eksikliği hissetmiyordu bile.. Her yer sessizdi ama bu ruhuna derin bir huşu veriyordu, sanki bu ağaçla ‘bir olmuş’ gibiydi.. Beklerken saatler geçti ve Alem geri dönmemişti hala ama kararlıydı bekleyecekti onu. Bir süre sonra etrafından uçan bir Akdoğan dikkatini dağıttı.. Bu Akdoğan her zaman bu yönde uçan Akdoğandı, tanıyordu onu, hemen Alem’i ona sormaya karar verdi, her zaman oradan uçtuğu için görmüş olabilirdi Alem’i.. Adem, Akdoğan’a şöyle dedi ‘’Selam Aksungur! Burada, bu dalda her zaman tünemiş olan kuş burada yok, onu gördün mü? Adı Alem’dir.. Hiç buradan ayrılmazdı’’ dedi Adem.. Akdoğan sakin bir ifadeyle ‘‘Bu ağaçta yıllardır sadece sen yaşıyorsun, burada yaşayan başka bir kuş bilmiyorum’‘ dedi. Adem şok olmuş bir ifadeyle ‘’Böyle bir şey mümkün değil ben her zaman en alt dalda idim o ise en üst daldaydı, hatırlamıyormusun’’ diye sordu. Akdoğan ‘’Maalesef, çok uzun zamandır bu ağaçta senden başka yaşayan birini tanımıyorum’‘ dedi.. Bu kendinden emin cevapla sarsılan Adem, şimdi bu ulu ağacın tepesindeki dalda otururken Akdoğan’ın söyledikleriyle şok olmuştu.. Akdoğan’a dönerek ’’Ama görüyordum’’ dedi, ‘‘Onun herşeyden sıyrılmış tavrını benimsemesemde görüyordum! Hergün bu ağacın tepesinde oturuyordu ve sevmesemde bana gülümsüyordu!’’… ‘’O Alem, ben ise Adem’im hatırlamaya çalış lütfen’’ dedi çaresizlikle.. Akdoğan gayet kendinden emin bir şekilde bunun böyle olmadığını söyleyip yoluna devam ederken, Adem, Akdoğan’ın arkasından son bir çaresizlikle ‘’Hayır böyle olamaz! O buradaydı ve ben hayatımın her saniyesi onu gördüm!’’diye bağırdı Akdoğan’a.. Bunun üzerine yoluna devam etmekte olan Akdoğan, durakladı ve sağ yanına döndü ve kafasını şimdi ağacın en tepesinde tünemiş olan Adem’e çevirdi ve huşu içinde bir gülümsemeyle ‘’Hala anlamadın mı? Alem, Sensin! Hoşgeldin’’ dedi.. Bu gerçeği duyan Adem, aslında ‘Alem’in kulaklarında şu ayetler yankılandı ve Alem(Adem) vecde geldi.. İsra 13 ‘’Biz her insanın kuşunu boynuna bağladık. Kıyamet günü kendisine, önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız.’’ ve Neml 16 ‘’ Süleyman Dâvûd’a mirasçı oldu. Şöyle dedi:Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her güzel şeyden bir nasip verildi. Şüphesiz bu, apaçık bir lütuftur.”
©Kadim Astroloji Analisti - Erdem Çalışkan
sonunu hıc tahmın edemedık...ruhumuz yükseklerde bunu bılıyruzda onunla bağlantı kurmayı tam beceremıyruz .demekkı....bu hıkaye ..daha fazla kışıye ulaşmalıkı...örnek olsun......
YanıtlaSilÜzerine düşümülmesi gereken yine harika bir yazı olmuş emehinizr saglık
SilÇok güzel
YanıtlaSilUlaşmamız gereken bir nokta var ama bize saçma gelen.Her zevki sefayı yaşayıp kendimizi disipline ettiğimizde ancak varabilecegimiz zor bir nokta.Aslinda bunu biliyoruz fakat zor olduğu için kabullenemiyorum maalesef ...
YanıtlaSilVooov muhteşem bir hikaye..sorulari alayim, dan geldim:) yazıyı isteyen arkadaşa da selamlar.
YanıtlaSil